Asıl kepazelik ise ülke çapında, ‘seyretmemesi’, sesi çıkması, münkere engel olması gerekenlerin seslerini çıkarmamaları, kuzuların sessizliğini sürdürmelerindeki istikrarlarıdır.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de bu kepazelik bir ilktir ama son olmayacaktır; bu bir milattır ve devamı gelecektir. Çünkü lağım borusunun sokağa taşması için haddinden ziyade hazırlık yapılmıştır. Sözünü ettiğimiz fuhuş olayı, ülkede ‘itina’ ile ekilen tohumların ürünüdür. Bir toplumun, hangi yönde çaba harcamışsa, emeğinin karşılığını alması tabiidir.
Türkiye gibi bir ülkede fuhşun alenen yapılması, Kur’anî tabirle toplumun Lut kavmi sürecine girmesi Müslümanlarda bir inkılap meydana getirmeli, uykularımız kaçmalı, vurdumduymazları vurdumduyar yapmalıdır. Bu rezalet içimizi acıtmalı, yüreğimizi kanatmalıdır; paslanmış, taşlaşmış yüreklerimizi…
Lakin burada asla göz ardı etmememiz gereken bir husus bulunmaktadır. Bu hakkı, bulunması gereken yere ikame etmezsek zulüm işlemiş ve zalimlerden olmuş oluruz. Ülkenin herhangi bir beldesinde Lut kavmi artıklarının aleni fuhuş yapmaları, bu ülkede laikliğin devletin resmi tutumu (yani bir nevi devlet dini) haline getirilmesinden daha büyük bir günah değildir. Çünkü laiklik bütün fısk ve fücuru üretmektedir. Fısk u fücurun birinin modası geçer, diğeri başlar. Laiklik -Nuri Pakdil’e ait bir ifadeyle- sadece put yapımevi değil, aynı zamanda fahşa ve münker üretim üssüdür. Tıpkı cehennemin dibinde biten zakkum ağacı gibi, haramlar ve günahlar da laikliğin dibinde konuşlanmaktadırlar. Şimdi, laikliğin dinsizlik olmadığını, bilakis bütün din ve inançlara aynı mesafede bulunmak suretiyle -aralarında İslam’ın da yer aldığı- bütün din ve inançları koruyan bir şemsiye olduğu masalını yayanların kulaklarının çınlaması, kalplerinin çarpması vaktidir. Tabi kulaklarına katran dökülmedi, kalpleri de hakikate karşı yalıtılmadıysa.
Bütün yol, yöntem ve vasıtalarla hayattan men ettikleri İslam’ın yerine laikliği ikame edenlerin niyetleri -Bebek’teki mücrimlerin çıplaklığı misali- bütün çıplaklığı ile hala tebarüz etmediyse, bunun artık kalplerin mühürlenmesi, gözlerin perdelenmesi ve kulaklara ağırlık vurulmasından başka bir izahı yoktur. Laiklik Allah’ın günah saydığı, haram kıldığı bütün cürümler için alan açmakta, korumalık yapmakta, haramı teşvik etmektedir. Din ve vicdan özgürlüğü demek, -insanın cinsel uzuvlarına varıncaya kadar- isteyen istediği her şeye tapabilir, isteyen istediği, aklına gelen her türü melaneti işleyebilir, daha doğrusu işlemelidir demektir. Allah’ın şirk ve küfür dediği inanışlara laiklik özgürlük adını vermektedir. Bunun için öncelikle dinin yasaklanması gerekmektedir. Çünkü din her şeye müdahale etmekte, hiçbir şeye bigâne kalmamakta, tanımsız bırakmamaktadır.
Özgürlük, eşitlik, insan ve kadın hakları, feminizm gibi maskelerin ardındaki gerçek çehreleri anlamayan, tertemiz İslam’ı, nereden geldiğine dikkat kesilmedikleri bu küfür ideolojilerinin hizmetine koşan entelektüellerin yine de yaşananlardan bir ders çıkaracaklarını zannetmiyorum. Özgürlük söylemini göklere yükseltenlerin, kimin, nelerden ve niçin özgürleştirilmek istendiğine dair hala zihinlerinde bir şimşek çakabileceğini düşünemiyorum.
