Heyecanla soyunma odasına girdi ünlü teknik direktör Fatin Kerim. Kafasında yeni bir taktik vardı. Ve bu taktiği daha önce kimse uygulamamıştı. Günlerdir bu taktiği kafasında olgunlaştırmıştı ve artık hayata geçirmenin zamanı gelmişti. Zaten ligde işler istediği gibi gitmiyordu. Bu taktik her şeyi yoluna koyacaktı. Bundan emindi. Üstelik bu hafta en önemli rakipleriyle derbi haftasıydı. Puan kaybetmeye tahammülü yoktu ve tabi ki yönetimin de. Yani bu maç aslında kariyeri için de ya tamam ya devam maçıydı.
Yeni ve görülmemiş taktiğiyle rakip teknik direktörün bütün hesaplarını bozacak ve tarihi hezimet yaşatacaktı ona. Maçın 8 Mart gibi anlamlı bir güne denk gelecek olması ise ayrıca bir mutluluktu kendisi için. Hatta bu, evren tarafından kendisine bir işaret bile olabilirdi. Maçtan sonra galibiyeti tüm mor derneklere ve kendisine toplumsal cinsiyet eşitliğini öğreten feminist hocasına armağan edecekti.
Bu taktiği geliştirirken bir kaç hafta önce katıldığı toplumsal cinsiyet eşitliği programından esinlenmişti. Eğitimi veren uzman “hayat madem müşterektir; kadın da erkek de her anlamda ve her alanda eşit olarak bu hayatı beraber yaşamalılar” demişti. Zaten kadın da erkek de her açıdan eşit değiller miydi?
Uzmanın dedikleri o anda kafasına pek yatmamıştı. Zira kulüp doktoru Niyazi Beyle yaptıkları bir sohbet aklına gelmişti. “Kadın ve erkek her açıdan eşit olamazlar” demişti Niyazi Bey ve devam etmişti: “Eşitlik olması için her iki cinsiyetin biyolojik olarak eşit olması gerekiyor. Oysa kadın ve erkek daha anne karnındayken bile farklı bir gelişim sürecine giriyorlar. Hatta yapılan son çalışmalara göre kadın ve erkek beyinleri farklı yapıya sahip. Beyin yapısının farklı olması demek her açıdan farklılık olması demektir. Farklılıklar ise kötü değildir. Her cinsiyetin daha yetenekli olduğu alanlarda çalışması demektir. Toplumsal cinsiyet rolleri de tamamen bu biyolojik farklılıktan ortaya çıkan ve zaman içinde kalıplaşmış rollerdir. Dünyanın her yerinde cinsiyet rollerinin büyük benzerlikler taşıması biyolojinin ve dolayısıyla fıtratın aynı olmasından kaynaklanıyor. Toplum ve toplumsal roller biyolojiye göre şekillenir; biyoloji, topluma göre şekillenmez” diyordu Niyazi Bey.
Oysa kendini eşitlik savunucusu olarak tanıtan feminist uzman, tüm eşitsizliklerin toplumsal dayatmalardan dolayı çıktığını söylüyordu. Eğer toplum, doğumdan itibaren kız-erkek ayrımı yapmadan tam bir eşitlikle çocuklara davransa eşitsizlikler ve ataerkil sistem kalkacaktı ortadan. Fatin Hoca biyolojik gerçeklerin insanı ve toplumu şekillendirdiği gerçeğini göz ardı eden bu uzmana itiraz edecek oldu. Lakin ortamdaki terminatörlerden korktu. Ağzını açsaydı anında “kadına şiddeti savunan cinsiyetçi erkek” etiketi yiyecekti. Mecburen vicdanının sesini kıstı ve karısının hatırına geldiği eğitimi sonuna kadar dinledi.
