Noam Chomsky diyor ki: “Dünyada birçok terörist devlet vardır. Ama Amerika, uluslararası terörizme olan resmi bağlılığıyla ve rakiplerini utandıran düzeyiyle bu alanda eşsizdir.”
Amerikalı bir aktivist olan Rachel Corrie (1979-2003) İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya yoğun baskı ve katliamlarının olduğu bir zaman diliminde annesi ona bir mesaj yolluyor ve mesajında İsrail’in saldırılarının yoğunlaşması üzerine Amerika’ya dönmesi gerektiğini söylüyor. Rachel, annesine yazdığı cevabî mesajda “Anne! Olmam gereken yerdeyim. Ben ne yaptığımı biliyorum. Burada insanlar savaşa doğmuşlar sanki, silahsız bir hayat bile düşünemiyorlar. İnsanlar öldürülüyor burada, evleri yıkılıyor. Her şey olağandışı. Şimdi dönersem Amerika’ya Filistin’i ve Filistinlilerin yalnızca verdikleri mücadeleyi unutamam. Kâbuslar görürüm geceleri uyuyamam, mevcut zulme karşı bir şeyler yapıyor olmak beni mutlu ediyor.” Corrie bu mesajdan kısa bir süre sonra İsrail tanklarının paletleri altında can verdi. Zira Corrie bir insandı!
Prof. Dr. Erol Göka, İslâmî Düşünce Enstitüsü’nde yaptığı bir konuşmada; “Bundan sonra literatüre yeni bir milad girecek; Gazze’den önce, Gazze’den sonra. ‘Gazze soykırımı’ diye anılacak. Neredeyse bütün Almanlar yahudileşmişler. Şimdilerde mağdur ettikleri ile özdeştiler. Bir devletin kendini savunma hakkı adı altında hukuk katledildi” ve “En önemlisi de hepimizi; başta cesaret, adanmışlık ve fedakârlık olmak üzere erdemlerimizle yüzleştiren baştan aşağı edep giysili Kassam Tugaylarıdır”. Yine can alıcı bir cümle sadır oldu Göka Hoca’dan: “Kötülüğün sıradanlaşmasından sonra şimdi vicdan da sıradanlaştı.” Ya da devam eden İsrail-Hamas savaşı tarifi yapılırken: “Bu savaş haysiyetliler ile haysiyetsizlerin savaşı…” vurgusu da ihmal edilmedi.
Yine aynı panelde çevirmen Ayçin Kantoğlu Hanımefendi ise “Ben hep tefsire muhtaç olanın din olduğunu düşünürdüm. Meğer insanmış, kitap değilmiş…Görünen o ki Gazze dışında dünyada her yer işgal altında, hepimiz işgal edildik. Bu savaş, bana sorarsanız insan haysiyetinin yeryüzüne açtığı bir savaştır. Çünkü haysiyetin yeryüzünde ineceği bir yer kalmadı. Ama bu mutlak bir yere inecek. Ama orada olacak mıyız, olmayacak mıyız bilmiyorum… Bereket, hala acıyı hissedebilecek yüreklerimiz var…”[1]
İslâmî Cihad üyesi İbrahim el-Nabulsi şehadetinden kısa bir süre önce annesini aradı ve annesine “Şehid olmak üzereyim… Annemi çok seviyorum. Benden sonra da vatanımıza sahip çıkın. Namusumuz için silahı asla bırakmayın. Ben şu an kuşatma altındayım, birazdan şehid olacağım.” dedi ve şehid oldu.
Ailesi şehid olan Gazzeli kızın babasını defnediyorlar ve o kız mezarın başında “Bütün insanlık öldü ama yalnızca babamı defnediyorlar” diyor.