İnsan nefsi takvaya olduğu kadar fücura da meyilli yaratılmıştır. İmtihan bunun böyle olmasını gerektirmektedir. Din, insanın takvasını besleme çabası iken, din dışı da, insanın fücur eğilimini azdırma girişimidir. Nefsani duyguları (hevası) azdırılan, dolayısıyla canavarlaşmış insanın işlemeyeceği bir günah, yapmayacağı bir ahlaksızlık bulunamaz. İnsanın edepsizlikte sınır tanıması için gerekli olan yegâne unsur Allah’a imandır. Allah mefhumu literatüründen çıkartılan insanın neden cürümlerden cürüm beğenmeyeceğini birilerinin izah etmesi gerekmektedir.
Herhangi bir batı ülkesinde asırlık geçmişi olan ahlaksız bir fiilin Türkiye’de muhafazakâr bir partinin iktidarında işlenmiş olması bütün muhafazakarları derin derin düşündürmelidir. Ve bilinmelidir ki bu ahlaksız eylem bir işaret fişeğidir. Allah’ın, öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere isabet etmez buyruğu acıtıcı olarak tecelli etmektedir. Yapılacak tek şey, bir an önce tevbe ederek, sırtımızın arkasına attığımız Allah’ın dinine dönmek, İslam haricindeki bütün ‘izm’lerden teberri etmek ve Rasullerin yolunu yaşamlaştırmaktır. Bizi Allah’ın dininden başka kucaklayıp, merhametle kuşatacak, maddi-manevi bütün dertlerimize çare olacak hiçbir sistem yoktur. Bütün müminler, yaşanan bunca tuğyana, yeri-göğü inletecek bir ses vermelidirler.
Mehmed Durmuş
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı, hidayeti ve tüm güzellikleri üzerinize olsun muhterem kardeşim.
Allah razı olsun, derdimi dert edindigin için.
Amin, bilmukabele İbrahim kardeşim
İslam takvayı
Laiklik fucuru
Orneklemeniz tam olarak mükemmel olmuş.
Bazen hissettiğim yanlışları ne kadar istesem de anlatabilemıyorum bu kadar fucurun günde güne çoğalmasının sonucu olarak acaba anlata bilme yetimimi kaybediyorum.. ama kesinlikle fucurun kalpleri, zihinleri, aklı paramparça etiğine inanıyorum
Allah razı olsun kardeş. Allah bize bilincimizi, duruşumuzu, ilkelerimizi korumayı ve müslümanca ölmeyi nasip etsin
Allah senden de razı olsun abi
Muhafazakarlar bu tür ahlaksızlıkların artmasından rahatsız olmazlar. Çünkü Muhafazakarlık Batılılaşmacı bir ideolojidir. Nitekim liderleri de laikliğin İslam’a uygunluğunu iddia ederek iktidara gelmiştir. Bunların peşlerine takılıp da İslami bir davadan bahsedenlerin birçoğu bile yaşanan süreçten pişmanlık duymazken(tevbe etmezken), Muhafazakar demokrat olduklarını iddia edenler hiç rahatsız olmazlar!
“Bütün müminler, yaşanan bunca tuğyana, yeri-göğü inletecek bir ses vermelidirler.”Eyvallah Mehmet hocam.
Bulunduğumuz ortamlarda bireysel olarak ses verdiğimizi düşünsek bile! tebliğin,davetin,uyarıların marufun emir münkerin reddi konusunun toplumsal uyarı yönünün eksik olduğu aşikar.
Bütün Resuller bulundukları ortamlarda yönetici konumundaki,tuğyan etmiş,tağutlaşmış ,mele,mütref,ekabir.. takımına ve halk kesimine daveti apaçık,bütüncül bir şekilde duyurarak sizin tabirinizle yeri göğü inleterek yapmışlardı.
Tağutu red ederek bir olan Allah’a kulluk daveti biricil görevleriydi.
Fakat bugün bizim durumumuza baktığımızda genel itibarı ile parçacı bireysel, kendine islami diyen her yapılanmanın kendi çeperinde,daha çok stk modunda hareket ettiğini görüyoruz…
Sorunumuzun düşünsel ve siyaset boyutundaki eksiklikleri aşikar,dolayısı ile vahdet boyutu ve birlikte hareket etme şuuru şuan için kısıtlı…..
Kardeşler olarak bu ve benzer sorunlarımızı tesbit ederek tevhid bilincinde olan müminler olarak vahdeti gerçekleştirip toplumsal daveti yaygınlaştırıp nebevi Kur’an’i daveti nasıl gerçekleştirebiliriz? diye kafa yormamız gerekir diye düşünüyorum…
Yoksa sesimizi kimse duymuyor,işitmiyor…
“İman eden apaçık bir delil ile iman etsin,küfreden apaçık bir delil ile küfretsin.’
değerlendirmene katılıyorum Vedat kardeşim