Şükür insanda çok temel bir duygudur. Aynı zamanda bir insanın karakterini ele veren en önemli ipuçlardandır. Şükrün zıddı nankörlüktür. Kuran’da Allah’a karşı nankörlük küfür olarak nitelendirilir.
Allah’a şükretmenin önemi Hz. Lokman’a verilen hikmetlerin başında yer almasından da anlaşılmaktadır:
Andolsun, Lukman’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder. Kim nankörlük ederse, artık şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamiddir (hamd yalnızca O’na aittir).(31/12)
Yine iki ayet sonra konuya tekrar dönülmektedir:
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. “Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.”(31/14)
1. Şükretmenin önemi
Kuran’da Rabbimiz şükretmemizi o kadar çok ayetlerde istemektedir ki, biz buradan O’nun şükretmemekten/nimetleri görmezlikten gelmekten asla razı olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.
Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. (40/61)
Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.(16/14)
Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (16/78)
Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı… Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetine şükredin. (16/112, 114)
Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar kalırdınız… Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? (56/63-65, 68-70)
Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. O’nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti. (16/120-121)
(Ey) Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın çocukları! Şüphesiz o, şükreden bir kuldu.(17/3)
Sadece iman etmiş olmak, bir takım ibadetleri yapıyor olmak şükretmek için yeterli değildir. Şükretmek fiili müminlere hitap eden bir çok ayetlerde sürekli hatırlatılan bir eylemdir. Bu kadar sık hatırlatılmasının bir hikmeti olmalıdır.
2. Şükretmenin sebepleri
Allah’a şükretmemiz için o kadar çok sebep var ki, bunları temelden detaya doğru bir sıralamaya tabi tutacak olursak:
1. Bizi yokluktan “varlık” alanına çıkarması
2. Bizi “insan” olarak yaratması
3. Bize “ruh” vermesi
4. Bize “bilinç” vermesi
5. Bize “hür irade” vermesi
6. Bize “akıl” vermesi
7. Bize “el-ayak, kulak-göz, iç-dış organlar” vermesi
8. Bize “nimetler” vermesi: Su, güneş, yağmur, yeryüzünün yaşamamıza elverişli kılınması, azami bollukta yiyecek-içecek vd.
9. Bizi bedenen “yaşatması“: İç organlarımızdaki(biyolojik, kimyevi, fiziki) hadiselerin Allah tarafından bizzat yönetilmesi
10. Bize “şifa” vermesi
11. Bizi mahlukların birçoğundan “üstün” kılması
ve maddi nimetler açısından en önemli şükür sebebi:
12. Bize “Cennet“i vermesi: Bize sonsuz güzellikte, canımızın istediği herşeyin verileceği, zaman açısından bitmeyecek mutlu bir hayatın verilmesi. Ve bu cenneti bize adeta ‘birazcık dişimizi sıkmamız’ karşılığında aslında bedavadan vermesi. Zira ne yaptık ki böylesi bir nimeti hak ettik? Objektif olarak bu soru üzerinde düşünelim. Ortaya konan eylemi, karşılığında alınan değer ile kıyasladığımızda bu gerçek ortaya çıkmaktadır. Tevbe suresinin 111. ayetinde cennetin bedeli olarak ‘Canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldık’ denilmektedir. Bunları vermenin aslında zor olmadığı ortadadır. Zira sonuçta Allah’ın bize verdiğini yine Allah’a geri veriyoruz sadece. Allah bize para veriyor, bizde verilen o parayı kendisine geri veriyoruz ve bunun karşılığında cenneti alıyoruz. Bu ne merhamet, bu ne şefkat!
Bir örnek olarak namazı ele alalım: Günde beş kere beş dakika. Bir takım bedeni hareketler (kıyam, rüku, secde) ve artı o 5 dakika içinde zihni konsantre etmekten ibaret olan bir ibadet. Çok zor bir iş mi bu şimdi? İnsanların zorlanması objektif realite olarak o işin kendisinin zor olduğuna delalet etmez. İnsanların zorlanma sebepleri nefisleridir.
