İslam dünyası toplumları kendilerine dayatılan kapitalist/seküler/liberal/demokratik gerçekliğin ve bu gerçekliğin somut ifadesi olan dünya görüşünün/hayat tarzının belirlediği sınırlar içerisinde hapsedilen, bu nedenle de bağımsızlığını kaybeden İslami varoluşun, dünya görüşünün bu bağımlılık sebebiyle göreceli hale geldiğini, getirildiğini, mutlak olma niteliğini kaybettiğini anlamak, yorumlamak, tartışmak ve bu durumla yüzleşmek istemiyor.
Günümüzde İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı İslami varoluşun, otoritenin, meşruiyetin maruz kaldığı bağımlılık sebebiyle, siyasal/hukuki/ekonomik alandan, eğitim alanından dışlanması, silinmesi, uzaklaştırılması konusunu, yani İslamın ontolojik bağımsızlığının yeniden nasıl kazanılabileceğini, nasıl inşa edilebileceğini gündemine almıyor. Dini hayatın gündemi daha çok nostaljik/folklorik bir dindarlığın genel çerçevesi içerisinde şekilleniyor.
İslam toplumlarında İslami düşünce, kültür, ilahiyat hayatı İslami bütünü temsil eden bir tasavvurun, tahayyülün ve bilincin nasıl somutlaştırılabileceğine ilişkin herhangi bir çalışma yapmıyor. Toplumlarımızda, Batılı bilgi, kavram ve kurumların mutlakiyetçiliğinin, otoritesinin, ideolojik meşruiyetinin halen etkili bir biçimde sürdürülebiliyor olması, bu otorite ve meşruiyetin tartışma/sorgulama konusu yapılamaması, İslami bütünü/bütünlüğü temsil liyakatine sahip Müslüman organik aydınların/düşünürlerin olmayışı ile yakından ilgilidir. Bilinçli bir kimliğe ve hikayeye, somut bir ilkelliğe ve tutarlılığa sahip Müslüman organik aydınlar/düşünürlere sahip olsaydık, bugün, uluslararası İslami bilinci küresel bir programla, küresel düzeyde gündeme getirerek, küresel bir varoluş bilinci oluşturuyor olacaktık.
Günümüzde toplumlarımız, otoriter popüler liderlikler, otoriter popülizmler yoluyla kuşatılmış bulunuyor. Toplumlarımızda manevi/ahlaki anlamı olmayan otoriter popülizmler yoluyla statüko, popülist otoriter sağ konformizm her dönemde bir şekilde tahkim edilebiliyor, korku ve nefret siyaseti aracılığıyla toplumlarımız sürekli olarak agresif bir gündeme kapatılıyor. Serbest piyasa kapitalizmi ve neolibereal proje yoluyla sürdürülen emperyalizmle ilgili herhangi bir antiemperyalist mücadele programına sahip bulunmuyoruz. Özgün bir protesto kültürü oluşturamıyoruz. Toplumsal yozlaşma hiç kimseyi hiçbir şekilde rahatsız etmiyor.
Varoluşsal sorumluluklar almak üzere, hayata bilinçli özneler olarak katılmaları gereken Müslüman bireyleri nesneleştiren gelenekle, otoriter popülizmler arasında çok yakın bir ilişki var.
Günümüz dünyasında egemen-emperyal unsurların bakış açılarına tanınan ayrıcalıklar sebebiyle, madun toplulukların görüş ve düşünceleri, dünya görüşleri, hayat algıları bir şekilde itibarsızlaştırılıyor, değersizleştiriliyor. Bu itibarsızlaştırma ve değersizleştirmeye maruz kalan toplumların bu rencide edici durumu aşabilmeleri için yalnızca hamasete başvuruyor olmaları büyük bir yetersizliğin ve çaresizliğin ifadesidir. Hamasetin sahte umutlar ürettiğini, sahte umutların bilinç körlüğüne ve felç edici yanılsamalara neden olduğunu görmüyoruz. Sahte umutlara tutunarak kaybettiğimiz zamanlar üzerinde, eleştirel analizler yapabilmeliyiz. Edilgenliğe mahkûm olan kültürlerin soyut umutlara yaslanmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktur. Hangi toplumda olursa olsun, hamaset yüksek değerleri, derin anlamları, büyük düşünceleri/fikirleri/nitelikleri yok sayıyor. Hamasete dayalı iyimserliklerin iradesizlikle sonuçlandığını görmek gerekiyor.
