ERCÜMEND ÖZKAN
Tevhid, Allah’ı zat ve sıfatları ile birlemek; sıfatlarını yalnız kendine mahsus bilmek demektir. Siyasi olarak da O’nun hüküm koyuculuğu ve hükmediciliğine ortak koşmamak, bu konuda da Allah’a ait yeri kimseye vermemek demektir. Hâkimiyetin (hükmediciliğin) Allah’a ait olduğuna inanmak, O’nun hükümleriyle hükmetmek zaruretine kail olmak demektir.
Hüküm koyucu olarak Allah’ı bilmek ve bu işinde de O’nun ortağı bulunmadığına inanmanın yanında O’nun hükümleriyle insanlar arasındaki sorunları çözmeye çalışmak, tevhidin siyasi boyutunu oluşturur.
İnsanlar açık açık, “Allah’a ortak koşuyoruz” diye ortak koşmamaktadırlar; fakat yalnızca Allah’a ait olması gereken işlerde, “O’ndan başkalarına başvurmaları, başkalarından bir şeyler beklemeleri” şeklinde ortaya çıkan şirk, insanların oldum olası hep karşı karşıya kaldıkları durumdur.
Müşrik olmamak için Allah’a inanmak yetmemektedir; “Allah’a inanıyoruz” demekle birlikte, O’na ait olması gereken özellikleri “O’ndan başkasında da görmek” olarak niteleyebileceğimiz şirkten insanlar maalesef uzak kalamamışlardır. Kureyş’in de Allah’ı biliyor ve O’na inanıyor olmaları, onları şirkten koruyamıyordu. Çünkü Kureyş, Allah’a inanmanın yanında günlük hayatlarında karşılaştıkları güçlüklerin çözümlerini “Allah’ın velisi” saydıkları putların önünde kurban keserek, onlara adaklar adayarak arıyorlardı. Ticaret kervanlarının kârlı dönmesi ve kazançlarının artması için bu putlara kurbanlar keserek niyaz ediyorlardı ki; bu hal, onları şirke sokuyordu.
Bugün “Müslümanım!” diyenlerin de yalnızca Allah’tan beklenmesi ve Allah’a ait olarak bilinmesi gereken hususlarda Allah’tan başkalarından medet ummaları; işlerinin düzene konulmasıyla ilgili beklentileri, insanları şirke sokmaktadır.
Parlamento, bir kanun koyma meclisidir; İslam’da ise kanun koyma yetkisi, yalnızca Allah’a ait bir yetkidir. İnsanların kanun koyma yetkisi (hâkimiyet yetkisi) bulunduğunu kabul etmek, kesinlikle Allah’ın hüküm koyuculuğuna ters düştüğünden şirktir; bu anlayıştan arınmayan Müslüman, şirkten arınamaz.
Demokrasi, insanları hevalarına uymaya yönelten yaşam biçiminin adıdır; İslam ise insanları Allah’ın hükümlerine teslim olmaya çağıran dünya görüşü ve biçiminin adıdır. Bu nitelikleri itibariyle de kesinlikle birbirinin zıddıdır. İslam’la laikliğin, İslam’la demokrasinin bağdaşması, uzlaşması; tevhid ile küfrün uyuşması gibidir ki, bu mümkün değildir.
Müslüman’ın uyanık olması, ancak Kur’an’ı tanıyarak; O’na aykırı olan her türlü düşünce ve davranışlardan uzak kalması ile ve Kur’an’î gerçekleri sindirmesi ile mümkündür. Kur’an’ı ahlak edinmenin en büyük ve önemli sünnet olduğunu bilmek de, Kur’an’î bir hükmü bilmek demektir: “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Resul’e muhalefet eder, Mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse; onu döndüğü yolda bırakırız. (Ahirette de) kendisini cehenneme koyarız; o, ne kötü bir yerdir.” (Nisa: 115).