Güç mü Ahlak mı sorusu maalesef akıllarda hafif bir misafir gibi ağırlanmakta. Bizleri “Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.” (Bakara, 129) ayeti tekrar düşünmeye zorlamalı. “(Ey Resûlüm!) (Biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) ayeti ile Peygamberimizin(sav) sünnetindeki o muhteşem vaziyeti karşısındaki duruşumuzu fark etmeliyiz. Cevabı veren aklın Allah’a teslimiyette gücünün Ahlak oluşu, Ahlak’tan güçleniyor oluşun biz Müslümanların istikametimize sürat kazandıracak bir nimet olmasında kuşkusu yoktur. Buna rağmen üzerinde artık dersini çalışmadığımız; aklımızdaki ezberlerin tatbikatına gerek duymadığımız sünnet, yüzyılın modern çemberine alınmaya çalışılmaktadır. Unuttuğumuz üzere hatırlatılan “Asra yemin olsun ki, muhakkak insan ziyandadır. Ancak iman edenlerle, salih amel yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler böyle değil.‘’(Asr Suresi) ayetiyle omuz silken, kibirli düşüncelerde kirlenen, uyarmak kadar uyarılmanın da bir nimet olduğunu unutan bizler, Rahmet Peygamberi (sav)’nin sünnetinde diretmemenin alarmını artık hissetmiyoruz maalesef. Sünneti anlamaktan öte İslam dışı yaşamı hayatımıza modernizm altında adapte etmeye çalışıyoruz. Aile hayatımızdaki kopukluklar, eğitim üslubumuz ve ticari hayatımız artık bu kalıp çemberinde midelerimize sindiriliyor. Selamlaşmalarımızdan sohbetlerimize kadar günlük hayatın içinden her şey bizi yarın daha da uzaklaştırmak üzere şekilleniyor. Tavrımız, düşüncelerimiz ve görüntümüzle sadece insanların dikkatini çekmeye çalışan, imtihan farkındalığından uzak bir akılla sosyal medyada maharet sergiliyoruz. Sosyal medyanın gücünü Ahlak yoksunluğunda kullanmak bizim için bir prestij oldu artık. Eleştiriyi almayan bir biz, eleştirinin gücüyle kaleme değil akla saldıran bir biz olduk. Örnek olmaktan da vazgeçtik
Peygamberlerimizin Kur’an’da dualarla yatıştırdığı kalpler; adeta aklımıza rakip olur hale gelmekte, niyetlerden amellere kayan o muhteşem parlaklıktaki Tarık, nefislerin körleşmesinden artık görülemez ve bir o kadar sanki bizden uzaklaşırken görüntülenemez oldu. Ezberlerimizin tatbikatsızlıktan ne yazık ki her yaştan ‘modern Alzheimer’lere dönüştüğü ‘yüzyıl Müslümanları’ olarak tanınan bir Tip’i daha sosyal sözlüklere eklediğimiz bu hallerimizle dünyaya ayak uydurmaya kendimizi zorladık. Ayağımıza bağ olan Sünnetten uzaklaşmanın kasvetini hissedemez olduk. Ekranlarda ve sosyal medyadaki etiketlediğimiz bilinçten uzak varsayımlarla, rivayet güçlendiren ve bu güçten beslenen masalcılar olduk. Ayetleri akıldan atıp egolar üzerine sertleşen bir günlük hayat çizdik kendimize. Ve tevazu üzere olanlara şaştık kaldık. Derhal her birimizin şaşkınlık şemsiyesini kapatıp‘’Evet, muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık var’’ (İnşirah, 6) ayetiyle nurlanıp tekrar tekrar fıtratımızın en güzel biçimlerine dönmemiz, o biçimden filizlenip daimi çalışmamız ve orada kalmamız gerekmektedir.
Bu çabanın ne kadar kolay oluşunu dillendirirken o sarp yokuştan adeta kaçarak geri manevralar yapıyoruz. ‘Modern Alzhemier’lerin söylemlerine destek veren hastabakıcıların tavırları ise büyük çukurlar açtı. Bu hastabakıcıların Ümmeti bilinçli bir karantinada tutma çabaları, kontrol merkezlerini sağlamlaştırma adına olan bu‘hap’ı maalesef Ümmet olarak yuttuk. İyileştirme üzerine bizlere sunulan paketlerin içindeki tatlı ilaçlar bizleri uyutmak üzere verilen zehir olarak saflarımıza şırınga edilmektedir hala. Zehir serumlarıyla sünnete aykırı sedyelerde taşındığımız yoğun bakım ünitelerinde nasıl iyileşebiliriz? Doğdukları andan itibaren tv’yi adeta çocuklarına bakıcı olarak tutan bizler; onları tanımayan ve kontrolsüzce sosyal medyaya bağlayan, sevgiyi ihtiyaç karşılamaya indirgeyen ebeveynler olduk. Alışveriş merkezlerinde istekleri bitmeyen bireyler yetiştirirken onların hiç tanımadığı bir çocuğa kardeşim demeyi öğretemeyen bir biz olduk. Çocuklarını oyun jetonlarıyla besleyen ve bu jetonları paylaşmayı Ahlak edindirmeyen ve jeton sayısına göre güç öğretisini veren ebeveynleriz artık.