Ve Amerika: “Kalıcı ateşkesi desteklemiyoruz” diyor. Ne var ki tüm bunlara rağmen küresel güç odakları ve onların yandaşları (Arap ülkeleri de dahil) yönetim bağlamında sessizler. Soykırımı, savaş suçunu, insanlık suçunu ve suçluları kahvelerini yudumlayarak seyretmeye devam ediyorlar. Küresel güç odakları ve onların yandaşlarının toplumları ayakta, erdemliliğini yitirmemiş Yahudi ve Hristiyanlar da ayakta. İsrail’i, katliamı, soykırımı, yıkımı telin ediyorlar. Ama Müslüman halklar uyuyorlar. Acaba bu Müslüman halkların kanaat önderi denilen zevat Kur’an’daki ayetleri hatırlamıyor-hatırlatmıyorlar mı? “Sakın zalimlere meyletmeyin: yoksa onları saracak ateş sizi de sarar, dokunur. Aslında sizin Allah’tan başka hiçbir dostunuz, yardımcınız ve sizi sahiplenecek hiçbir güç yoktur…” (Hûd-113)
Tarih 7 Ekim. Netanyahu ve ekibi uykudalar. Tıpkı 6 Haziran 1967 gecesi Mısır, Suriye, Ürdün yöneticilerinin uykuda olduğu gibi. (pardon o gece Mısır Kurmay Heyeti Amerika’nın Kahire Büyükelçisi’nin tertiplediği resepsiyondalar!) Netanyahu’yu uyandırdılar. Kassam Tugayları İsrail’in işgal ettiği topraklarda cirit atıyorlar, denizden, karadan ve paramotorlarla havadan hücuma devam ediyorlar. Bu arada sadece Kassam Tugayları mensupları değil, diğer bileşenleri ki onlar: FHKC, Ebu Ali Mustafa Tugayları, Nidal El-Amudi Taburu, Nasir El-Selahaddin Tugayları, Abdülkadir el-Huseyni Tugayları, Şehid Eymen Cude grupları, Fırtına Ordusu ve İslâmî Cihad (Bkz. Independent 24/10/2023 Nevzat Çiçek) ve bu birleşenler sivil halktan-askerlerden ellerine geçirdikleri ya da İsrailli sandıkları kimseleri Gazze’ye geçiriyorlar ve esir alıyorlar.
El Kassam Tugayları bu harekâtı uzun bir hazırlık sonrası başlatmış gözüküyor. Harekatın başındakiler Gazze Şeridi sorumlusu Yahya Sinvar, Ebu Ubeyde, Muhammed El-Dayf üçlüsüdür diyebiliriz. Keza İsrail tarafının da sacayağı; Netanyahu, Gollant ve Blinken’dır.
Aksa Tufanı adı verilen harekât bir gün geri çekilmek için başlatılmadı. Bu gerçekten her iki tarafın da birleşenleri ile sonuna kadar gidebilecekleri bir savaştır. Yahya Sinvar harekâttan bir süre önce belki de on binlerce kayıp verebileceklerini bir konuşmasında ifade etmiştir. Nitekim o kayıplar da veriliyor. Zaten 1948’den bu yana Filistinliler hep kayıp veriyorlar. Her doğan Filistinli çocuk yaşamak için doğmuyor. Filistinli analar çocuklarını şehid olmaları için doğuruyor.
