Serinin başlangıç yazısında kısaca işaret ettiğim “bakabileceğin kadar çocuk yap” fikrinden neşet eden “az çocuk” politikası, modern ebeveynlerde ezici çoğunlukla yer etmiş durumda. Kadının iş dünyasına daha fazla girmesi başta olmak üzere şehir hayatının getirdiği yeni şartları göz önüne aldığımızda eskiye nazaran daha az sayıda çocuğun istenmesinin makul gerekçeleri olduğunu kabul ediyorum. Ancak itirazım çocuğun doğduğu andan itibaren anne babanın “en az sayıda çocuktan en fazla verimi elde etme” çabasına girmesiyle başlıyor. Zaten doğurduğundan korkmanın tohumları bu mantıkla çocuk sahibi olmakla başlıyor maalesef.
Sayıları gün geçtikçe artan bu tür ebeveynler “az ve öz evlat” yetiştirme gayretinde olan tahsilli insanlardan oluşuyor büyük oranda. İşleri, hedefleri, öncelikleri ve hayat şartlarından dolayı az çocuk yapmayı istemekteler ancak az sayıda dünyaya gelen çocuklarının da çok yönlü ve çok türde yetenekli olmalarını istiyorlar. Haliyle bunu elde etmek için “çok sayıda ama daha az vasıflı” evlat yetiştirmiş büyüklerini takip etmek yerine “en az çocukla en fazla verimi vadeden” modern dönemin sunduğu kitapları, uzmanları vb. takip etmeyi seçiyorlar.
“En az sayıda çocuktan en fazla verimi elde etmek” ifadesinin sanayi, tarım ve hayvancılıkta “en az maliyetle en fazla verim” düsturunu hatırlattığının farkındayım. Zaten tam da bu düsturdan ilham alarak türettiğim bir ifade bu. Zira bana göre iki ifadenin de temelleri aynı kaynaktan besleniyor; dünyevi hedefler. Evet, maalesef özelliklerini anlattığım doğurduğundan korkan ebeveynlerin en büyük korkuları aslında çocuklarının yaptıkları maliyetlere karşılık tatmin edici düzeyde dünyevi hedefleri elde edememeleridir. Bu, en büyük korkuları olduğu için buna engel olabilecek tüm tutum ve davranışlardan olabildiğince kaçarlar. Bu kaçışın profesyonelce olması için de temel hedefi dünya olan uzmanların çizdiği sınırlara göre ebeveynlik daha doğrusu “terbiye edicilikten arındırılmış bakıcılık” yapmaya gayret ederler. İnsanın kendi evladına endüstri ürünü gibi davranması ne kadar da acı değil mi?
İddialarım ağır geliyor olabilir ancak çevrenizde doğurduğundan korkan ebeveynlere baktığınızda siz de aynı durumu görmüyor musunuz? Dünyaya gelmesine vesile olduğu evladına yapacağı maddi yatırımın karşılığını hesap ederek hareket etmiyorlar mı? Bu kaygıyla henüz bebek yaşta sayılabilecekken büyük paralara bakıcılar, kreşler, dil eğitimleri, zekâ geliştirici oyunlar, zekâ için yiyecekler vs derdine düşmüyorlar mı? Üç yaşında renkleri İngilizce sayabilmesi bu tür ebeveynler için hayati öneme sahipken görgü kurallarını bilmesi ya da en basitinden “sübhaneke” duasını okuyabilmesi çok da önemli değil. Zira bunlar ilerde de yapılabilecek detay şeyler olarak düşünülmekte. Tüm dert dünya olunca ebeveynler maddi olarak girdikleri maliyetin somut karşılığını da görmek istiyor haliyle. Bu somut karşılığın da diploma olduğunu tahmin etmek zor değil.
Diploma için gerekli tüm şartlar sağlanırken çocuğun psikolojisini bozabilecek her şeyden şiddetle kaçınılıyor. Bu psikoloji bozucu şeyler genelde sorumluluklar oluyor ne hikmetse. Çocuğun ve gencin bir insan olarak yapması gerekenler psikolojisi bozulması, dikkatinin dağılması ihtimaline binaen ebeveynce yerine getiriliyor. İki yumurta kırmayı bilmeyen, bir ampul değiştirmekten aciz, kendi odasını dahi toplamaya üşenen genç kızların ve delikanlıların sayısı neden bu kadar çok sanıyorsunuz. Bu şartlar altında evlat büyüten ebeveyn doğurduğundan korkmasın da ne yapsın!
Öte yandan evlatlarımızın geleceği için hiç mi kaygı duymayacağız? Elbette kaygı duyacağız. İki çocuk sahibi bir baba olarak ben de bu kaygıyı taşıyorum ve sorumluluk sahibi her anne babanın bu kaygıyı duyması gerektiğini düşünüyorum. Ancak kaygı duymak ile korkmak arasında büyük bir fark var. “Doğurduğu için kaygı duymak” sağlıklı iken ”doğurduğundan korkmak” problemli bir ruh halinin yansımasıdır. Doğurduğu için kaygı duyan ebeveynler öncelikli hedeflerini ahiret ve maneviyata verdikleri takdirde somut beklenti içine girdikleri zat, çocuğun kendisi değil; her şeye kadir olan Rabbimiz olacaktır. O, murad ederse olur, biz elimizden geldiğince iyi örnek olacağız gerisi Allah’ın takdiridir diyerek tevekkül etmenin rahatlığını ve lezzetini yaşayacaklardır. Bu rahatlık onları korkudan ziyade huzurlu bir ruh haline sevk edecektir.
Evet, bizler kaygılı ebeveynler olarak rızkı verenin Allah olduğuna samimi olarak iman edeceğiz. Bununla beraber gerek kendimiz için gerekse de evlatlarımız için öncelikli hedefimizi dünya değil ahiret olarak belirleyeceğiz. En güzel örnekliği önce kendimiz için ardından evlatlarımız ve toplum için sergileyeceğiz. Evlatlarımızın özellikle eğitimi konusunda, evladımızda olandan fazlasını beklemeyip ondan talep geldikçe en azından asgari şartları sağlayacağız. Eğitim konusunun evladımızla olan iletişimimizi ve ailevi huzurumuzu bozmasına izin vermeyeceğiz. Üç yaşında İngilizce renkleri bilmesinden ziyade; üç yaşında “sübhaneke” okuyor olabilmesi, nine ve dedesinin ellerini öpüyor olması bizi daha çok sevindiriyorsa doğru yoldayız demektir.
Feyzullah Akdağ/Her Taraf