7 Kasım…
15 yaşındaki lise öğrencisi Mert Can Karagöz okuldan çıkmış evine gidiyordu.
Arkasından yaklaşan 16 yaşındaki arkadaşı, ikisi sırtına biri boynuna olmak üzere pompalı tüfekle üç el ateş ederek onu öldürdü. Katilin sosyal medya hesabındaki fotoğrafı Çukur dizisinin kahramanı “Vartoluydu.”
28 Kasım…
10. sınıf öğrencisi R.T. 17 yaşındaki son sınıf öğrencisi Cihan Haylaz ile tartıştı. Ardından belindeki ruhsatsız silahı çıkararak Haylaz’a dört el ateş etti. Ağır yaralanan Haylaz, oracıkta can verdi.
Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Hasan İsmail H. “kopya tartışmasından” dolayı öfke duyduğu Araştırma Görevlisi Ceren Damar’ın okuldaki odasına girdi. Damarı karnından ve bacağından bıçakladıktan sonra emekli polis olan babasına ait tabancayla göğsünden vurdu. Ağır yaralanan Damar hayatını kaybetti.
9 Ocak…
Adana Seyhan’da lise öğrencisi Azad Çiçek okul çıkışı yan bakma meselesi yüzünden liseli öğrencilerle tartıştı. Tartışmanın büyümesi ile çıkan kavgada Azad Çiçek bıçakla yaralandı. Çiçek, bir süre sonra okul önünde yere düştü. Kavgaya karışan öğrenciler olay yerinden kaçarken, Çiçek hayatını kaybetti
2 Nisan…
Gebze İnönü Mahallesi Atatürk Anadolu Lisesi’nde 11’inci sınıf öğrencisi F.C. Ocak ayında okuldaki bir kavgaya karışmıştı. Bu kavgayla ilgili idare tarafından kedisine üç gün uzaklaştırma cezası verildiğini öğrendi. Müdür yardımcısı Necmeddin Kuyucu’nun odasına giren F.C. Kuyucu’yu 3 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Kuyucu, üç çocuk babasıydı…
****
Bu cinayetler 2018-2019 eğitim öğretim dönemi içinde gerçekleşti…
Ayrıca aynı eğitim dönemi içinde yaralama, gasp, uyuşturucu, hırsızlık gibi öğrenciler tarafından yığınla suç işlendi. Kapılarında bekleyen polis arabalarından da anlaşılacağı üzere okullar patlamaya hazır bir bomba gibi.
Çocukluğumuzun dünyasını düşündüğümde, ailemizin bize “öğretmenlerinize saygı olun” diye özellikle telkinde bulunduğunu hatırlamıyorum. Zaten öğretmenlere karşı saygılı davranmamız gerektiğini bilebileceğimiz bir aile terbiyesi içinde büyümüştük. Hem ebeveynlerimizden hem de çevremizdekilerden bunu böyle görüyorduk. Sadece öğretmenlere değil, büyüklerimize, küçüklerimize saygılı davranmayı olağan bir durum olarak kabul ediyorduk.
Yukarıdaki tablo da gösteriyor ki bizi geçmişin daha saygın zamanlarından koparan bir şiddet hastalığına yakalanmışız cemiyet olarak.
Bu tablonun öncelikli sorumlusu, sorumsuz ailelerdir.
Faturayı sadece devlet kurumlarına kesmek çözümü imkansızlaştırır.
Çocuğun ilk terbiye yeri ailedir. Terbiye de yalnızca telkin değil bilfiil iyi örnekliği gerektirir. Kötü örnekleri kınayarak çocuğun onlarla özdeşleşmesine mani olmak, iyi örnekliği sergilemek kadar mühim bir rehberliktir.
****
Mesela çocuk ailesiyle birlikte “Çukur ya da Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisi gibi şiddetin başrolde olduğu yapımlar izliyor. Anne ve babasının başroldeki mafya karakterlerine ne kadar sevgi ve saygıyla baktıklarını görüyor. O karakterlerin ayıplanmadığını fark ediyor.
(Yapılan araştırmalar televizyon dizilerindeki şiddetin % 45 oranında iyi karakterler tarafından ve haklılaştırılarak sunulduğunu ortaya koyuyor.)
