Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.(3/159)
Allah ile ilişkileri güçlendirmenin bir diğer kanalı O’na layıkıyla tevekkül etmektir. Genelde sıkıntılı anlarda Rabbimizle ilişkilerimizi tanzim eden tevekkül irtibatı imanımızın ne kadar sağlam olduğunun da bir kanıtı durumundadır. Tıpkı haramlara karşı duyarlılık Allah’tan ne kadar korktuğumuzun kıstası olduğu gibi.
Bir insanın Allah’a gerçekten bağlı olup olmadığının sınandığı iki temel alan vardır:
1. (Bedenin arzuladığı) şehvetler alanı
2. (Ruhun çektiği) sıkıntı-zorluklar-sorunlar alanı
Kulluk hayatımızda Rabbimiz bizi her iki alanda imtihan etmektedir. Tevekkül sıkıntı-zorluk-sorunlar alanında göstermemiz gereken kulluk eyleminin adıdır. Bu yönüyle ayrı bir ibadet aktıdır. Zorluk ve sıkıntılı hallerde bu duyguyu kalpte duymak tıpkı namaz kılmak gibi bir ibadettir. Tevekkül kalbi bir ibadettir.
1. Tevekkülün tanımı
Tevekkül bir varlığı kendimize vekil kılmaktır. Tevekkül his dünyamızda gerçekleşen bir ameldir. Bu yönüyle tevekkül de bir duyguya dayanmaktadır, güven duygusuna.
Rabbinin adını zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca ona yönel. O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka ilah yoktur. O halde yalnız O’nu vekil tut. Başkalarının diyeceklerine sabret, güzellikle onlardan ayrıl. (73/8-10)
‘«Vekil» kendisine güvenerek kendi işlerimizi ona havale ettiğimiz şahıstır. Bizim dilimizde de hemen hemen aynı manada kullanılmaktadır. Mahkemedeki işlerimizi bu vekilin yürütebileceğine inanır ve işlerimizi ona havale ederiz. Bizim bir şeyler yapmamıza hacet yoktur. O halde bu ayetin anlamı şöyledir: ‘Senin bu dine davette bulunmana karşılık muhaliflerin veryansın ediyorlar ve sana her türlü zorluğu çıkarmaktalar. Ama sen bunun için kaygılanma. Sen işini doğunun ve batının Rabbi ve bütün kainatın sahibine havale et ve O’nun seni savunacağından ve muhaliflerine karşı işlerini düzelteceğinden emin ol.’ (Mevdudi, Tefhimul Kuran)
Bu açıklamadan anlaşıldığı gibi tevekkül eylemi önce güven sonra vekil edinme ile gerçekleşmektedir. Vekil edinilen varlığın bize vekalet edeceği işi yapabileceğine güvenmeksizin vekil kılma gerçekleşmez.
Vekil kılmada ihmal edilmemesi gereken bir nokta var: O da kula düşen iş ve sorumlulukların yerine getirilmesidir. Bunu da Hz. Yakub’un örnekliğinde görüyoruz:
‘Ve dedi ki: “Ey yavrularım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah’ın takdirini sizden engelleyemem. Hüküm yalnızca Allah’ındır. Onun için bütün tevekkül edenler O’na tevekkül etmelidirler.” (12/67)
Tedbiri elden bırakma ve fakat sırtını yine de sadece Allah’a dayandır, zira takdir Allah’ındır. Allah hikmetine uygun bir şekilde dilediği zaman, dilediği biçimde, dilediği kadar hayata müdahele eder. Bir elektronun atom çekirdeği etrafında dönmesi nasıl O’nun iradesi/dilemesi ile oluyorsa, bir insanın bir şey dilemesi de O’nun iznine bağlıdır. Dolayısıyla tedbir de alsak tedbire değil Allah’a güvenmek gerekir. ‘İnşaallah’ sözünün hikmetlerinden birisi de budur. ‘Allah dilerse planladığım işi gerçekleştireceğim.’ ‘O dilerse aldığım tedbir işe yarayacak.’
