İnsan denilen şu meçhul, kendi gibi bir beşer olan varlıkları put edinmekte ne mahirmiş meğer. Putperestlik dediğimiz hadise de aslında daha ziyade insan, daha doğrusu beşer-perestlikmiş meğer. Yani insan yine kendisi gibi bir insanı (beşeri) tanrılaştırmakta, onu tanrı edinmektedir. “Tanrım!” diye, iki eli, iki bacağı, bir kafası, yüzü, gözü ve kulağı olan, ölümlü bir varlığa seslenmektedir. Beşerden yonttuğu putunu ya tanrı parçası yapmakta, ya da en azından tanrının en yakınına kadar sokulmuş, dünyada eşi-benzeri olmayan bir üst insan konumuna çıkartmaktadır.
Ülkede ve dünyada nice nice kelli-felli insanların (beşerlerin), kendileri gibi fani-ölümlü beşerleri tanrılaştırıcı tabasbus ifadelerini gördükçe hem hayretimiz artıyor, hem de zihnimizdeki bazı sorular daha bir yerine oturuyor. Böylece müşrik insan alabildiğine küçülüyor gözümüzde, meğer gözümüzde büyüttüğümüz bu kimselerin gerçekte, elbise giydirilmiş kütüklerden başkası olmadıklarını idrak etmiş oluyoruz. Şu oluyor yani: İşte tarih boyunca aslında hep böyle olagelmiştir; insan öncelikle kendisi gibi herhangi bir insanı put edinmiştir. İnsan insanın salyasına-sümüğüne tapmıştır kısacası.
Her insan da bilir ki aslında diğer insanlar da birer fanidirler, bildikleri, bilmediklerinin yanında, çöldeki bir kum tanesi gibidir. Put edinilen insanın da gücü, tıpkı diğerleri gibi sonlu ve sınırlıdır. Hiçbir fani, bırakın bir milleti, bir ulusu, bir toplumu, bir sineği bile yaratmış değildir. Yaratının kim olduğu bellidir. Aslında kâfirler, yaratıcının kim olduğunu pekâlâ bilirler. Yağmuru kimin yağdırdığını, göklerin ve arzın kime ait olduğunu çok iyi bilirler. Ama olsun, işte yine de insanoğluna, maverada, kendisini bizatihi görmediği, dokunamadığı, karşılıklı konuşamadığı bir İlah’tan ziyade, hemen yanı başında duran, kendisine dokunabildiği ama şöyle bir nebze de kendisini ezen, kendisine merkep muamelesi yapan, kendisini döven ve söven, hakaret eden, somut, canlı-kanlı bir ilah, bir beşer-tanrı gerekmektedir!
İşte bu beşer-tanrıları icat, imal ve ihdas etmekte insanoğlu pek mahirdir.
Bu yüzdendir ki, kulları kullara kulluktan kurtarıp, bütün kulların yegâne sahibi Allah’a kul etmek üzere içimizden tensip edilmiş bulunan Nebîlere/Rasullere Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi olsun. Onların o aziz, o şerefli, pak ve temiz yoluna canımız feda olsun. Bu tertemiz yolun değeri bir kat daha artmakta gözümüzde; gönlümüz onun süruru ile dolmaktadır.
İnsanoğluna, bu hakikati kafasını şişirircesine anlatacak, Nebilerin varisi müminlere ihtiyaç var. İnsana, kendisi gibi bir beşeri; yerine göre burnunu silmekten aciz, idrarını bile tutamayabilen, ne dediğini bilemeyecek kadar sarhoş olabilen bir faniyi put edinmemesi gerektiğini hatırlatacak… Her insanın, diğer her insan gibi birtakım işleri yapabileceğini, hiçbir insanın eşsiz-benzersiz yaratılmadığını anlatacak… İnsanların sevapları kadar, hatta ondan fazla günahlarının olabileceğini; hayatın bütünüyle Allah’ın elinde olduğunu, her hayırlı işi Allah’tan, her şerri de insan nefsinden bilmek gerektiğini öğretecek muallimlere ihtiyaç var. Ama işte o muallimleri de tanrılaştırmayacak, insanlara saygıda haddi aşmayacak topluluklara ihtiyaç var.
Akıllarını kullanmayan kalabalıkların üzerine Allah’ın rics (pislik) indireceği ilahi ilkesini ne çok görüyor, ne çok şahit oluyoruz.
İnsan hevasını, aşağılık arzularını tanrı edinmektedir. Bu aşağılık arzuları ona, kendisi gibi bir beşeri tanrı edinmesi i fısıldamaktadır. Bu fısıltıya karşı, Allah’ın uluhiyetini ve rububiyetini yüksük sesle söyleyecek müminlere selam olsun.