Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Faruk Beşer’in şefaatle ilgili yazdığı iki yazısına ‘reddiye’ mahiyetinde yazdığım eleştirel yazıyı bir şekilde kendisine de iletmiştik. Kendileri cevap olarak şöyle bir not gönderme lütfunda bulundular: “Teşekkür ederim, yazı uzun okuyacak vaktim yok. Bir iki paragraf okudum kendini rahatlatmak için yazmış bir arkadaş gibi geldi bana. Olsun böylelerinin de rahatlayacak bir şeyler bulması lazım. Allah hepimize hakkı hak olarak göstersin.”
Sayın Beşer’in otuz üç kelimeden oluşan bu cevabına, daha doğrusu cevap vermekten kaçınma tutumuna ilişkin birkaç maddeden oluşan bir not düşmeyi ilim adına, ahlakî bir gereklilik olarak görüyorum.
1.Sayın Beşer, “yazı uzun, okuyacak vaktim yok” diyor. Vaktim çok kıymetli olmasına rağmen ben ilgi alanıma giren, haberdar olduğum herkesi olduğu gibi, Faruk Beşer’i de okumaya çalışıyorum. Bu, Faruk Beşer’in yazıları çok kıymetli olduğu için değil, ilgi alanıma girdiği ve de kibirlenmeyi dinim yasakladığı içindir.
2.Ben yazımda Faruk Bey’i ismi ile andım ama kendisi, hakkında eleştiri yapmış birini, “kendini rahatlatmak için yazmış bir arkadaş” olarak nitelendiriyor. Peşinden gelen cümlesinde de, “böylelerinin” oluyorum. Rabbime hamd ediyorum ki, nefsim bu gibi tavsiflerden asla etkilenmez lakin İslamî ilimler alanında ‘uzman’ bir kişinin üslubunu son derece zehirleyici bulduğum için, dikkat çekmek istiyorum.
3.Faruk Beşer, iki yazısı hakkında eleştiri yapmış ama kendisini hiç tanımadığı [aslında yıllar önce bir vesileyle tanışmıştık] kişi hakkında, “kendini rahatlatmak için yazmış bir arkadaş” diye bir hüküm cümlesi kuruyor. “Böylelerinin de rahatlayacak bir şeyler bulması lazım” sözüyle, eleştiri yapan kişinin sırf kendini rahatlatmak için bunları yaptığına dair kanaatini pekiştiriyor.
Şimdi sormak istiyorum: Acaba, hiç tanımadığı kişi hakkında böylesine hüküm vermek, iman ettiğimiz Kur’an’ın zan, töhmet, gaybı taşlamak, bir kavme olan kinimizin bizi adaletsizliğe sevk etmemesi gibi uyarıları kapsamına girmiyor mu? Kitap, “Sinelerin özünde olanı yalnızca Allah bilir” demesine rağmen, acaba Faruk Beşer kalplere mi hükmediyor?
4.Eleştirel yazım ortada duruyor. Daha yazının başında, iki kişinin de şahitliğinde kendisiyle bu meseleyi münazara etmeye hazır olduğumu belirtmiş ve bir çağrı yapmışım. Yoksa bütün bu ‘üst perde’ tavırları, bu çağrımın üzerini örtmeye mi yöneliktir?
Ben çağrımı yineliyorum: Faruk Beşer’le şefaat meselesini konuşmaya talibim.
5.İslami camiada neden bir eleştiri ahlakı oluşmamaktadır? Bir insanı eleştirdiğimiz zaman, neden hemen oracıkta, o kişinin en istenmeyen adamı haline geliyoruz? Hatta kişinin bizzat kendisini eleştirmemize de gerek kalmadan, sırf fikir, kanaat, siyasi görüş ve din algısına aykırı bir söz söylediğinizde, anında saldırgan bir üslupla size karşı bir cephe oluşturuyor ve hakaretleri peş peşe sıralamakta hiçbir beis görmüyor.
6.Birazcık medyatik olan ya da akademiden veya başka alanlardan bir etiket almış bazı kimselerdeki kibri anlamak mümkün değildir. Oysa erdem ve bilgi etikette değildir. Erdem ve bilgi, ilimde, tefekkürde, iz’anda, basirette, ahlaktadır. Kur’an’ı ve sünneti doğru anlamak etiketle alakalı değildir. Müslümanca düşünebilmek, müslümanca yaşayabilmek, müslümanca bir toplum (bir İslam toplumu) inşa edebilmek için müslümanca bir tartışma, münazara ve münakaşa edebine sahip olmamız olmazsa olmaz bir gerekliliktir. On binlerce insana ulaşma imkânı sağlayan yazı ve iletişim vasıtalarına sahip olmamız başlı başına haklılık sebebi değildir. Haklı olmak için Hakk’a uygun söz söylememiz gerekir.
7.Faruk Beşer, Rasulullah (sav)’in, bir kişi ile konuşurken onun yüzüne baktığını, yüzünü başka yere çevirmediğini, kişinin sözünü kesmediğini, yani konuşma edebine tam riayet ettiğini bilir. Yoksa sünnet deyince bunlar o kapsama dahil değil midir acaba?
8.Faruk Beşer’in ‘cevabı’ göstermiştir ki, şefaat iddiaları çürüktür. Kur’an’ın şefaate kesinkes reddettiği görüşü isabetlidir.