Eğitimin bir bölümünde uzman, bazı fotoğraflar gösterdi. Bu fotoğraflarda genelde erkeklerle özdeşleştirilen sporlarla uğraşan kadınlar vardı. Bir fotoğrafta Dünya Vücut Geliştirme Şampiyonasında birinci gelen bir kadın vardı. Kadının adeta her bir santimetresi kas olmuştu. Kadını görünce tiksindi. “Kadın böyle mi olur Allah aşkına! Kadındaki zarafet, incelik, letafet nerede yahu!” diye içinden isyan etti. Eğitmen, biranda içinden isyanını yaşayan Fatin Hoca’ya dönerek “belki şuan içinizden kadın dediğin böyle olmaz diyorsunuz. İşte bilin ki size o cümleleri kurdurtan toplumsal baskıdır.” dedi bağırarak.
Bunu duyduğu an kafasında şimşek çakmıştı Fatin’in. “Tabi ya! Ben, tamamen toplumsal baskıyla böyle düşünüyorum.” Hem o Doktor Niyazi de namaz kılan biriydi yani tarafsız konuşması imkânsızdı. Ayrıca, duyduğuna göre Kur’an’da kadın erkek eşitliği reddediliyordu. Şimdi Kur’an’a inanan birisi hekim de olsa eşitliği savunamazdı. Evet, şimdi aydınlanmıştı!
Yılların teknik direktörü aydınlanmadan aldığı ilhamla “madem kadın ve erkek bile eşit; bütün futbolcularım da eşittir” dedi içinden. Aslında aklına ilk gelen şey, futbol federasyonuna başvurup kadın-erkek karma bir futbol ligi kurulmasını teklif etmekti. Ancak henüz aydınlanmamış ataerkil toplum buna karşı çıkardı. Kafasında bir plan yaptı. Bütün futbolcuları erkekti. Hepsinin de iki kolu iki bacağı vardı yani eşitlerdi. Öncelikle bu gerici topluma kaleci, golcü gibi pozisyonların eşitliğe aykırı olduğunu gösterecekti. Kalecisi Ahmet elbette golcü pozisyonunda da oynayabilirdi. Golcüsü Selim kaleyi de koruyabilirdi. Yapacağı tek şey antrenmanlarda tüm futbolcuların eşit antrenman yapmalarını sağlamaktı.
Fatin Hoca emindi. Bu iş olacaktı. Derbiye bir hafta vardı ve yeni antrenman planı hazırdı. Haftaya alacakları önemli galibiyetle eşitlik fikrini ispatlamış olacaktı ve karma lig teklifi için önemli bir kazanım elde edecekti. Planı belliydi. 11 kişiyle kale korunacak yine 11 kişiyle gol için atak yapılacaktı. Öyle 4-4-2, 5-3-2 gibi ayrımcı taktikler yoktu artık. Hem bu taktiklerde neden kaleci sayılmıyordu! Bak yine bir ayrımcılığı tespit ettim! dedi kendi kendine. 11 kişi golcü, 11 kişi kaleciydi bundan böyle!
“Top bizim kaleye geldiği an 11 kişi tamamen kalenin önünde dizileceksiniz. Adamlar golü atacak delik bulamayacak. Top bize geçince 11 kişiyle atağa kalkacağız adamlar neye uğradıklarını bile anlamadan gol atacağız” dedi kahkaha ve heyecanla. Bunu dinleyen futbolcuların şaşkınlıktan ağızları açık kaldı. “Hocam sen ne dediğinin farkında mısın?!” diye itiraz ettiler. Ama Fatin Hoca geri adım atmayacaktı. ”Gençler anlıyorum, henüz toplumun size dayattığı yobaz bakış açısından kurtulamıyorsunuz. Ancak eşit antrenman sistemimizle zamanla hepiniz hem çok iyi birer kaleci hem çok iyi birer golcü hem de diğer alanlarda oynayabilecek uzmanlar olacaksınız. Eşitlik kurtuluştur!”
