“İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in baldızı, Gazeteci-Aktivist-Yardım gönüllüsü Lauren Booth, Müslüman olmadan önce Filistin’e Gazeteci ve Yardım gönüllüsü olarak gidişini, Ramazan ayında Fakir bir ailenin kendisini iftara davet edişini ve neden Müslüman olduğunu, İslam’a olan yolculuğunu anlatıyor…”
LaurenBooth:
“Yaklaşık orada bir ay kaldım ve şimdi şunu söylemek istiyorum: İsrail, sana ve ahlaksız Mısır rejimine teşekkür etmek istiyorum; beni 4 hafta boyunca, Aras ile Refa arasında hiç bir yere geçmeme izin vermediğiniz için. Öyle bir an geldi ki, artık çocuklarımı bir daha hiç göremeyeceğimi hissettim. 21 gün orada o şekilde kaldıktan sonra Mısırlı, İngiliz pasaportuma baktı; güldü ve tutup bir kenara fırlattı. O sırada herkesin içinde ağlıyordum ve kızımla da telefonda konuşuyordum. O sırada bir bayan yanıma geldi ve Arapça konuşmaya başladı. Arkadaşlarımdan biri tercüme etti; o bayan diyordu ki:
-‘Senin, çocuklarını özlediğini biliyorum ve seni çok iyi anlıyorum’; benim için ağlıyordu. Ona;
-‘Senin hikâyen neydi?’diye sordum. Bayan, Batı Şeria’da yaşıyormuş. Bir gün komşu köye cenaze için gitmiş. Yanına bir çanta dolusu doküman da almış. İsrailli korumaya,
-‘Ben tekrar geri döneceğim, beni hatırlarsın’ demiş. Aynı akşam geri dönüyor ve aynı askerin, orada nöbeti devam ediyor. Bayan, askere;
-‘Tekrar evime geri döndüm’ diyor. Asker,
-‘Senin dokümanlarına bakmalıyım. Doğum yeri: Gazze yazıyor, Batı Şeria değil.’ Kadın,
-‘Hayır hayır, ben burada yaşıyorum; bak bu benim çocuklarım, bunlar da elektrik/su faturalarım, her şey burada.’
Ona ne yaptıklarını biliyor musunuz? Onu çuvallayarak askeri bir aracın kasasına atmışlar ve Gazze sokaklarına fırlatmışlar. Ve bu kadın, 4 yıldır iki çocuğunu ve kocasını göremiyor; onları belki de hiç göremeyecek. İşte o bayan geldi, benim için ağladı; kendi acısını unutmuş, benim için ağlıyordu. 21 günü 4 yılla karşılaştırın… Bu gördüğüm neydi böyle; bu, ne biçim bir empatiydi? Hala İslam’la ilgilenmiyordum, ilgilendiğim şey Filistin meselesiydi; beni anlıyor musunuz? Belki de Araplara olan korkularım artık kendini onlara olan hayranlığa yerini terk etmişti. Bu, gayet doğal bir şey; olabilir. Diğer kültürleri, dinimizi değiştirmeksizin sevebiliriz. Orada olan en fakir ailelerden biri, Ramazan ayında olmamız hasebiyle beni iftar yemeğine davet etti. Çimentodan yapılmış odaya vardığım zaman, yerde sadece bir halı vardı. 16 tane eski yatak duvar kenarına dizilmiş, 16 insanın o gece uyuması için bekliyorlardı; kadınlar, erkekler ve çocuklar. Beni bu derme çatma evde karşılayan bayanın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Onu asla unutmayacağım çok tatlı bir hanımefendiydi. ‘SelamunAleyküm, tefaddal, tefaddal’ (içeriye buyrun). Sanki ben, bir saraya giriyordum ve bana vereceği her şeyi vardı. O an çok kızgındım. O an Müslümanların, Rabbime neredeyse açlıktan ölmekte olan bu insanlardan oruç tutmasını istediği için çok kızmıştım. Bu da neydi? Ben bu soruyu o bayana sordum.
-‘Kardeşim, kaba olmak istemiyorum; ama çok kızgın hissediyorum. Biliyorum ki, zor bir durumdasın; gördüm ki, bugün su dahi alamadın. Gazze’de yok denecek kadar az şeye sahipsin. Neden Rabbiniz, Ramazan boyunca sizin oruç tutmanızı istiyor?’Bana gayet sakin bir şekilde, sevgiyle bakarak şunları söyledi:
-‘Canım kardeşim, Allah (cc) ve O’nun Resulü (Hz. Muhammed ‘sav’) bizden oruç tutmamızı istiyor ki; biz, fakirleri hatırlayabilelim.’
Düşünebiliyor musunuz, Gazze Şeridinde, Refugi kampında, Ramazan ayında fakirleri hatırlayabilmek için oruç tutuyorlar. Şu an size bunları anlatırken bile o anları hissediyorum. O an aklıma gelen düşünce çok açıktır: ‘Eğer İslam bu ise onu istiyorum. Eğer bu sevginin, bu cömertliğin, en zor şartlarda bile memnun olabilmesinin adı İslam ise ben tüm kalbimle katılacağım.’