Bunun gibi bizden beklenen diğer bütün ibadetlerin rükünleri ‘iş yükü’ ve ‘sarfedilen beden/beyin enerjisi’ açısından bilimsel bir incelemeye tabi tutulsa bunların çok çok az ve kolay
[1] olduğu ortaya çıkar. Buradaki sorun; nefsimiz ibadeti gözde büyüttüğü ve biz de nefsin bu projeksiyonuna kandığımız için bize zor gelmesidir. Dolayısıyla cennete gitmek aslında çok çok kolaydır.
İşi zorlaştıran biziz. Eğer böylesine bir nimete ‘3-5’ ibadetle ulaşabiliyorsak bu da ayrı bir şükür sebebidir. Rabbimiz cennete girmeyi ne kadar kolay kılmış. Sadece ve sadece O’nun sözünü dinlemek yeterli. Benim sözümü dinleyin size cenneti vereceğim diyor. Ne diye dinlemeyelim? Ne diye dinlemiyoruz, aklımızdan zorumuz mu var?
Allah ne merhametli bir Rabtir. Aslında insanlar Allah’ı ‘anlamış’ olsaydılar ona daha fazla kulluk yapmak/şükretmek için birbirlerini ezip geçerlerdi. Nefislerinin dünyevi menfaatler/zevkler konusunda gösterdiği hırsın bir benzerini hayırlarda birbirleriyle yarışma konusunda gösterirlerdi. Tıpkı bir alışveriş merkezinde ucuzluk olduğunda oluşan izdihamda birbirini ezecek şekilde ucuzlamış mallara hücum eden insan kitleleri gibi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için salih amellere hücum ederlerdi. Bizde bugün olduğu gibi görevlerden kaçmaz, ‘hayır ben o görevi üstleneceğim’, ‘hayır, ben!’ diyerek birbirleriyle görev konusunda kavga ederlerdi.
3. Şükrümüzü nasıl ifade edeceğiz?
Şükür esasen hangi etkinliği içerir? Hakkıyla şükredebilmek için şükretme fiilinin tam neye tekabül ettiğini iyice anlamak gerekir. Yoksa sadece dilimizle ‘arada bir’ ‘elhamdülillah’ demek ile görevimizi yaptığımızı sanırız.
Şükrün kendine has davranış kalıpları(kalbi-ameli) bulunmaktadır. Şükür ibadetinin yerine getirilmesi için bunların yerine getirilmesi gerekir.
Şükür bir duygudur, bir duygu fiilidir. Kalbe ait bir ameldir. Şükür kalpteki minnet duygusu olduğundan onun esas etkinliği de o hissin, bulunduğu mahalde(kalpte) yaşanmasından ibarettir. Dolayısıyla bu hissi çokça yaşayan/tadan, kalbinde bilinçli olarak yaşatan daha çok şükretmiş olur. Tek bir şartla o da amellerle desteklemek şartıyla ki, bu zaten -şükür hissi canlı kaldığı müddetçe- doğal olarak zuhur edecek birşeydir.
İman ameli doğurur hakikatinin sırrı da buradadır zaten. İmanın ameli netice vermesi esas olarak duygu üzerinden gerçekleşmektedir. Bilgi amele giden birinci halkayı oluştururken ikinci halkanın adı duygu olmaktadır. Duygu taşına basıp nefis deresinden ayağımızı ıslatmadan amel sahiline geçebiliriz. Aksi takdirde ayağımız hep nefis suyundan bir türlü çıkamayacaktır.
4. Şükrü artırmanın yolu
Şükrümüzü artırmak bir vefa borcudur aynı zamanda. Şükretmeyi artırmanın yolu ‘şükretmenin sebepleri üzerinde’ çokça tefekkür etmekten geçer. Şükretmemizi gerektirecek hangi iyilikler yapıldı bunu keşfetmekten geçmektedir.
Bu nedenle yukarıda tırnak içinde sıralanan hususlar üzerinde ayrı ayrı derinlemesine tefekkür edilmelidir. Bu işlem zihindeki malum olan bu bilgileri zihinden ‘kalbe indirmek'(o duyguyu hissetmek) için gereklidir. Sadece zihnimizde bunları onaylamakşükrü harekete geçirmek için yeterli değildir.