Ağzından çıkan son slogan çok hoşuna gitmişti Fatin Hoca’nın. Bu pankartla da maça çıkmaya karar verdi. Futbolcular yine itiraz etti ama bu sefer kadro dışı bırakmakla tehdit etti. Bunu duyan futbolcular mecburen boyun eğmişlerdi. Bütün hafta eşit antrenman programı uygulandı. Gece gündüz çalıştılar. Her şey mükemmel görünüyordu. Ve o gün geldi. Devrim günüydü o gün: 8 Mart Saat: 20.00
Fatin Hoca çok heyecanlıydı. Hakem Erhan Köroğlu düdüğünü çaldı ve maç başladı. Rakip takım neye uğradığını şaşırdı gerçekten. Defans, kaleci, orta saha, kanat ayrımı olmadan tüm futbolcular hücuma kalktı. Fatin Hoca şaşıran rakip teknik direktöre alaycı bir bakış attı. Rakip teknik direktör, meseleyi hemen anladı ve oyuncularına şu talimatı verdi “herkes uzmanı olduğu alanda oynasın. Adalet, eşitliği yenecek!”
Bu talimatı duyan Fatin Hoca, o an kendisine unutturulan en önemli kavramı hatırlamıştı: Adalet. Evet, adalet her insanın doğuştan getirdiği yetenekler ve özelliklere uygun olarak yaşamasını sağlamak ve bu özelliklere göre en verimli olacağı alanda çalışmasına alan açmaktı. Eşitlik ancak fırsatların sunulmasında söz konusu olabilirdi. Eşitlik, yaratılışta yoktu ki! Gelmiş geçmiş tüm insanların parmak izleri bile eşit değilken kadın ve erkeğin her anlamda eşit olduğu nasıl kabul edilebilirdi. Aklı başında hangi insan bu saçma ideolojiyi kabul edebilirdi! İdeolojik bataklığa saplanmış kindar zihniyetin kendisini kandırdığını o an anlamıştı ama artık çok geçti.
Rakip takım 90 dakikanın sonunda yine anlamlı bir mesajla 8 gol atmıştı Fatin Hoca’nın takımına. Futbolcuların yüzüne bakamıyordu. İyi ki pandemiden dolayı taraftarlar alınmamıştı stadyuma aksi takdirde olacakları tahmin dahi edemiyordu. Hoca, futbolcular soyunma odasına inmeden hemen ayrılmak istedi stadyumdan. Ceketini ve eğitimde kendisine hediye edilen mor atkısını boynuna doluyordu ki yardımcısı içeri girdi. Fatin Hoca’ya titrek bir sesle “Hocam kulüp başkanı sizi çağırıyor” dedi. Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur muhtemelen.
Evet, kabul ediyorum; yazdığım öykü garip hatta saçma sapan bir öykü. Ancak bazen saçmalayanlara saçmaladıklarını göstermek için saçmalayarak cevap vermek zorunda kalırız. Nitekim muhatap olduğunuz kitlenin akıl, mantık, muhakeme, delil gibi kavramlarla pek işi yoksa ortada sağlıklı bir tartışma ortamı olamaz. Siz de derdinizi ancak onların dilinden konuşarak ve savundukları ideolojinin ne tür saçmalıklara zemin hazırladığını göstererek anlatabilirsiniz. Tabi bu yöntemin işe yaraması da sadece “bir umut” kabilindendir. İşte bizim durumumuz da tam da budur! Öyküdeki feminist uzmanın dedikleri hayali değil. Gerçekten böyle düşünüyorlar ve gittikleri her seminer, panel, çalıştay ve konferansta aynen bu örnekleri verip insanları ikna etmeye çalışıyorlar. Tüm makaleleri, görsel çalışmaları ve videoları bu saçmalıklarla dolu.
Kadın ve erkeğin biyolojik, nörolojik, psikolojik ve sosyal açıdan apaçık farklı oldukları her geçen gün modern bilim eliyle de ispatlanırken bu bağnaz zihniyet, söylemlerinden asla geri adım atmıyor. Ne bilim ne din ne gelenek ne de akıldan küçücük delilleri bile yok ama süslü cümlelerle insanları saçmalıklarına inandırıyorlar. Onları muhatap alan yetkililer sayesinde etkileri, kibirleri ve cüretleri gittikçe artıyor. Ve nice insanımız delilsiz, temelsiz ve saçma bir ideolojinin peşine takılarak fıtratlarına savaş açıyor. En sonunda kendileri ve aileleri harap oluyor. Ne diyelim, bizi saçmalamak zorunda bırakanlar utansın!
Her Taraf / Feyzullah Akdağ