وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ
﴿٢٠٤﴾
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki o hasımların en yamanıdır.” (Bakara 204)
Münafığın İki Tiplemesi
Kur’an’ın en güzel yanlarından biri insanın tüm hallerini çepeçevre kuşatarak anlatmasıdır. Münafık insan tipi her dönemin başlıca insan problemidir. Münafık insan tipi külfetin olduğu yerde olmaz. Külfet varsa orada münafıklık yoktur. Lakin bir nimet varsa, paylaşılacak bir ganimet var ise orada münafık vardır. Bu ganimet kimi zaman para kimi zaman mevkii kimi zaman da şöhrettir.
Tarihsel süreç irdelendiğinde görülecektir ki en büyük münafıklar kuşkusuz yönetme arzusunda olanlarla onlarla işbirliği tutan din adamlarıdır. Halkı propaganda yoluyla kendine ram etmeye çalışan yöneticiler ve adayları demogogları vasıtasıyla halkı kendi istediği şeye çekmeye gayret ederler. Bunun için yapmaya çalıştığı şeyleri süsler ve helalleri haram, haramları helal yapmada bir beis görmez. Bunu da doğru olarak satmaya çalışır. Tabii halkı inandırabilmenin bir diğer yolu bunu halkın inandığı değerler üzerinde otorite kabul edilen kişiler elinden icazet alarak yapmak durumunda olduklarının da bilincindedirler. Din adamı sınıfındakiler gerek “beka” meselesi üzerinden gerek “ümmetin varlık ve yokluk seçimi” üzerinden gerekse hırsızlığı yolsuzluğu aklayabilmek için “yolsuzluk hırsızlık değildir” kabilinden edebiyat denemeleriyle yahut da “Allah, adaleti ve ihsanı, akrabaya yardımı emreder…” ayetini akraba kayırmacılığına teşne tutarlar. Veyahut da verilecek oyların “ruz-u mahşerde beraat belgesi olacağını” iddia ederek yahut da “emaneti kendilerine verdikleri için Allah’ın onlara hesap sormayacağını” alenen ilan ederek bunu yaparlar.
Yaptıkları şeyin Allah katında ne kadar nefrete sebep olduğunu bile bile Allah’ı da yaptıkları pisliğe şahit kılarlar. Aslında ne toplum gibi ne de inanç gibi sorunları yoktur bunların. Bencil, çıkar odaklı ve işleri görülene kadar nasıl görünmeleri gerekiyorsa o şekilde görülen ve nasıl olmaları gerekiyorsa öyle olan ama sonrasında tüm çıplaklığıyla kendi iğrenç yüzlerini ortaya koyan kimselere dönüşmektedirler. Allah bu gibi kimseleri tüm çağlara tanıtarak Allah adıyla aldatan bu aldatıcılara karşı bizleri uyanık olmaya davet etmektedir. İman etmek, akıllı olmak ve kimsenin oyu/nu/na malzeme olmamaktır. Çünkü bu tipler Allah’a, resulüne ve iman edenlere hasımların en yamanıdır.
Münafıkları birde şu ayetlerden tanıyalım:
Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: “Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım” der. (4/72)
Eğer size Allah’tan bir fazl (zafer) isabet ederse, o zaman da sanki onunla aranızda hiçbir yakınlık yokmuş gibi kuşkusuz şöyle der; “Keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük ‘kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim.” (4/73)
Bu iki ayette Münafıkların savaş durumundaki yaklaşımları ve Allah’ın nimetini nasıl altüst ettikleri ifade ediliyor. Savaşarak Allah yolunda şehid olmayı nimetlerin en güzeli sayacakları yerde, savaştan kaçarak orada bulunmamayı Allah’ın nimeti sanıyorlar. Mü’minlere Allah’ın bir imtihanı ve belki de kurtuluşlarına vesile olacak bir Müsibet isabet ettirdiğinde “Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım” diyorlar. Ama ne zaman ki; Mü’minlere bir fazl (zafer) isabet ederse o zaman da “Keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük ‘kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim.” Diyerek pişmanlık duyuyorlar. Onlar aslında Allah’ın asıl nimetinin ne olduğunu çok iyi biliyorlar ama dünya nimetlerini ahiret nimetlerine tercih ettikleri için veya gayba gereği gibi iman etmedikleri için asıl nimetten mahrum kalıyorlar.