Ardından çocuk, körpe zihniyle o karakterlerin saygınlıklarını borçlu oldukları o pratik yöntemi keşfediyor, yani şiddeti… Sonra bir bakıyor ki şiddet her dizide saygınlığın, statünün, servetin kazanıldığı yegane enstrümanlardan biri… Şiddeti içselleştirmeye ve taleplerini, öfkesini, utanılacak bir eylem olan şiddetle göstermeyi normal görmeye başlıyor.
Şayet psikolojik şartlar da müsaitse, çocuk bu sarmalın içinde en küçük bir bahane ile sıra arkadaşını, öğretmenini gözünü kırpmadan öldürecek hale gelecek şekilde büyüyor.
****
Aileler bu sorumluluktan kaçamazlar.
Bu cinayetlerin ardında, çocuklarının terbiyesine ciddiyetle eğilmeyen o ebeveynlerin parmak izleri var. Kimse kusura bakmasın, bugün Türkiye’de sorunlu çocuklar özellikle 24-45 yaş arasındaki ciddi anlamda cehalet sorunu olan bir ebeveyn nesli tarafından yetiştiriliyor. Sadece cahil değil zihni ve ruhu da popüler kültürle iğdiş edilmiş, argo konuşan, bilgiye ve nezakete önem vermeyen bir nesil bu…
EĞİTİM SİSTEMİ BU İŞİN İKİNCİ SORUMLUSU…
Uzun yıllar eğitim öğrencilere bilgi istiflemek ve görkemli okullar inşa etmek kıskacında değerlendirilerek onun disiplin-terbiye fonksiyonları gözmenden gelindi.
Konu eğitim sistemi olunca, Alman Filozof Kant’ın eğitim ile ilgili yaptığı iki önemli tespit geliyor aklıma.
İlk tespit şöyle…
“Ahlaki terbiye eğitimin bir parçasını oluşturmalıdır. Kötülüğün bizatihi nefret edilesi bir şey olduğunu küçük yaşlardan itibaren çocuğa öğretmek gerekir. İnsanın mizacı, iyi amaçlar dışında hiçbir şey seçemeyecek şekilde terbiye edilmelidir…”
Diğer tespit ise…
“Talim ve terbiyenin ihmali eğitim öğretimin ihmalinden daha büyük bir kötülüktür. Eğitim ve öğretimin ihmali daha sonra hayat içerisinde telafi edilebilir, fakat kanun kural tanımazlık giderilemez ve talim terbiyede yapılan yanlışlıklar hiçbir zaman tamir edilemez.”
Zorunlu eğitimimiz çocukları kötülüklerden nefret edecek şekilde mi yoksa kötülüklere ram olacak şekilde mi yetiştiriyor acaba?
Başta eğitimi sistemini yönetenler olmak üzere tüm ebeveynler cevabı basit bu soruyu kendilerine sormalılar.
Ben üzülerek ikincisi olduğunu söyleyeyim…
Popüler kültürün ürettiği her çöpü kapış kapış tüketen, iyi ile kötüyü, yararlı ile zararlıyı seçemeyen; güdülerini disipline edememiş kuşaklar, bu eğitim sistemi ve ”sorumsuz ebeveyn” koalisyonu tarafından yetiştirildi. Yarın ülkeyi bu kuşaklar yetiştirecekler…
Ehliyetsiz idareciler eliyle eğitim sisteminde o kadar çok yararsız değişim, reform, yapısal dönüşüm yapıldı ki artık insanların öneri de bulunmaya mecali dahi kalmadı.
Fakat eğitim bir hayat memat meselesi halini almış durumda. Biz onun problemli yanlarını yok etmezsek yakın gelecekte o bizi yok edecek…
Bir eğitim yuvasında, öğretmenini öldürebilen bir öğrenci fotoğrafından daha çarpık, daha tezat ne olabilir ki… Bir öğrenci tanıdığım “Bu ülkenin geleceği bizsek, yanmış bu ülke!” demişti. Bu tabloyu çocuğunun terbiye eğitimini ciddiye alan ebeveynler ve onların eğitim sistemini denetleyen yaklaşımları değiştirebilir ancak. Fakat onsuz hiçbir şeyin düşünülemediği siyasetle abartılı meşguliyetimizden dolayı bu hayati konunun vahametini konuşamıyor, bizim için çalan tehlike çanlarını duyamıyoruz bile…