Kul kendisine düşen bütün işleri ve sorumlulukları yerine getirirken bunları tevekkül duygusuyla yapmalı, gücünün son sınırına geldiğinde de yine tevekkülün bir boyutu olan ‘havale’ işini gerçekleştirip Allah’a bel bağlamalıdır.
2. İman ve tevekkül arasındaki ilişki
İman kelimesinin güven kelimesiyle bağlantısını da bu bağlamda hatırlamak lazım. Bu kelimenin kökündeki ‘amene’ fiili emin olmanın yanısıra güven duymak anlamına da gelmektedir. Bu bakımdan tevekkül imanın bir sonucudur/meyvesidir. Aralarındaki sıkı bağdan dolayı imanı zayıf olanın tevekkülü de zayıf olmaktadır.
İman ve tevekkül arasındaki ilişkiyi şu ayetlerde görüyoruz:
Allah’tan korkan ve Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle dedi: “Onların üzerlerine kapıdan girin. Oradan girerseniz muhakkak galip gelirsiniz. Eğer layıkıyla iman ediyorsanız yalnız Allah’a tevekkül edin. (5/23)
De ki: «Gördünüz mü, eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helâk etse veya bize rahmet buyursa, ya kâfirleri pek acıklı bir azabtan koruyacak kimdir?» De ki: «O Rahmân’dır ki, O’na imân ettik ve O’na tevekkülde bulunduk. Artık yakında bileceksiniz ki o apaçık sapıklıkta bulunan kim imiş?» (67/28,29)
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir(42/36)
Şu söz bu ilişkiyi güzel özetlemektedir: ‘Tevhid kalbin ilmi, tevekkül de (o ilme dayalı) kalbin amelidir.’
3. Veli kavramının tevekkülle ilişkisi
Veli kavramının tevekkül kavramıyla sıkı bir ilişkisi vardır. Veli, kişinin kendi tercihi sonucu yakın ve yoğun bir ilişkiye girdiği, sırtını dayadığı, yönünü çevirdiği, zararlardan korunmak ve ayakta kalabilmek için yardımına başvurduğu güç-kudrettir.
İkisi arasındaki ilişkiyi şöyle açıklayabiliriz: Tevekkül bir veliye sığınma eylemi/davranışıdır. Veli kendisine sığınılan/bel bağlanan güçtür.
Veliye tevekkül edilir. Gerçek veli Allah’tır. Zira kainatta bütün güç ve kuvvet O’na aittir:
Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır. (35/41)
Dolayısıyla sonsuz kudret sahibi bir Varlığa tevekkül etmek en doğru tercihtir.
