Devleti canlı bir organizmaya benzeten İbni Haldun, idari sistemi şu kategorilerde değerlendirir: Hükümdarın yönetimi eline alması ile gerçekleşen zafer dönemi, hükümdarın devletin imkânlarından yararlanmaya başladığı feragat dönemi, sistemin devam edebilmesi için daha evvelki hükümdarların yolunun sürdürülmesi inancının vurgulandığı müsalemet dönemi ve devlet ricalinin lüks, eğlence ve şatafata yöneldiği israf dönemi…
Halkın umutlarını yeşertecek vaatlerle gelip sonra da israfa ve ahlaki kokuşmuşluğa düşüp küllenip giden birçok devlet ricalinin izleri tarihin tozlu sayfalarında saklıdır. Büyüklerimizin dediği gibi ne oldum değil ne olacağım diye soracak ve içinde bulunduğunuz durumu anlamaya çalışacaksınız. Unutmayın kontrolü elden bıraktığınız anda koordinattan uzaklaşabilir ve hatalarınızı masum görüp delalete sapabilirsiniz.
Hatırlayacağınız üzere geçtiğimiz ay ülkemizde yerel seçimler yapıldı. Seçim sonrası yaşanan kaos ve belirsizlikler ise insanlarımızı birbirine düşürdü. Aynı ailenin fertleri arasında sert münakaşalar, öfke ve kırgınlıklar yaşandı, dost dosta düşman olmaya, kardeş kardeşe nefret kusmaya başladı. Ne yazık ki bazı kardeşlerimiz yenilginin hangi sebeplerden kaynaklandığını analiz etmek yerine bir suçlu aramaya koyuldular ve günahı masum insanların üzerine yıkmaya çalıştılar. Günahı bir başkasının üzerine yıkmak işin kolayına kaçmaktır; burada yapılması gereken şey hiç vakit kaybetmeden hatalarla yüzleşmek olmalıdır.
Hayatın içinde kaybetmek de vardır, kazanmak da öncelikle bunu kabul etmek zorundayız. Hatalarımızla yüzleşmeden, halimizi kritik etmeden sorunlarımızın üstesinden gelemeyiz. O nedenle suçlu arayanlar, öncelikle nerede hata yaptık, ne dedik ne yaptık sorusunu sormalı ve büyüklenmeci tavırlardan vazgeçip tarihte tecrübe edilmiş bilgi ve birikimlerden istifade etmelidirler. Suçlu arayanlar kendileriyle yüzleşip, adalet ekseninden ne kadar taviz verdiklerine bakmalıdırlar.
Suçlu arayanlar bilmelidirler ki yeryüzünde hiçbir iktidar ebedi değildir her şey geçicidir baki olan Allah’tır!
Eğer bir idari sistem şefkat ve adaletten, tevazu ve istikrardan ödün veriyorsa o sistem çürümeye ve çelimsiz kalmaya mahkûmdur. Eğer gücü elinde tutanlar eylemleri ve söylemleri ile hakkaniyet ekseninden kayıp güç zehirlenmesine yakalanır, ifadeleri ile insanları rencide eder, ötekileştirmeye yönelirlerse o sistemin düşüşe geçmesi muhtemeldir.
Tarih tecrübe etmiştir; eğer toplumun bir kısmı açlıkla mücadele ederken diğer kısmı israfa, politik ihtiraslara, kontrolsüz tavırlara, kibir ve gösterişe yöneliyorsa o toplum zaten kaybetmiştir. Sadelik, bağışlayıcılık ve tevazu ise ferlerin kalplerini birbirlerine yakınlaştırır ve toplumu huzur toplumuna dönüşür.
BİRKAÇ SÖZ
Halkına şefkat ve tevazu ile yaklaşan yöneticilerin toplum üzerinde bıraktığı pozitif etkileri düşünürken, hayallerimizdeki o fotoğraf bize kıtalar ötesinden, Yeni Zelanda’dan geldi. Hatırlayacağınız üzere Yeni Zelanda Başbakanı’nı halkı, yoksulların haklarını savunması ile tanıyıp iktidara taşıdılar. Hanımefendi başbakan olduğunda yaşadığı evi değiştirmedi, özel koruma istemedi, doğum yapacağı zaman sıradan bir devlet hastanesine gidip doğum yaptı. Resmi toplantılara giderken bebeğine yardımcı olması için eşini de yanında götürdü, yol masraflarını kendisi karşıladı. Hatırlayacağınız üzere Uruguay eski devlet başkanı Jose Mujica da devletin verdiği lüks evi mültecilere bağışlayıp kendisi mütevazi bir evde yaşamaya başlamıştı. Bütün bu olumlu örnekleri bizler İslam toplumlarının lider ve yöneticilerinin yaşamlarında görmek isterdik. Ama ne yazık ki dünya malına hiçbir zaman meyletmeyen Resulullah ve onun takipçilerinin yaşamlarını her fırsatta örnek gösteren Müslümanlar pratikte buna muvaffak olamadılar.
Resulullah ve onun takipçileri maiyeti altındaki insanlara tepeden bakmadılar, onlar koruma orduları ile gezmediler, özel araçlarla arz-ı endam etmediler, makam otolarına binmediler, israf ve gösterişe meyletmediler. Fakat Müslümanlar ne yazık ki onların tavsiyelerini ezberlediler fakat hayatlarını modelleyemediler.
Fatma Tuncer – Milli Gazete