Bağımsız bir düşünce/fikir/kültür/filozofi üretmekle tarih üretmek aynı şeydir. Modern dünya düzeninin, liberal kapitalizmin otorite ve meşruiyetini sarsabilecek, entelektüel/felsefi sorgulamalar yapamayan bir toplum ya da kültür, bu bağlamda ikna edici, kapsamlı bir muhalefet oluşturamayan bir toplum ve kültür, bağımsız bir tarih üretemez, bağımsız bir tarih üretemediği için de “tarihin sonu” tezini doğrulamış olur.
İslam toplumları, muhalif-eleştirel-alternatif bir gelecek programı/projesi üretemediği takdirde, sömürgeci-ırkçı-emperyalist bir sisteme katlanmaya devam edecek. Bu tür bir sisteme katlanan toplumlar, İslami umutlardan söz edemezler. Kendini sorgulayamayan bir toplum, bir kültür, bir gelenek, bir siyaset hiçbir şekilde yeni bir başlangıç yapamaz, kendi yanlışlarını, yanılsamalarını göremez.
Ekolojik faşizmin, nihilist ve ırkçı şiddetin, yoğunlaştığı, her tür doğallığın kaybedildiği, insanın insanlıktan çıkarıldığı bir kitle ve hiçlik çağında, özellikle genç kuşakların bir kendilik bilinci temelinde yeni bir başlangıç yapabilmeleri için, hem geleneksel hem modern statüko ile yüzleşebilecek bir birikime, cesarete sahip olmaları gerekir. Tarihsel süreçleri eleştirel bir tarih yaklaşımı ışığında, genç kuşaklara bütün boyutlarıyla kazandırmak yerine kimi tarihsel figürlerin biyografilerini bu biyografi sahiplerine tapınma derecesinde sunan eserler üretmek, çalışmalar yapmak genç kuşakları tarih bilincine, entelektüel tarihe yabancılaştırır.
Bugünün dünyasında bir yanda rekabetçi piyasa ekonomisi, ahlaki ve insani yanı olmayan egoist ve açgözlü bireyler yetiştirirken, bir diğer yanda da otoriter popüler liderlikler ve otoriter popülizmler hamaset yoluyla bağımsız bir zihin dünyasına, fikriyata sahip olmayan, politik propaganda yöntemleriyle yönlendirilmeye açık edilgen kişilikler yetiştiriyor. Böylece, bugün, hiçbir zaman kendilik bilinci temelinde tamamlanamayacak olan genç bireyler yetiştiriyoruz. Kendilik bilinci bilgisi, bilgeliği temelinde, kendilerini tamamlama imkanına sahip olmayan genç kuşaklar, manipülasyona açık oldukları için kişiliksizlikleştirilmeye de açık olurlar.
İslami varoluşu, dünya görüşünü, kültür ve medeniyetini somutlaştırarak temsil edebilmek için, İslam toplumlarının sömürgeci hiyerarşi ve tahakküm sisteminin hakimiyetini reddederek, her tür maduniyetini reddederek, etkin failler haline gelmeleri gerekir. Hayatın sayısallaştırıldığı, insanların kendilerini tüketim yoluyla tükettikleri, benmerkezciliklerin sınır tanımadığı özçekim çağında, bütün incelikleri, yoğunlukları, derinlikleri, tefekkürü ve bilgeliği birer birer kaybediyoruz. Her alanda, her yerde yüzeysellikler öne çıkıyor. Bireyler, ikili bir dünyada iki ayrı varoluş sergiliyor. Çevrimiçi dünyada her tür bayağılığın, yavanlığın, sığlığın saltanatı yaşanıyor.
İslâmî Analiz / Atasoy Müftüoğlu