Yoksa onlar, O’ndan başka veliler mi edindiler? Oysa Allah, veli O’dur(fallâhu huvel velîyyu). Ölüleri dirilten O’dur. Herşeye gücü yeten O’dur!..İşte o Allah, benim Rabbimdir. O’na tevekkül ettim. (42/9-10)
Allah’ın dışında başka veliler(ilahlar) edinenlerin misali, kendine ev edinen dişi örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi. (29/41)
” Yusuf dedi ki: … “Ey Rabbim! Sen bana dünya mülkünden nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı müslüman olarak al ve beni salih kulların arasına kat!” (12/100-101)
4. Tevekkül: Sıkıntılı hallerde Allah’a bağlılık göstermektir
İnsanın hayatı inişli çıkışlıdır. Bazen hastalık, korku, maddi-manevi kayıplar, endişeler, bunalımlar ve sıkıntılara düşebiliriz. Tevekkül işte böyle hallerde bize uzatılmış bir can simididir. Yaşadığımız bu tür hallerde devreye giren tevekkülün en önemli hikmeti problemlerimiz karşısında somut olarak gerçekleştirilecek bu eylem ile bize yol gösterilmesidir. Dolayısıyla Rabbimiz bizi zor zamanlarımızda da yalnız bırakmıyor ve bize adeta şöyle demektedir: ‘Ey kulum! Başına gelenlerin hepsi senin imtihanındır. Bu imtihanı başarabilecek güçle seni donattım. Bu nedenle endişeye kapılma. Yapman gereken şey bana güvenmendir. Ben bu imtihanında hep senin yanında olacağım. Seni yalnız bırakmayacağım. Mutlaka bu zorlukla beraber bir kolaylık gelecek. O gelene kadar sana yüklediğim şu yükü taşı. Beni yanında hisset. Bu sıkıntıya sabredersen senin kalbine sekine indireceğim. Bu senin yükünü daha kolay taşımanı sağlayacak. Bu yolda en sevgili kullarım olan peygamberler de çok sıkıntı çektiler, onların halini düşün ve onları kendine örnek al. Bu sıkıntıların imtihan gereği olduğunu unutma ve kendi aleyhinde zannetme. Az kaldı, dişini sık. Yalnız değilsin. Benim sonsuz kudretimi düşün, bundan güç bulacak ve ferahlayacaksın.’
“Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zararveremez. Müminler Allah’a tevekkül etsinler.”(58/10)
Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine de aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.(ve tevekkel alâllâh ve kefâ billâhi vekîlâ) (33/48)
Bu açıklamalardan sonra kendi hayatımıza gelelim ve imanımızın hayatımıza nasıl yansıdığını kontrol edelim.
Gerçekten sadece Allah’a bel bağlayabiliyor muyuz, sadece Allah’a güvenebiliyor muyuz, sırtımızı sadece Allah’a dayayabiliyor muyuz, sadece Allah’tan yardım/medet umabiliyor muyuz ? Bu sözlerdeki vurgu ‘sadece’ kelimesi üzerinedir. Hayatta karşılaştığımız ‘sorunlara’ nasıl yaklaşıyoruz?
Dolayısıyla herhangi bir korku anında sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. İnsanlar bize eziyet ettikleri zaman sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Rızık sorunu yaşadığımızda sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Sınavımız olduğu zaman sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Bir yakınımız vefat ettiğinde sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. İşsiz kaldığımız zaman sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Tehdit edildiğimiz zaman sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Bize ‘aşırı’ vb. haksız ithamlar yapıldığında sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Savaş zamanlarında sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz. Sıkıntılı bunalımlı, depresyonlu anlarımızda sadece Allah’a tevekkül etmeliyiz…
5. Tevekkül: Allah yeter bilincidir
Allah kuluna kafi değil midir? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. (39/36)
Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. De ki: “Gördünüz mü, haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.”(39/38)
Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.(65/3)
Tevekkül Allah’ın yardımının yeterliliğine ve (hikmetine uygun bir şekilde) gerçekten de yardım ediciliğine güvenmek/inanmaktır.
Buna inanan kişi ise Allah’ın yeterli oluşunu hissetmelidir. Asıl sorunda zaten burada başlamaktadır: Teoride Allah’ın yeterli olduğunu kabul etmek çok kolaydır zira Allah’ın gücü- kudreti malumdur. Fakat bunu his düzeyinde yaşamak farklı bir süreç. İmanımızdaki bu bilgiyi hislerimize yedirmeden tevekkülü kamil manada yaşayamayız. Bunun his düzeyinde nasıl yaşandığının canlı bir misalini Kuran şöyle aktarmaktadır:
Bir kısım insanlar, müminlere: «Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!»(hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl) dediler. (3/173)
Bu ayette (teorik değil) fiili bir tehlike anında müminin ruh halindeki tevekkül duygusunun tasvirini görüyoruz. Bu tabloda Allah’ın yeterli oluşunun his düzeyinde kavrandığı ortadadır. O halde bizim sormamız gereken soru şudur: Bu seviyeye ulaşabilmek için sahabe neler yaptı, bu seviyeye nasıl geldi?