Bir TV muhabirinin Filistinli bir çocuğa sorduğu soru ve cevap bunun çarpıcı bir örneğidir. Çocuğa: “Büyüyünce ne olacaksın?” Cevap: “Biz büyümeyiz ki, biz şehid oluruz”. Çocuk doğru söylüyor. Gazze’de yaş ortalaması 19. BM raporlarına göre İsrail saldırıları neticesinde öldürülen ve yakalanan Filistinlilerin son yıllara göre sayısı şöyle:
2010 yılı 1659 kişi
2011 yılı 2260 kişi
2012 yılı 4936 kişi
2013 yılı 4031 kişi
2014 yılı 19860 kişi
2015 yılı 14814 kişi
2016 yılı 3572 kişi
2017 yılı 8526 kişi
2018 yılı 31558 kişi
2019 yılı 15628 kişi
2020 yılı 2781 kişi
2023 yılı 10000 + devam
Şehidler kervanı devam edecek. El-Kassam Tugayları kurmayları böyle bir savaşı başlatırken elbette çeşitli riskleri ve hatta kimden destek, kimden köstek beklediklerini de hesap etmişlerdir. Gazze Şeridi Sorulusu Yahya Sinvar 24 yılını hapiste geçirmiş bir mücahid. Hapishane hayatı onun için ve arkadaşları için geleceğin mücadele planlarının yapıldığı bir mektep görevi görmüştür. Zaten şu an da “Aksa Tufanı” kurmaylarının çoğu “Gilat-Şalit” takas anlaşması sonucu serbest bırakılanlardır. Yani bu harekât günlük bir heves ve heyecan sonucu başlamış bir harekât değildir. Belki de uzun erimli bir savaş hazırlığı yapılarak başlatılan bir harekât. 7 Ekim’den bu yana gelişen olaylara baktığımızda, dünyanın adeta turnusol kağıdı oldu bu savaş. İsrail’in tüm karizması yok oldu. Netanyahu şu an da iki şey için savaşı devam ettiriyor. Birincisi dünyada ün salan istihbarat, güvenlik ve silahlı güç doktrininin yerle bir olmasının telafisi, ikincisi ise kendisinin siyasi ve fiziki ömrünün uzaması için. O da biliyor, 4 Kasım 1995 akşamı kısmen barış yanlısı olan İzhak Rabin’in ultra-Ortodoks Yahudi Yigar Amir tarafından öldürüldüğünü. 1967 savaşı’nda “Kemik Kıran Rabin” ünvanı alan Rabin 26 Ekim 1994’de Arava vadisinde imzalanan Ürdün-İsrail Anlaşması’nın ardından, “İbrahim’in çocukları nihayet barıştılar” sözünün onun hayatına mal olduğunu.
Bu savaş barış için başlatılmadı. Zira İsrail-Siyonizm ve onlara destek verenlerin tümü dünya insanlığı için bir tehdit, bir felakettir. Ayçin Kantoğlu’nun ifadesiyle İsrail “örgütlü kötülük”. Siz bakmayın Amerikan yönetiminin sürekli İsrail’in arkasında olduğuna. Amerikan halkı; toplam Amerikan nüfusunun %2.5’ine tekabûl eden 5.3 milyon Yahudinin neredeyse Amerikan ekonomisinin, medyanın, eğitim kurumlarının %30’una hükmediyor olmasını asla benimsemiyor ve bunu Amerikan halkı içselleştiremiyor. Bu harekât; Amerika’nın Spanik, Asyalı, Avrupalı, Afrikalı ahalisine de bir hatırlatma oldu. 5.3 milyon Yahudinin oyuna talip olanlar, diğer yandan 3.8 milyon nüfusa sahip Müslümanları şimdilik hesaba katmıyorlar. Ama artık ok yaydan çıktı. Amerika başta olmak üzere dünyanın her yerinde halklar yönetimlerine rağmen İsrail ve Siyonizm aleyhtarlığında ortak payda oluşturabiliyorlar. Keza 7 Ekim’den bu yana İsrail’i terkeden Yahudilerin sayısı şu ana kadar 400 bini buldu. Netanyahu ve ekibi ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar 7 Ekim öncesini çok arayacaklar.
Anadolu’da bir söz var; “güneş çarığı sıkar, çarık da ayağı sıkar” diye. Nitekim İsrail’in ahlaksızca sivil yerleşim yerlerini vurması, çocuk, yaşlı, kadın her önüne geleni öldürmesi Amerika başta olmak üzere tüm dünya halklarının tepki ve protestolarına neden olmaktadır. Öyle ki ABD Dış İşleri Bakanı Blinken’in “Ben bir Yahudi kimliğimle buradayım” demesine karşın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’nin sözleri bu manada dikkat çekici. Şöyle diyor: “Bu tür bir savaşta önem verilmesi gereken sivil halktır. Sivilleri önemsemezseniz, taktiksel bir zaferi yenilgi ile değiştirmiş olursunuz. İsrail’e sivilleri korumanın hem ahlaki bir sorumluluk hem de stratejik bir zorunluluk olduğunu defalarca ifade ettim”.
