Dokunmak, konuşmaktan daha fazla şey söyleme gayretidir. Yazdıklarınız okunaklı olabilir belki, ama aynı derecede dokunaklı olduğunu söyleyemezsiniz. Çok güzel bir yazı yazmış ve aynı zamanda fevkalade önemli konulara dokunmuşsanız bir eksikliği kapayıp telafi etmişsiniz demektir.
Dokunmak fiilini hem olumlu hem de olumsuz eylemlerde kullanabiliyoruz. Yani anlayacağınız son derece kullanışlı bir kelime. “Bana dokunuyor, yemeyeyim” diyen kişi midesi ile yemesi istenen şey arasında bir anlaşmazlıktan bahsediyordur. Vicdanıma, yüreğime dokundu diyen kişi ise olup biten şey karşısında kendini iyi hissetmediğini söylüyordur. Burada da insanın kimyasını bozan bir şey vardır.
İlgilenmenin etkisinden haber verir bazen de dokunmak kelimesi. “Kalabalıklar içerisinden sadece bir gence dokunmak bile önemlidir” diyen kişi samimiyetle yoğrulmuş gayretin boşa gitmeyeceğini söylemek istiyordur. Yani asıl olan kitleleri peşinden sürüklemek değil. Hem bunu her istediğinde başaramayabilirsin de. Yeter ki tek bir insanın yüreğine dokun, o kadar koşuşturma ve çabaya bu bile yeter.
Dokunma, kendine akraba bir sözcüğün etki alanına girip boşlukta salınan iki gözün baktığı mesafeyi gergef gergef dokumaktır. İnsanın dokunma duyusu ne eli ne de derisidir, gönlüdür, nefesidir ve sesidir. Evet, “sevmek dokunmaktır”, ama bu birilerinin dediği gibi kabuk değil öz, zarf değil mazruf meselesidir.
Dokunmak, kendine müsait bir ev arayışıdır. İnsan ne kendi bedenine ne de kendi yüreğine dokunabilir, kendi gözüyle kendi gözlerini göremediği gibi. Dokunmak bir başkasında kendini görmek ve tanımak arzusudur. Dünya karanlığında el yordamıyla kaybettiği şeyi arama denemesidir. Çoğunlukla dokunduğunuz şeylerin neler olduğunu bilemezsiniz. Eğitimde öğretmenin sözcüklerle ya da tavır ve yaklaşımlarla hiç tahmin etmediği öğrencilere dokunduğundan habersiz olması da böyle bir şeydir. Dokunduğun dokuduğundur ey hâce, o dokuduğun şey bir Âdem’in uçsuz bucaksız ruhudur.
Bir çiçeği severken onda ne arıyordur insan? Onun da kendisine dokunmasını belki de. Değil mi ki gül tutan elde gül kokusu kalır. Gül bir insana dokununca ruh galeyana gelip tebahhur eder ve kesif bir rayiha yayar dört bir yana. O göz yumduklarımız, aman neme lazım dediklerimiz, bağını sormadan yediklerimizin hepsi bize dokunmayan yılanlarımızdır. Yılan en yakınımıza da dokunsa bazen o andan itibaren en yakınımız bir başkası haline gelmiştir.
İçimizdeki niyet dokunmaya yönelip geri çekilme refleksidir. Kimi uzaktan gelenin hiç ummadığınız bir anda yararı dokunur, kimi yanı başınızda en yakınınızda bulunanın umudunuzu üzecek biçimde zararı dokunur. Zararın da yararın da modern zamanlarda aygıtlara özgü bir dokunmatik özelliği vardır.
Rüzgâr insana dokunur, iki pencere arasında kalmak cereyandan mütevellit insana dokunur, iyi haber de kötü haber de insana sürünerek geçer. İçimizden birinin ölümü içimizden bir şeylerin ölümüdür ki sıhriyeti olan her kişiye fena halde dokunur. Dua da beddua da dokunur, kıble ve seccade dokunur. Müzik dokunur. Ayrılık size hiç dokunmadan geçip gitti sanırsınız, oysa öyle bir dokunur ki o sadme ile kimin kimden uzaklaştığını bile anlayamazsınız. Hayatın kapı ziline parmaklarınızla hafifçe dokunursunuz, o çalan sizin gelişinize değil gidişinize dair veda müziğidir.
Bazı insanlar vardır, dokunsan ağlarlar.
Bazı insanlar vardır, dokunsan şiir yazarlar.
Bazı insanlar vardır, dokunsan öykü, deneme ya da roman olur.
Bazı insanlar vardır, onlara hiç dokunmayın; çünkü onlar hep meşgul çalarlar.
Milli Gazete / Hüseyin Akın