[1] Biz neden aynı seviyede değiliz? Sadece ilgili ayetleri okumak ve anlamakla insanın otomatik olarak bu seviyeye gelemediği tecrübeyle sabit. Demek ki, bir meseleyi teorik olarak (zihinde) anladıktan sonra onu (kalpte) içselleştirme sürecini çalıştırmak gerekmektedir. Eğer ‘anlamak’la hemen ‘tatbik’ gerçekleştirilebilseydi bu çok kolay olurdu, imtihanın hikmetine uygun düşmezdi. Zira anlama fiilinin hiçbir zahmeti bulunmamaktadır ve ‘anlama’ bu yüzden kişinin samimiyetini ölçecek bir özelliğe sahip değildir. Samimiyetimizi ancak irademizle anladığımızı duygularımıza hakim kılarak ispatlayabiliriz. O halde tevekkülde bu süreç nasıl işlemektedir, neler yapmamız gerekmektedir? Asıl cevabı beklenen soru budur.
6. Tevekkülü güçlendirmek için yapılması gerekenler
Tevekkül sorunların içinde büyüyen bir duygudur. Sıkıntı yaşadıkça onlarla birlikte büyür. O sıkıntıyı yaşama esnasında bir taraftan bu eylemi ortaya koymaya çalışmak diğer yandan da bu konudaki zaaflarımızı/boşlukları görmeliyiz. Bunları gelecek sefere giderme azmi içinde olmalı ve daha güçlü bir tevekkül performansı ortaya koyma kararı almalıyız. Böylece tevekkülümüz gün geçtikçe büyüyecek, zamanla bir ağaç boyuna gelecektir. Tıpkı “rüzgar kamçıları yiyerek yükselen ağaçla, camekan içinde yetiştirilen ağacın aynı olmaması gibi. İkincisinde ne dayanma gücü ne kuvvet vardır.” (Hayat Yolunda Zorluklarla Mücadele, Herbert N. Gasson, s.19)
Artı sıkıntılı anlarda tevekkülü akla getirmek ve gündeme almak gerekir. Gündemimize alarak, yani kendi kendimize ‘Şimdi tevekkül zamanı geldi, Rabbimi yeterli gördüğümü ispatlama fırsatı doğdu, bunu değerlendir!’ diyerek tevekkülle ilgili duyguları harekete geçirip onları güçlendirme fırsatı elde ederiz.
Tevekkül duygusunu geliştirmek için yapılması gereken diğer noktaları maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:
1) Önce Allah’a güvenimizi güçlendirmeliyiz
Tevekkülü güçlendirmek için önce vekil edindiğimiz Rabbimize hakkıyla güven duymak gerekir. Bir varlığa güven o varlık hakkındaki bilgilerimizin doğruluğundan emin olmakla gerçekleşir. Hiç bir fert şüphe ettiği bir varlığa güven duymaz.
Dolayısıyla Allah’a tevekkül edecek kişi Allah ile ilgili doğru bilgilere sahip olmalı ve bu bilgilerini tefekkür yoluyla yakîn(bilginin şüphesiz niteliği) derecesine ulaştırmalıdır. Biz yakîn derecesini kainattaki ayetleri tefekkür ile kazanabiliriz. Hz. İbrahim’in (kalbinde itminanı güçlendirmesi için) kuşlarla ilgili ilgili verilen örneği(2/260) bizde tefekkürle elde edilen, derinleşmiş, his düzeyinde kavranmış ‘bilgilere’ tekabül eder.