Elbette şu an da ABD ve diğer İsrail destekçileri kamuoyu nezdinde fevkalade sıkıntıdalar. İsrail ve Netanyahu her öldürdüğü masum insanlarla birlikte defalarca ölüyor. Belki de selefi Ariel Şaron’un akıbeti onu da düşündürüyordur. Ama şehid olan Gazze halkı adeta şehidliği bir düğün-bayram havasında karşılıyor. İşte size bir örnek: 17 yaşında Fethi Ferhat isimli bir genç, Kassam Tugayları liderliğine bir şehadet eylemi için başvuruyor. Liderlik, daha önce bu tür bir eylem gerçekleştirmiş ağabeyi de arananlar listesinde olduğu için ailesini düşünerek Fethi Ferhat’ın talebini reddediyor. Bir süre sonra Kassam liderliği gencin annesinden şu mesajı alıyor, “Size oğlumun şehadet arzusunu reddetme izni vermiyorum. Onun talebini kabul etmenizi temenni ediyorum”. Sonunda liderlik gencin talebini kabul etti. (Anne) şehadet haberini duyunca en güzel kıyafetlerini giydi ve tebrikleri kabul etmeye başladı. Daha sonra büyük oğlu da şehid oldu. (Bkz. Gassan Şerbil Sinvar ve Patlayıcı Kemer, Şarku’l Avsat 4/12/2023)
Sonuç Ne Olur?
İsrail bu topraklarda var olduğu sürece bu topraklar ve ahalisi barış yüzü görmez. Olsa olsa görebilecekleri El-Fetih yönetimi ve Mahmud Abbas gibi bir liderin yönetiminde her gün dışlanan, horlanan, toprakları gasbedilen ve Siyonist İsrail yönetiminin baskısı altında yaşamaya mecbur edilen bir topluluk olmaktır. Arap liginin Gazze için çözümü; Hamas’ın yok sayıldığı, 1967-2005’e kadar devam eden Gazze yönetim modelinin yeniden ikamesidir. Zira El-Fetih ve onun mensupları 13 Eylül 1993’te Washington’da imzalanan Oslo Barış Anlaşması ile İsrail karşıtı bütün hamlelerin durdurulması dahil barış karşıtı, İsrail muhalifi örgütlerin ihbarı ve öldürülmesi konusunda İsrail’e söz verdiler, anlaşma imzaladılar. Dilerseniz ilgili anlaşmanın Siyasi İttifak bölümünün ikinci maddesi ile Güvenlik bölümünün 8 ve 9. maddelerine bakınız. Keza Kahire zirvesi de Riyad zirvesi de alınan kararlarla İsrail karşıtı Filistinlilere kölelikten başka bir şey vadetmiyor. Nitekim adı geçen bildiride bir taraftan “Filistin Devleti kurulmadan barış olmaz” denilirken, diğer yandan zirveden çıkan ortak bildirinin 27. maddesi; “Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının yegâne meşru temsilcisidir. Bütün Filistinli grupları ve partileri FKÖ çatısı altında toplamaya ve oradaki sorumlulukları yerine getirmeye çağırıyoruz” deniliyor. Yani Hamas vb. ne kadar İsrail karşıtı örgüt varsa bunların ortadan kaldırılması kararı alınıyor. Bu ortak metin mi bölgeye barış getirecek? Hayır. Bölgeye bu şartlarda barış gelmez. Barış ancak Hz. Resul (as)’ın Hendek Savaşı öncesi müşriklerle işbirliği yapan Ben-i Kurayza Yahudilerine uygulanan yolla gelir.
Filistin topraklarının İsrail ile paylaşımı da çözüm değil. Nitekim 1995 Kahire Anlaşması ve yine 1998 Wye River Plantation (Barış için toprak) anlaşmalarına bile uyulsa bu Filistin’e-Filistinlilere çözüm ve barış getirmez. Zira bu iki anlaşmanın da ortak kararı ile Gazze dahil olmak üzere Filistin topraklarının yalnızca %22’si Filistinlilere tahsis ediliyor. Yani 181, 242, 338 sayılı BMGK kararının teyidinden başka bir şey değil. Zaten İsrail buna da karşı, onların hedefi Nil’den Kapadokya’ya kadar bir İsrail. Keza Filistinlilerin de hedefi Nehirden Denize kadar Filistin. Soru; iki zıt anlayış bir arada yaşar mı?
