Nijerli olup da Batı Avrupa ülkelerinde ve İstanbul’da tanıdıklarımın arasında, ‘Abdulazîz’isminin yaygınlığı dikkat çekiciydi. Bunun sebebi Nijerli bir kardeşimiz tarafından şöyle izah edilmişti:
‘1860’larda iki büyük kabile yıllarca savaşmış.. Binlerce kayıp..
Bakmışlar ki bunun sonu yok; Nijer’de fiilî bir Osmanlı hâkimiyeti olmadığı halde âkil adamlar, ‘İstanbul’dan, Halife -Sultanımız’dan yardım isteyelim, onun hükmünü kabul edelim’ demişler.
Sultan Abdulazîzbir heyet göndermiş Nijer’e, tarafları haftalarca dinlemiş ve Halife adına hükmü bildirmiş.. Ve kan durmuş ve bu hayırlı gelişmenin hatırası için, hele de o eyalette, doğan oğlan çocuklarına en çok ve hâlâ da ‘Abdulazîz’ adı verilir olmuş..’
***
Muhammed Esed, (henüz Leopold Weiss olduğu 1920’lerde) Kuzey Afrika’daki Sunûsîlik Hareketi’nin lideri Şeyh Sunûsî’ye, ‘İtalyanlar Trablus ve Bingazi sahillerine en modern silahlarla çıkarma yaptıklarında, siz o modern silahlardan mahrum olduğunuz halde, at sırtında, kılıç, kalkan ve basit tüfeklerle savaşa katıldınız. Bu kararınız doğru muydu?’ diye sorar.
Cevap çarpıcıdır: ‘Müslüman toprağı saldırıya uğrar ve de, Halife herkesin savunmaya katılmasını isterse, o zaman bizim maddî güçlerimizin hesabını yapmamız alçaklık olurdu.’
***
Bugün, Müslüman coğrafyalarındaki kanlı boğuşmalar bitmek bilmiyor, içimiz kan ağlıyor ve hemen herkesin ağzında, ‘Bu niye böyle ve ne zamana kadar? Bir çare bulunmayacak mı?’lafları..
Son olarak hâlâ kanamakta olanSuriye ve Yemenmâlûm. Afganistan da hakezâ..
Afganistan’da Tâlibân güçleriyle rejim güçleri arasındaki boğuşmada hemen her gün onlarca insan ölüyor. O güçlü silâhları onların eline kim tutuşturuyor ve neyin karşılığında? Son olarak, evvelki gün bir kışlaya karşı gerçekleşen Tâlibân Saldırısı’nda 100’den fazla insan hayatını kaybetti. Bırakınız insanı, o kadar balina öldürülseydi, onların haberi bile dünyada hadise olurdu.
***
Ama Müslüman coğrafyalarındaki bu bitmeyen boğuşmaların dünyaya verdiği mesaj, ‘Müslüman toplumlar ilkel.. Onları ancak büyük devletler idare edebilir’ şeklinde oluyor. Esasen, hele de Osmanlı’nın çökertilişinden sonra, 100 yıldır, olan da bu… Trump, Suûdî Kralı’na, ‘Bana bak Kral, biz olmasak, siz bir hafta bile ayakta duramazsınız!’ dediğini dünya karşısında açıkça söylememiş miydi?
İran’ın, ’İsrail’e karşı Direniş Cebhesi’ oluşturduğu iddiasıyla vargücüyle desteklediği Suriye’deki Baasçı Beşşar Esed rejimini kendi gücüyle ayakta tutamayacağını anlayınca, devreye girmesi için ikna ettiği Rusya ise, bugün Suriye’nin idaresine fiilen el koymuş durumda… Hattâ o kadar ki, Suriyeli generaller bugün Rus teğmenlerin komutası altındalar artık.. (50 yıl öncelerde, NATO’da vazifeli Amerikalı bir başçavuşun Türkiye’de, bir albay’a nasıl emirler verdiğine bizzat şahit olmuştum, Malazgirt’te..)
***
Arabistan, Mısır, Sudan, Libya, Irak, hepsini saymaya gerek yok, vs. coğrafyalardaki rejimlerin hâli de ortada..
Ve Müslüman coğrafyalarındaki rejimlerin her birisi, halklarının aslî inanç ölçülerini değil, kendi varlığını korumayı en ön planda tutuyorlar. Böyle olunca da ‘Bu perişanlık niye devam ediyor?’demek mânâsız oluyor. Çünkü inandığımız değerler açısında bir meşrû’ otorite- ‘baş’ etrafında toplanamadığımız için, kalabalık kitlelerdurumundayız.
Müslüman sıfatıyla anılan ve nüfusları 1.5 milyarı aşan halklar bugün, başsız durumdalar ve parça-bölük olmuş halk toplulukları, enselerine çöken gayrimeşrû’ ve zorba rejimler eliyle güdülen durumundalar, çok büyük çapta..
Böyle olunca da, emperial -şeytanî güçler kurtarıcı sıfatıyla gerçekte ise güdücü olarak niçin çıkmasınlar sahneye..
100 yıl öncesine kadar nâkıs bile olsa bir şer’î otoritesi vardı Müslümanların.. Yok edildi.
Çare, yine ‘şer’î akıl’la bulunacaktır.
Star / Selahattin E. Çakırgil