Şüphelerin giderilmesi, vesveselere karşı koyabilmek için gereklidir. Allah’ın mükemmelliğini görmek suretiyle güven duygusu pekişir. Bu da ibret nazarı ile tabiata çok bakmakla gelişir. Tabiat Allah’ın kusursuzluğunun temaşa edilebildiği muazzam bir ‘marifet’
[2] okyanusudur. O okyanusa dalan ve orada yüzen kişi güçlenmiş bir şekilde çıkar.
2) Tasavvurumuzda sonsuz tevekkül duygusu oluşturmak
Burada düşüncemizde soyut bir sonsuz güven duygusu oluşturmayı kasdediyoruz. Teoride tevekkül duygumuz nasıl olması gerekirdi sorusundan yola çıktığımızda ‘sonsuz güven duygusu’ fikrine varırız. Zira sonsuz Kudrete sonsuz tevekkül edilir. Kul olmamız hasebiyle biz sonsuz bir eylem ortaya koyamasak bile normalde gösterilmesi gereken güven duygusunun sonsuz olması gerektiğinden yola çıkarak bu ifadeyi -nihai anlamda ulaşamasak bile- ideal bir hedef olarak belirlersek mümkün olan azami güven duygusunu bu suretle (ideal hedefin bizi çekmesiyle) daha kolay elde ederiz. Aksi takdirde ortaya konan tevekkül performansının yeterli olduğu veya daha fazla artırılamayacağı vehmine kapılabiliriz.
3) Allah’ın kudretine hakkıyla iman etmek
Bunun için Allah’ın sadece varlığına ve birliğine değil, kudretine de hakkıyla iman etmek gerekir.
Kudretinin sonsuzluğunu ne kadar tefekkür edersek o nisbette tevekkülümüz artar. Onun gücünü ne kadar çok görürsek o nisbette tevekkülümüz pekişir ve boşluk kalmaz. Örnek olarak tehlikeli bir sokakta yürürken güçlü bir arkadaşın yanında kendimizi nasıl güçlü/güvende hissediyorsak ve bu güven daha güçlü bir arkadaşın
[3] yanında nasıl büyüyorsa, tıpkı bunun gibi sonsuz gücü olan bir varlığa iman ettiysek gerçekten normalde geriye hiçbir endişe kalmaması gerekir. İşte buradaki akıl yürütmemiz maalesef pratik hayatımızdaki tabloyla örtüşmüyor. Bir yerde bir kırılma meydana gelmektedir. İmanda
[4] boşluklar, havalar göze çarpmaktadır.
İmanda gözlemlenen bu problemin çözümü ile ilgili şimdilik şunları söyleyebiliriz: Tefekkür faaliyeti bu sorunun çözümünde de kilit bir rol oynamaktadır. Zira sadece (kainattaki ayetleri) tefekkür ameliyesi ve Kuran’daki ayetler imanı pekiştirebilir. Elimizde başka bir vasıta yoktur. Tespih, hamd, ağlama vb. konularda tefekkür nasıl kilit bir rol oynuyorsa tevekkülde de aynı fonksiyonu görmektedir. Bu bağlamda yapılan tefekkür güven duygusunu harekete geçirmeye, onu beslemeye, Allah’a tevekkül düşüncesini duygularımıza yedirmeye yönelik olmalıdır. Başka bir tefekkür eylemi tesbih faaliyetini dolu dolu yerine getirmek için gösterilmelidir. Bir başka tefekkür faaliyeti sevgimizi artırma hedefine yönelik icra edilmelidir ve ila ahir. Tabiri caizse tefekkür bir kaşık gibidir. A yemeğinden alıp ağzınıza götürür, daha sonra B yemeğinden kaşıklayıp ağzınıza götürebilirsiniz.