Başının çaresine bakmak zorunda kalan bu Ümmetin çocuklarından uzaklaşıyor, Ümmete çocuklarımızı uzaklaştırıyoruz. Bu en büyük tehlike! Bilinçsiz bir süratle birbirimizden uzaklaştığımız, dünyaya gelme sebebimizi unutmuş, vazifeyi dünya mevkiindeki başarıya bağlı güçlü karakterlere dönüştüren bu ümmeti zor anlar beklemektedir. Bu zorluk gözümüzün önündeki perdedir. Dikkat eksikliği yaşadığımız kirli sularda kürek çektiğimiz sandal, gücü tek başına seçtiğimiz her an su alacaktır. Bu sularda ıslanan takva elbisesine karşı dünyanın en tehlikeli terzileri karşımızdadır. Bu modacılar Ümmetin Takva Elbisesi yerine gösterişli mankenleriyle modelledikleri podyumlarda bizim yerimize prova yapmaktadırlar. ‘Güçlü Ahlak’ yerine ‘Güçlü Karakter’ adlı smokinlerini parlak kumaşlarda bize özel renk renk dikmekte, bu paçavrayı kendi elleriyle bize giydirmektedirler. Ümmetin üzerine dikilmiş kirli bezler bir yana dursun, onların aynalarında düzelttiğimiz papyonların terzilerini tavsiye eder hale geldik. Zaten istenen de budur! Tavsiye edilmek! Artık Takva Elbisemizi korumak üzere değil smokinlerimizi övmek üzere bize yakışmayan şatafatlı hayatlar ve bu hayata teşvikle silinen bir kimlik üzere yaşamaktayız.
Dünyada yükselen plazalar gibi Ümmete çekilen setlerin vahim tablosu Müslümanlar tarafından çerçevelenmiştir. Ümmet kıyafetten gözlerini alamaz hale gelmiş bir de kendini Doğu’nun kralı ilan etmiştir. Kendini alıştırdığı ‘Güçlü Karakter’ rolüyle kardeşlikten uzaklaşmış, Batı’ya ve kendi içinde sürekli yapması gereken tavsiye/anlatma vazifesinden vazgeçmiştir. Değerlerinden vazgeçen Doğu, smokini pahalıya satan bir Batı var karşımızda. Müslüman, dünyayı Doğu-Batı olarak ayıran Batı’dan yana olmuş, nüfus kaydını hızla Batı’ya geçirmiştir. Oysaki nerde doğduğunla ilgilenmeyen bir sünneti Doğu-Batı arasında sapasağlam bir bağa çevirememişizdir. Kardeşin paylaşmak için olduğunu anlatamadığımız Batı’ya bir de kendimizi çıkarlar üzere ortak edişimizde güçlü olmayı istemenin etkisi vardır. İnfakın tatbikatından uzaklaşan bizler, Allah’a olan vazifeyi kariyer basamaklarında tehlikeye atıyoruz. Müslümanlığın bir nimet ve Rahmet oluşunu tatbik yerine, bu nimeti bir güç olarak dünyaya reklam edip tahtlarımıza oturduk keyifle. Saflarımıza atılan kuvvetli zehirler uzuvlarımızdan bizi uzaklaştırmış, kardeşimize olan güvenimizi sarsmıştır. Batı kütüphanelerinde verilen dersi çalışırken başını Ümmete çevirmeyen, yanında oturanın kim olduğunu bilmeden kendi dersini çalışıp giden yüzyılın görev adamları olduk. Takva’ya her sahip çıkamayışımızda aldığımız haince ödüller karşısında smokin yarışları başlattık. Nimetlerin sadece bize verilmiş ve Doğu’dan Batı’ya anlatılması gerektiği gibi fakirce bir fikir oluşmuş; “Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat.’’ (Duha, 11) ile sünneti tam uygulayan Peygamberimiz (sav) bizi bu nimetleri bilmeyene karşı duyulan hoşgörüde o vakur tavrı bize öğretmiştir. Teslimiyetin muhteşem gemisinde yolculuğa bir kişi daha almanın şahitliğinin sevabını bizlere anlatmıştır. Ancak biz ne kadar uyguluyoruz ve ne kadar bu nimeti insanlara anlatıyoruz?
