وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَا ۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
En güzel isimler Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin, O’nun isimleri hakkında doğru inançtan sapanları kendi başlarına bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını çekecekler! (7/180)
Allah-u teala Adem’i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş, o ve sulbünden gelecek olan diğerlerine de ‘insan’ denilmiştir. Bu aynı zamanda yeryüzünde yaratılan canlı cansız herşeyin bir isminin olacağına, olduğuna da delalet etmektedir. Hatta isimsiz hiçbir varlığın olmayacağı, yok sayılacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yaratanın da ismi olacak, yegane ilah olduğundan dolayı birden çok isimleri sırf O’na mahsus olacaktır.
İnsanla alakalı ‘İnsan Suresi’ ilk ayetinde geçen, ‘adı anılmaya değer bir varlık olana kadar uzun bir zaman geçmedi mi?’ ifadesi bu minvalde okunduğunda şu şekilde bir anlam da akla geliyor; yaratılmadan önce, yaratma aşamasında, yaratıldıktan sonra bir bedene büründüğünde, hatta adam olduğunda dahi, ismi konulmadan, isimler öğretilmeden hiçbir esamesi olmayan bir varlık olacaktı. Ne zaman ki ona ‘insan’ denildi, o vakit bir misyon yüklendi, dünyada ona halifelik bahşedildi. Yeryüzünün imarı da, ıslahı da, talanı da, fesadı da onun elinde olduğunun kanıtı isminin ‘insan’ olmasında yatıyor. Sanki meleklerin Allah azze ve celleye itirazını bu şekilde okumak gerekiyor.
Dahası, ‘isimler, başta eşyanın ve diğer yaratılmışların kaderidir’ desek haddimizi aşmış olur muyuz? ‘Her isim aslında kavramdır.’ desek? Aynı zamanda isimler, zihinde bir kalıba dökülmüştür; duyduğumuzda o şeyin (canlı-cansız) sıfatları, fiilleridir desek? Şu şekilde açarsak; ateş, su, hava, toprak, ağaç, dağ, deniz, soğuk, sıcak, karanlık, aydınlık, hayvan, insan.. akılda kalan şey bunların sadece isimleri değil aynı zamanda onlara yüklenen görev, sorumluluk hatta fıtratlarıdır. Bu hakikate rağman; ateşe su, ağaca dağ, insana hayvan demeye kalkışılırsa bu fesada sebep olacak, fıtrata muhalif yapılan bu amel apaçık bir zulüm olacaktır. Hani zulüm, eşyayı aslının aksine kullanmaktı ya, işte bu önce isimlerin ters yüz edilmesiyle başlıyor.
O vakit isim verme yetkisi yalnızca yaratana aittir, yakışanı da budur. Zira insana kalırsa yaratanla kullarının isimlerini birbirine katacaktır. Bakınız Musa (as), kendini Mısır’ın ilahı gören Firavun’dan işittiği itirazın başında, ‘alemlerin rabbi de kim ey Musa?’ (26/23) ifadesi yer alır. Rab ismini kabullenemeyen bir kibirle alay eder. Nuh’un (as) davetine kavminin cevabı; ‘Vedd’den, Suva’dan, Yeğus’dan, Ye’uk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.’ şeklinde putlarının isimlerini anarak gerçekleşiyordu. Nuh (as) ise tevhid gemisine binerken ve sağ salim de karaya indiğinde ‘Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla’ niyaz ediyordu. Aynı itirazı Mekke müşrikleri de yapıyorlar; ‘Onlara: Rahmân’a secde edin! denildiği zaman: «Rahmân da neymiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!» derler ve bu emir onların nefretini arttırır.’ (25/60). Lat, Menat, Uzza, Hubel gibi isimlerin yanında ‘Rahman’a tahammüllerinin olmadığını görüyoruz.
Allah’a en güzel isimleri hasretmeyen bir kafa yapısı bugün de yoldan sapmaktadırlar. Materyalizm, sosyalizm, komünizm, Kemalizm, demokrasi, lâiklik, insan hakları, avrupa birliği, batı.. sayısız isimler insanın putları oluvermiştir. Bunların meşruluğu hakkında hiçbir delil yoktur. Bunların içerisini kendinde ululuk gören insan doldurmuştur. Bunlar batıldır ve Allah’ın, ilah-rab-melik-hakim.. isimlerini onlara atfederek inkara varılmaktadır.
Hakeza; cemaatini, mezhebini, meşrebini, üstadını, hocasını, şeyhini, ağabeyini, elleriyle yazdığı kitapların isimlerini.. atasının, ırkının, devletinin, partisinin, liderinin, siyasetinin, grubunun.. isimlerine yüklenen anlamlara bakınız! O isimlere edilen övgülere, dizilen methiyelere dikkat ediniz!
İslam, Kur’an, Rasul, namaz, zekat, hac, ibadet, kulluk, takva, cihat, müslüman, mü’min, kâfir, münafık, müşrik.. gibi isimlerin Allah’ın katında ispatı vardır. İçlerini yalnızca Allah’ın anlam yükledikleridir. Buradan hareketle mü’min ile kafirin, kulluk ile inkarın ayrımı yapılabilecek, İslam isminin tüm kulları kurtuluşa çağırdığının farkına varılacaktır. Aksi halde isimlerin/kavramların hakkına ihanet edilecektir.
Allah’ı hakkıyla takdir edemeyen (22/74) zihinden müslümanın uzak durması gerekmektedir. Nitekim ‘müslüman, mü’min’ isimlerini ona alemlerin rabbi vermiştir. Aynı zamanda o kullar Allah’ın isimleri hususunda dalalete düşmeyip en güzel isimleri O’na has kılarlar ve onlarla dua ederler, o isimlere çağırırlar. Kendilerine indirilen Kur’an’da rableri onlara kendini anlatmıştır, isimlerini her amellerine, dua ve niyazlarına yansıtmakla mukellef kılmıştır.
Basite indirgeyerek söylersek; insan, doğan çocuğuna isim verirken bile günlerce düşünüyor, ölçüp biçiyor. İcat ettiği, keşfettiği bir alete, eşyaya, yere.. bir anlamı olsun, mesaj versin, anıldığı zaman kıymet ifade etsin de zihinlerde kalıcı olsun diye kendince güzel isimler veriyor. El-Halık olan rabbinin ezeli, muhkem isimleri söz konusu olduğunda ise en güzel isimleri O’na çok görüyor. Bunun adı nankörlüktür. Üzerinde bir çok isminin tecellisi bulunan rabbine karşı bu tavrından artık vazgeçmelidir. Zira insanın ondan başka sığınağı ve dayanağı yoktur.
De ki: “İster Allah diyerek, isterse Rahmân diyerek yalvarın. Hangisiyle yalvarırsanız olur; çünkü en güzel isimler O’nundur.” Sen de namazında, niyâzında sesini fazla yükseltme, büsbütün de kısma, ikisi arasında orta bir yol tut. (İsra 110)
Allah ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler O’na aittir. (Taha 8)
O Allah Hâlık’tır, Bârî’dir, Mûsâvvir’dir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih eder. O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (Haşr 24)