Sonuç olarak Allah’ı göremediğimiz için O’nun kudretini tefekkür etmek, icraatini göz önüne getirerek kainata nasıl tesir ettiğini, eşyayı nasıl çekip çevirdiğini, her oluşta onun kudretinin etkisini müşahede etmek, O’nu görememenin oluşturduğu eksikliği telafi edebilir ve sanki hayata/kainata müdahil olmuyormuş, gücü-kudreti şu an ‘mevcut’ ve ‘aktif’ değilmiş vehmini silebilir. Allah’ın pasif-seyredici bir Yaratıcı olmadığını, zerreden kürreye her oluşu eşzamanlı tek başına yönettiğini, azametini ve kudretini bu canlı örnekler üzerinden tefekkür etmeliyiz. Bu şekilde O’nun kudretinin ‘yakınlığını’ hissedebiliriz.
4) Allah’ın Rahman ismini hatırlamak
Tevekkülü güçlendirmek için Rahman ismini sürekli hatırlayarak, o kadar iyiliğin, kesintisiz lütufların içinde sıkıntılarımızın sadece çok az olduğunu düşünmek ve bunu idrak etmek gerekir.
Hayatımızdaki sıkıntıların oranı yaşadığımız lütufların karşısında belki yüzde beşi oluşturuyordur. Bu yüzde beşten dolayı kendimize stres, sıkıntı, korku, bunalım yaptığımızı farkedip ağır basan durumun -savaş gibi istisnai şartlar altında değilsek-, rahmet olduğunu unutmamalıyız, böylece sıkıntıları gözümüzde büyütmemeliyiz. Gözümüzde dağ gibi gözüken şeyin aslında bir köstebek tepesi kadar küçük olduğunu böyle bir kıyaslama neticesinde idrak etmiş oluruz.
Bu nedenden dolayı gün boyunca pozitif ruh halini muhafaza etmeye çalışmalıyız. Bu aynı zamanda tevekkülün göstergesi olur. İnsan olmamız hasebiyle zaman zaman moralimiz de bozulacak. Fakat bunu en asgari düzeyde tutmak tevekkülün hakkını vermek demektir. Bu açıdan Allah’ın lütuflarını çokça düşünmek tevekkülün bir boyutunu oluşturmaktadır.
5) Namazda tevekkül duygularını güçlendirmek
Namaz kılarken söylediğimiz tekbir sözünün manasını tevekküle bağlayabiliriz. Bu sözü söyleyince şu düşünceleri aklımızdan geçirirsek tevekkülümüzü güçlendirmenin farklı bir imkanını yakalamış oluruz: ‘Allah sıkıntılarımızdan, sorunlarımızdan, kafamıza taktığımız şeylerden, streslerimizden, bunalımlarımızdan, düşmanlarımızdan vs. daha büyüktür.’ Böylece sorunların küçüklüğü iyice ortaya çıkar ve insanın ruhunda bir rahatlama oluşur.
6) Peygamberlerin örnekliklerini sürekli akla getirmek
Düşman korkusu olduğunda Hz. Peygamber’in mağaradaki olayını hatırlamak, hastalıkla acı çektiğimizde ve ne olacağı konusunda endişelerin içinde kıvrandığımızda Hz. Eyyüb’ü hatırlamak, işkence tehlikesi yaşadığımızda aklımıza Hz. İbrahim’in ateşe atılma hadisesindeki özgüvenini getirmek, evlat acısı/kaybı yaşadığımızda Hz. Yakub’un tevekkülünü vd. örnek almak gerekir.
7. Tevekkülü nasıl uygulayacağız?
Tevekkül eyleminin üç aşaması bulunmaktadır. Herhangi bir sıkıntı-zorluk-problem anında:
1. Kaygılanma! Endişeye kapılma!
Fayda ve zarar sadece Allah’tandır. O dilemedikçe insanlar hiçbir şey dileyemezler. Kainatta Alemlerin Rabbinden başka hiç bir kimse kudret ve otoriteye sahip değildir ve güvenilecek tek destek O’nun desteğidir.
Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.(25/58)
İnsanlardan korkmayın yalnızca Benden korkun.(5/44)
2. Havale et!
Kafamıza taktığımız her sıkıntıyı, doğrudan çözümü elimizde ve gücümüz dahilinde olmayan her sorunu Allah’a havale etmeliyiz. Nasıl ki, hukuki bir sorunu avukata havale edince kuş gibi rahatlıyoruz, avukatın bu işe bakacağına, ilgileneceğine inanıyorsak tıpkı bunun gibi, sorunlu olduğumuz insanları ve diğer gücümüzü aşan meseleleri de Allah’a havale etmek gerekir.
3. Rabbine güven duy!
O hikmetine uygun bir şekilde vekillik eder. Oluş’un bizim arzu ettiğimiz şekilde olmayışına bakarak güvensizliğe düşme. Vardır O’nun bir bildiği. Neyin nasıl hayırlı olacağını O daha iyi bilir. Rabbin sana yardımcı ve yol gösterici olarak yeter. Geçmişine bak nice sıkıntılar yaşayarak bugünlere geldin. Önündeki sıkıntılar arkadakilerden çok farklı olmayacak, bu sıkıntılardan da selametle çıkacaksın! Rabbinin yardımı sana ulaşacak! Yeter ki, sen sana düşen görevleri eksiksiz yerine getir.
7. Tevekkül duygusunun tezahürleri
Tevekkül duygusuna kamil anlamda sahip olan bir insan tam bir korkusuzluk haline ulaşır ve gelecek endişesi taşımaz. Tevekkülde hedeflenen nihai durum sıkıntılar ve sorunlar karşısında en ufak bir kaygı duymama haline ulaşmaktır. Bunu belki dört dörtlük başaramayabiliriz. Bazen korku ve endişeye kapılabiliriz. Fakat öyle durumlarda bu hakikati hatırlayıp derhal Rabbimize sığınıp O’na tevekkül etmeliyiz.
Bir diğer hedef bunun bir getirisi olarak kulluğu iyi halde de olsak, kötü hallerde de olsak ‘doruk’ noktada yaşayabilmektir. Düşüş yaşamamaktır. Düştüğümüz zaman hemen ayağa kalkabilme becerisi gösterebilmektir. Kulluk gayretimizin problemli hallerimizde düşüş göstermesi imanda ve dolayısıyla tevekkülde bir eksikliğin işaretidir. Böyle bir durum yaşamamız zayıf yaratılmamızdan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte azimle yeniden toparlanabilme hamlesi yapmak da gücümüz dahilindedir.
Bir örnekle ifade edecek olursak acılar içinde hastaneye kaldırıldık veya hastalığımızın ağrıları içinde kıvranıyoruz, böyle bir durumda bile Allah’ı tesbih etmeyi, Yüceler Yücesisin demeyi dilden düşürmemek. Başımıza bir iş geldi, zikir ve tespih görevlerini ihmal etmemek. Belki zikir ve tespih oranlarında bir azalma yaşanabilir, fakat bu görevler o sıkıntılı dönem boyunca tamamen unutulmamalı, ani bir düşüş yaşamamalıdır. Burada Hz. Yunus’un en sıkıntılı bir halde Allah’ı tespih etmesini örnek almalıyız:
(Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: “Senden başka ilah yoktur, seni tesbih ederim, gerçekten ben zulmedenlerden oldum”(en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn) diye çağrıda bulunmuştu.(21/87)
Tevekkülün bir diğer tezahürü nefsin şikayeti bırakmasıdır. İnsanın kadere razı olma haline ulaşmasıdır. Bu nedenle sıkıntılara bakışımızı değiştirmeliyiz, yaşadığımız negatif hadiselerin pozitif yanını düşünmeliyiz. Bu tür hadiselerin çoğu bizi daha kaliteli hale getirmeye, disiplinli hale getirmeye vesile olacağından dolayı sevinebilmeliyiz.