Ve ‘’…fakat takva elbisesi, işte o, hepsinden daha hayırlıdır…’’ (A’raf, 26) ayeti ile Allah’ın ipine birlikte güçlü Ahlak’la bağlanmanın o coşkulu şükrünü tavsiye eden Rahmet Peygamberi (sav)nin peşinden büyük kopuşlar olmuştur. Allah tarafından gönderilen “…Bu giyim eşyasını göndermek Allah’ın ihsanına delalet eden alametlerdendir. Gerektir ki, düşünür ve anlarlar.’’ (A’raf, 26) can simidinin tefekkürünü tatbik yerine; gemiden atlama teşebbüslerimize batıyı da şahit tuttuk. Ümmeti parçalama girişimlerinin kolaylaşmasında batı’nın gücünü aramak yerine, bizim Ahlak gücümüzün azaldığına kanaat getirmeliyiz artık. “Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem, 4) övgüsü üzere alan Ahlak Peygamberinin(sav) mirasını tekrar hatırlamalı, sünnette neleri işaret ettiğini görmek için Kur’an’ın tatbikatına dönme aciliyetine ihtiyaç vardır.
Tekrar Kur’an’a sarılmak için hafızalarımızı verilen ilaçlardan arındırmamız gerekmektedir.
Rotası ahiret olan ve en güzel istikamet üzere olan İslam güvertesinde yolculuğumuzu yaparken sarp yokuşlarda pusudakilere av olmamak; yükselen sularda kaybolmamak; birbirimizi kaybetme gafletinden kurtulmak gerek. Bize sunulan tek kişilik tahtların servisine olumsuz cevapları veren muttakiler olmalı bu Ümmet. Bir taraftan Doğu milliyetçiliği yaparken diğer yandan tüm insanlardan uzaklaşmada bu set itibariyle Hakk’ı anlatmadan uzak kalan bir Ümmet haline gelmemiz tartışma konusudur. Böylesine insanlara set çeken bir Ümmet haline gelişimiz Allah’ın ipine nasıl bencilce sarılıyor oluşumuzu gösteriyor. Yoksa biz nimeti anlatmada mı cimrileştik? Güçlü olurken Ahlak güçsüzleşti mi? Allah’ın Kur’an’dan/Sünnetten uzaklaşmamak üzere yine bize “Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mu’’ (Kamer, 17) öğüdünü tekrar dikkate almalı, yolumuzu kolaylaştırmalıyız. Sünnete uzak bıraktığımız sayısız insanların tüm bakışlarını şu an üzerimizden çekmek için Ahlak’ı aklımızda sabit tutmamız ve Kur’an’a dönmemiz gerek. Doğu’nun Batı’ya ve kendine çektiği setin en önemli sonuçlarından biri de artık Ümmetin Kur’an ve Rahmet Peygamberinin(sav) sünnetinde değil; ‘İnsan Hakları Bildirgesi’nin üzerine daha çok düşünür hale gelmesidir. Herkesin imdadına koştuğu bu bildirgede tamirat üzere
Müslümanların müdahalesini görememek de başka bir sonuçtur. İnsan Hakları Bildirgesi’nde hala olmayan ‘yetim hakları’ Ümmet tarafından ele alınmamıştır ve dillendirilmemiştir. Allah’ın kitabında korkutulduğumuz yetim hakkını anlatmaktan çekinir hale gelmemiz vahiyden ne kadar yetim kaldığımızı göstermektedir. Hakk’ı tavsiyenin ne olduğu ve vazifenin mühim süreçleri hakkında nesillere verilen eğitim ancak ve ancak ‘kariyer eğitimleri’nden ileriye gidilememiştir. İçi boş başarı çizelgeleri ve kupa ödülleriyle oyalanan bu Ümmetin derhal üzerindeki smokini atıp Takva’nın gayretine girip Sünneti tatbikatında peşinden hem Doğu’yu hem Batı’yı sürüklemelidir. Güçlü Ahlak modelleriyle insanlar arasındaki setlerin kardeşliğe nasıl dönüştüğünü hızla göstermeli ve ‘’Bizi doğru yoluna ilet, Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna;gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin yoluna değil’’ (Fatiha, 7) ayetlerini tefekkürler ederek birbirimizi yükseltmeliyiz.