Filistin meselesinin önünde üç temel sorun var. Yahudi işgalciler ve işgal altındaki topraklar, Filistinli mülteciler ve Kudüs’ün statüsü. Kölemenler (1250-1517) ve Osmanlı dönemlerindeki (1517-1917) yönetim modeli ile ancak bölge huzura kavuşabilir. Yani 667 yıl Filistin topraklarında Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar huzur içerisinde yaşadılar. Yine yaşayabilirler, yeter ki örgütlü kötülük odakları bu coğrafyadan ellerini çeksinler.
Türkiye başta olmak üzere Filistin meselesini çözüme kavuşturmak isteyen taraflar da iki devletli çözüm, 1967 öncesi topraklara çekilme gibi tezlerden vazgeçmelidirler. İki devletli çözüm önerisi kanserli tümörün bir kısmına hayat hakkı tanımaktır. Bu da metastaz yapar. Hem sonra niçin başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti talep ediliyor ki? Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un yakın bir geçmişte yaptığı konuşmada “Başkenti Kudüs olan” ifadesini kullanması oldukça önemlidir. Zira Kudüs’ün doğusu da batısı da Filistinlilerindir. Filistin topraklarındaki Yahudiler ancak 1948 öncesi statüye göre Filistin topraklarında yaşayabilirler. Ebu Cihad, İbrahim Godde, 5 Mayıs 2017 Hamas Siyaset Belgesi yayınlanıncaya kadar Hamas Siyasi Büro Şefi Halid Meşal’de aynı görüşteydi.
Hamas bitmeyecek, bitti sanılacak. Hamas el-Fetih’e rağmen yalnız Gazze’de değil, Batı Şeria’da da varlığını sürdürecektir. İsrail, Amerika ve yandaşları gittikçe artan kamuoyu baskısına daha fazla dayanamayacak. İsrail yeniden başlattığı kara harekâtında da mağlup olacak. Zaten şu an itibariyle mağlup oldu bile. Zira yine Ayçin Kantoğlu’nun ifadesiyle “Gazze dışında her yer işgal altında”. Artık gerisini küresel güç odakları düşünsün. Arap yönetimleri düşünsün. İsrail düşünsün ve insan olmayı içselleştiremeyenler düşünsün.
UMUT, YÜREK, İSYAN
Narkozla kendinden geçmiş koca şehir
Kimyasal ve biyolojik silahlara has kir
Yıkık dökük ve
Ar damarı çatlamış dünyaya
Duvarlarına çığlıklarla yazılan sokaklardan
asırlık haykırışlar:
“Umut, yürek isyan,
Filistin’e bin selam!”
Sen benim dikenli tellerle çevrili ufkum
Ağır zincirlere vurulmuş
Tükenmeyen umudum
Çöl susuzluğuna bedel eşsiz yudum
Ahiretin gölgesi kutsal yurdum
Mescit duvarlarında barınır kan lekeleri
Çirkin çığlıklarıyla tank tenekeleri
Kızıllık yayılarak koyulaşıp derin yere ve göğe
uzanmasına dünya seyirci, İslam dünyası figüran
Kahramanlık rolünü oynayan
Müslüman kutsalından her bir öğe
Kur’an, hadis, ezan sesleri, milli marşlar ve
kahraman Ebu Ubeyde’ler…
Gazze için bir olmuş;
Kulaklardan sökülemeyecek
Özgürlük çivisini çakıyorlar
Mehmet Furkan Yılmaz
[1] 1 İslami Düşünce Enstitüsü, Gazze Paneli, 29 Kasım 2023, Ankara
Süleyman Arslantaş/ Medeniyet Dergisi 65. Sayı