Tevekkül konusunu bir-iki mısrada özetleyen güzel sözler var. Şu sözlerdeki haleti ruhiyeyi kuşanabilirsek, tevekkül sorununu çözmüş oluruz:
“Hoştur bana Senden gelen,
Ya hıl’atü yahut kefen;
Ya taze gül, yahut diken,
Lûtfun da hoş, kahrın da hoş”
“Senden, o hem hoş, hem bu hoş.”
Uygulama kararları:
1. Gelecek derse kadar tevekkül konusundaki zaaflarımızın kendi özelimizdeki sebeplerini teşhis etmeye çalışmak.
2. Dünyevi sorunlar/sıkıntılar karşısında Allah’a olan güven duygumuzu her gün güçlendirmeye çalışmak, O’nu vekil tutmanın verdiği rahatlama hissini yaşamak.
Twitter.com/hervele1
[1] Bu sorunun cevabı için ‘Sahabenin Kuran okuma tarzı ve Kuran’la ilişkilerinin nasıllığı’ daha geniş bir şekilde araştırılmalıdır. Ayrıca Nebevi rehberliğin bu Kuran’la beslenme sürecine katkısının mahiyeti de incelenmeye değer konulardandır. Sahabe Resulsüz kendi başlarına Kuran’la hemhal olsaydılar nasıl bir tablo ortaya çıkardı? Ehil bir rehberin Kuran’ın [anlaşılmasından ziyade(zira anlaşılmayan, anlaşılmamış ayet mi var?)] başarıyla ve doğru bir biçimde pratiğe aktarılmasındaki rolünü tespit açısından bu önemlidir. Kuran’ın hayata aktarılmasında yönlendiren, denetleyen ve kontrol eden eğitimci mercilerin varlığının önemini böylece idrak etmiş oluruz. İnsanları kendi hallerine bırakıp kendiniz anlayın ve yaşayın demek doğru bir yol değildir. Bu iş gurup/’cemaat’ işidir. Tek başına bu işi hakkıyla gerçekleştirebilenlerin sayısı belki onda birdir. Her on kişiden dokuz kişiyi rehbersiz bırakma başarısızlığı, verim/ürün alamamayı ta baştan kabul etmek demektir. Bu sorunu dava çalışmaları açısından da değerlendirmek gerekir. Davaya katkısı olacağını düşündüğümüz nice insandan ürün alınamamasının sebeplerinden birisi de budur. Dolayısıyla insanlara Kuran’ı yaşamlarına geçirme konusunda eşlik ve rehberlik etmek gerekir.
[3] Buradaki kıyaslamayı daha iyi idrak(his düzeyinde kavramak) için bu ikinci arkadaşın örneğin bir dev olduğunu hayal edin ve İstanbul’un en tehlikeli caddesine bununla girdiğinizi farz edin, kendinizi ne kadar güvende hissederdiniz?
[4] İmandaki bu problemi çözebilmek için önce problemin temeline inebilmek gerekir. İmanı iman yapan şey sadece bir bilgi içeriğinin onaylanması, tasdiklenmesi midir? Duyguların imanla bağlantısı nasıldır, nasıl kurulmalıdır? Duygular da imanın bir parçası mıdır veya hangi duygular imanın parçasıdırlar hangileri değil? Bu sorulara tatmin edici cevaplar bulunmalıdır. Bu konuda yapılmış maalesef çok az çalışma var. Genelde iman konusu ya içeriklerinin ispatı ve izahı veya iman-amel ilişkisi açısından ele alınmaktadır. İmanın mahiyeti, kalpteki yeri, duygularla bağlantısı, imanın ve inkarın psikolojisi, imanı artırma metodu, güven-yakin-ilim-zann kavramlarıyla ilişkisi vb. açılardan ele alınmamaktadır. Örnek bir çalışma için bkz: Kuran’ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, Murat Sülün.(Bu çalışma imanın mahiyetini geniş bir şekilde analiz ettiği için örnek olarak verilmiştir.)