Sosyolog Ergün Yıldırım, Yeni Şafak’taki köşesinde yazdığı ‘Mahremiyet medyanın ayakları altında’ başlıklı yazıda bir televizyon programında gayri meşru ilişkiden doğan çocuğun gülümsemeler eşliğinde meşrulaştırılmasına tepki gösterdi.
Yıldırım her ne kadar “aldatma” ve “evlilik dışı ilişkiler”in namussuz bir mesele olmaktan çıkartıldığını henüz yeni farketmiş gibi gündeme taşısa da, esasında son 20 yılın hazin vakıasıdır bu durum. Okullarda ve ailelerde çocuklara özgürlük ve sosyallik kazandırma adına serbest bırakılan birtakım yanlış uygulamaların cezası çekiliyor. Ancak Ergün Yıldırım’ın halen muhafazakarlıktan medet umması ve bir şeyleri muhafaza edebileceğine inanması veya sistemin teleffuz ettiği “milli ve yerli” kavramını yanlış anlamasından olacak; “Türk ailesi, Müslüman ailesi ve muhafazakar ailesi milli ve yerli olmayacaksa siyasetin yerli ve milliliği neye yarayacak?” gibi bir serzenişte bulunması, parmak bastığı yaranın tedavisinde işe ayrar bir çözüm de öneremediğini gösteriyor. Oysa devlet tarafından dile getirilen “milli ve yerli aile” belki de tam olarak budur… “Küresel ahlaksızlık ilkeleri ile entegre yerli aile yapısı….” Allah en doğrusunu bilir…
Yazının tamamı şöyle:
Büyük bir mahremiyet deformasyonu geçiriyoruz. Bir televizyon programı bunu çok net ortaya koydu. Hikaye şu: Fuhuş yaparak kocasını aldatan bir kadından doğan ve dört yaşında olan bir çocuğun DNA’sı araştırılmış. Programda bayan sunucu, “babası kim” diye soruyor. Bunu sahnedeki bir grup insanlar tartışıyor. Kamuoyunu meraka getiriyor. Aldatan bayan gülümseyip duruyor. Sonra tabii ki açıklanıyor. Kadının aldatma ve fuhuş yaptığı ortaya çıkıyor. Normal bir hadiseymiş gibi hareket ediliyor. Sadece baba olmadığını öğrenen erkek adam kadına hücum ediyor.
Bu televizyon sahnesinde mahremiyet dinamitleniyor. Mahremiyetin en çok varlık gösterdiği alanın başında aile gelir. Aile, özel olan, bize ait olan ve kitleyle çok az paylaşılan bir gizemli dünya. Bunu ulu orta insanların önüne saçarak ortaya koymak bir mahremiyet çözülmesi. Aileyi ulu orta bütün gizem ve özelliğiyle sınır tanımadan tartışmak ve özellikle bir pazar vesilesi yaparak her şeyini açığa vurmak çözülmeden öte bozma girişimi. İkinci önemli boyut bu televizyon sahnesinde evlilik kurumu bayağılaştırılıyor. Boşanmalarla ilgili araştırmalar ortada. İstatistikler çıplak gerçeği ortaya koyuyor. Aldatma en fazla boşanma nedenleri arasında yer alıyor. Programda da kadının aldatması normal gösteriliyor. İnsanlar buna gülüyor, eğlenme malzemesi yapıyor. Fuhuş yapan kadının gerçekliği ortaya çıkınca erkek dışında tepki veren yok. Kocanın verdiği tepki de refleks. Aldatma grup katılımıyla normalleştiriliyor. İzleyicinin merak ve eğlence ilgisine akan bu normallik duygusu artık aldatmayı “namussuz” bir mesele olmaktan çıkarıyor.
Programı aile sosyolojisiyle okumaya devam edelim! Evlilik dışı cinsel ilişkinin yaygınlığını imgelerle ve somut anlatımlarla normal gösteren programlarımız zaten epeyce yaygın. Kampüs hayatında, partner pratiğinde sevgili ilişkilerinde Türk toplumu gün geçtikçe “yerli ve milli aile” yapısını kaybediyor. O çok eleştirdiğimiz Batı cinsellik kültür değerlerine doğru derinden derine savruluyor. Söz konusu televizyon programında da kocasını başkasıyla aldatan kadın evlilik içinde evlilik dışı cinsel ilişkilere savruluyor. Kadın hasta olabilir, moron olabilir. Ancak izleyici gözünde normal gösterilen bir kadın. Aldatma, fuhuş yapma, namussuz olma ve kocasının dışında biriyle gayri meşru ilişkide bulunmadan hiç rahatsız değil. Dolayısıyla topluma yansıyan mesaj şudur: Kocasını aldatmak, namussuz davranmak ve başka erkeklerle beraber olmak olağan şeyler. Gülümsenecek ve rahatsız olunmayacak bir şey.
Programın bütünlüğünde aile, kadın ve evlilik ilişkileri tersyüz ediliyor. Türk aile yapısının ahlaki temelleri bombalanıyor. Cinselliğin gayri meşru ve aile dışı pratikleri normal gösteriliyor. Bir ailenin en mahrem konuları bütün toplumun gözü önünde ortaya konuyor. Ailenin mahremiyeti ve ailenin ahlakı beraber kurşunlanıyor. Özel hayatın saygınlığı yok sayılıyor. Üretilen toplumsal algı korkunç. Aldatmanın normalliği, aldatmanın her yerde konuşabilirliği, aldatmanın sıradanlaştırılması, aldatmanın pazarlanabilirliği…Buna İslam literatüründe ‘şuyuu vukuundan beter’ denir.
Birkaç yıldan beridir milli ve yerli olmaktan bahsediyoruz. Oysa siyasetten daha fazla yerli ve milli olmamız gereken alanlarımız var. Bunların başında aile geliyor. Türk ailesi, Müslüman ailesi ve muhafazakar ailesi milli ve yerli olmayacaksa siyasetin yerli ve milliliği neye yarayacak? Aile ve evlilik ilişkilerimizin mahremiyetini korumadıktan sonra güçlü siyaset ve güçlü hakimiyet neye yarayacak. Farabi “Faziletli Bir Topluma Başlangıç İlkeleri” adlı eserinde aileyi toplumun menziline koyar. Menzilini koruyamayan bir Müslüman hangi toplum/ medeniyet peşinde? Muhafazakarlarlığın üç sütunundan biri aile. Aileyi muhafaza edemeyen bir muhafazakarlık neyi muhafaza edecek?
Bir televizyon programı pratiğinden büyük meselelere sıçradık. Çünkü hakikat sandığımızdan daha fazla pratiklerin derinliğinde kendisini korur çoğu zaman. Onlar bozulmaya başlasın, hakikatin var olduğu büyük yapılar kolaylıkla ve beklenmeden çöküp giderler. Başka bir açıdan da hakikatin gizlendiği temel değerlerimiz yozlaştığında, medeniyetimiz gibi büyük hakikatler sadece söylemde kalır. Bu sebeple ailemizin ahlakını ve mahremiyetini korumalıyız. Yoksa cemiyetimizin ve medeniyetimizin menzili kaybolacak.