Her insanın fıtratına ‘bir iyiliğe karşı mukabelede bulunma’ refleksi/mekanizması yerleştirilmiştir. Bunun bilincinde olarak sebepler üzerinde düşündükçe ‘mukabele mekanizması’ sürekli işler. Bir makinanın sürekli çalışıp mal üretmesi gibi bir durum ortaya çıkar.
Bilgisayardaki tuşa basılınca karşılığının ekranda hemen görülmesi gibi fıtrattaki bu özellik de aynı şekilde işlemektedir. Şükür tuşuna basılınca ekranda şükür hissi görülmektedir. Bu örnekteki ‘şükür tuşuna basmak’ ‘şükrün sebepleri üzerinde tefekkür’e tekabül eder. Dolayısıyla ‘nimetleri tefekkür’ şükür hissini uyandıracaktır.
Bu his de gündelik hayatta bir salih amele/bir ibadete, bir zaaftan arınma hamlesine motivasyon kaynağı kılınabilir. Oluşmuş olan bu duyguyu herhangi bir ibadi eylemi harekete geçirmek için enerji olarak kullanabiliriz.
Kuran ayrıca nimetleri sürekli hatırlayın/zikredin der. Demek ki şükrü artırmak için iki vasıtamız var, sürekli nimeti hatırlamak(zikir) ve nimetler üzerinde tefekkür etmek, yani daha ince ayrıntısına girip nimeti yakından mütalaa etmek.
Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti; böylece biz de onların üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir.(33/9)
Yukarıdaki örneklerden yola çıktığımızda madem bu dünyada ve ahirette bize sayısız nimet bahşediliyor ve bunlar bu kadar kolay veriliyor o halde biz de buna uygun bir mukabelede bulunmalıyız.
Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı varsa artık sıra bizde. Zira şükrü ‘mukabele’ etmek olarak tarif etmiştik. Allah’a layık bir mukabele kulluk hamlesi yapılırsa gösterilebilir.
Mukabele iki şekilde gösterilmelidir:
1. Kalpteki şükür duygusunu daha çok yaşayarak. Bu da daha çok nimetleri düşünerek ‘kalpte şükretmek’ ile olur.
2. Amelleri artırarak (kemiyet ve keyfiyet açısından)
Uygun ameli mukabele bütün bu nimetleri düşündükten sonra şöyle demektir/karar vermektir: ‘O halde ben de örn. ‘hergün düzenli kitap okumaya başlayarak’, ‘Allah’ı daha çok zikrederek’, ‘Namazları daha bir huşu içinde kılarak’, ‘Sabah namazlarını bundan böyle kaçırmayarak’, ‘Kuranı düzenli okuyarak’, ‘İnsanlara karşı daha güzel ahlaklı olarak’, ‘Planlı yaşayarak, boş zamanlarımı dolu dolu geçirerek’, ‘İnsanlara İslam’ı daha yoğun tebliğ ederek’, ‘Nefsi zaaflarım üzerinde düşünüp bunları yenmeye çalışarak ‘ vb. şükredeceğim.’
Bu örnekler(hedefler) ve benzerleri senelik veya aylık hedeflere bölünebilir. Hedeflere ulaşabilmek için bunların ‘uygulama kararları’na
[2] (somut eylem planlarına) dönüştürülmesi gerekmektedir. Böylece sistematik bir şekilde şükrümüzü artırma gayreti içinde olmuş oluruz.
Uygulama kararları:
1. Gelecek derse kadar varlık nimetine karşılık her gün en az 10 kere -ne büyük bir nimet olduğunu gözönüne getirerek/tefekkür ederek ve şükür hissini tadarak- ‘Rabbim beni yarattığın için elhamdülillah’ demek.
2. Artı şükür niyetiyle hayatımıza bir salih amel daha eklemek veya bir amelimizi daha duyarlı icra etmek veya bir zaafımızdan vazgeçmek.
[1] Savaş bölgelerindeki imtihanları, ağır hastalıkları, evlat kaybı vb. istisna tutarsak, bu tür imtihanlar zordur fakat yine de gücümüzü aşan şeyler değildirler.
[2] ‘Uygulama kararları’ metodu için bkz: http://www.venharhaber.com/-uygulamali-takva-programi-makale,1180.html