Herkesin İslam’a seyahati Dava ile başlıyor. Kur’an’dan duyduklarımız, Sünnetten duyduklarımız. Hala İslam’dan uzaktım ve düşüncelerimi bir kenara bırakmıştım. Evime geri döndüğümde arabamı bir başkasına verdiğimden dolayı taksiye bindim. Kuzey İngiltere’deki taksi şoförleri Somalili veya Eritreli. İslam’a saygı duymanın bir başka önemli nedeni de, Somali taksi şoförleri (öldürücü dava adamlarıJ) mükemmeller… Taksiye binip sadece ‘Hello’ diyerek kurtulamazsınız. Onlar hemen başlıyorlar; Hz. Muhammed bir defasında şöyle buyurdu(J) Onun hanımı Hatice… tüm seyahat boyunca anlatırlar. Taksiden indiğinizde tüm bunlarla inersiniz. Taksilerine bindiğim Ahmet, Muhammed ve Abduh’tan öğrendiklerim ‘Cennetin, annelerin ayağının altında olduğu’; bunu bildiğinizden eminim. Ve efendimiz Hz. Muhammed (sav)in, ‘Evde kimlere saygı duyulmalı?’ sorusuna cevabı: ‘Anneye, anneye, anneye; daha sonra babaya.’
Eritreli ve Somalililerin işi Dawa (İslam’i tebliğ). Ve beni etkileyen bir başka şey, hepsinin çok mütevazı ve utangaç erkekler olması. Ve 18 ile 20 saat vardia ile çalışıp kazandıkları parayı evlerine gönderiyorlar; çocuklarının ihtiyaçlarının karşılandığından emin olmak için ekstra çalışıyorlar. Ve onların, evlerinin çok uzağında olan okullarına gidebileceklerinden emin olmak istiyorlar. Ve ailelerini de çok ama çok seviyorlar. Kendi kendime bir an düşündüm;‘gayrimüslim bir ailede kendi ailesiyle bu şekilde ilgilenen birini tanıyor muyum?’diye, böyle biri yoktu. Müslüman çevrenin dışında sadece hanımı ve çocuğu ile bu şekilde ilgilenen biri geldi aklıma. Onlar annelerine, babalarına, amcalarına, dayılarına, halalarına, teyzelerine bakmazlar; ‘Püfff… kendin yap; git de kendine bir iş bul’ derler. Eğer babaanne veya anneanne iseniz; ‘Kendi evine gitsene sen’ derler. Ama bu Müslümanlar, birbirleriyle ilgileniyorlar. İçimde büyüyen bu sevgiyi artık hissetmeye başlamıştım.
İran’a PressTv’de röportaj uzmanı olarak çalışmaya gittiğimde bir camiye girdim. Ve final bölümünü oynuyordum. Duygusal bir insan olduğumdan bu sadece entelektüel bir yolculuk olmamalıydı. İslam’a olan yolculuğum, bir devrim niteliğinde olmalıydı. Bir gece camide oturuyordum ve sadece dua ediyordum: ‘Rabbim, teşekkür ederim; gerçekten çok teşekkür ederim.’
Size söylediğim şey yüzünden şu an ağlayabilirim. Hatırlıyor musunuz, hani ben dünyanın merkeziydim ya; hani her şeyi ben yapıyordum ya. Allah’a teşekkür etmeye ihtiyacım yoktu; hatırlıyor musunuz? Çünkü ben, çok zeki ve becerikliydim ya. O mescitte yerde oturup, uygun bir şekilde şunları söyledim: ‘Rabbim, çok teşekkür ederim (en küçük bir şey istemeksizin) bana bahşettiğin bu mükemmel İslam yolundaki seyahat için teşekkür ederim. Ve lütfen Filistin’i unutma!’ Ve o anda duygusal olarak huzuru en zirvelerde hissettim. Bulunduğum yere yapışmış gibiydim. Hareket edemiyordum ve ne kadar böyle kaldığımı (yarım saat mi, bir buçuk saat mi) bilmiyordum. Huzur ve teslimiyetle yere yapıştırılmıştım. O gece yerde uyudum, camide. Hac mevsimi olduğundan diğer insanlar da o gece kalmışlardı; sabah ezanı okundu ve ben, namazımı kıldım. Kalbimdeki tüm korkularım (endişelerim), düşüncelerim, aklımdaki planlar… Sabah kalktığımda yapacaklarımın listesi: Arabayı temizleyeceğim, çocuklarla ilgileneceğim, alışverişe çıkacağım, işe gideceğim; tüm planlarım silinmişti. Kardeşlerim, sizlere şunu da söyleyeyim ki, ‘Elhamdülillah, o liste hala daha geri gelmedi.’ Artık şüphelerim (korkularım) kalmamıştı. Sadece dua ediyordum ve dünyaya artık yeni bir gözle bakıyordum ve güzel şeyler olmaya başlamıştı.
Rabbime hamdolsun, beni bu bilmediğim yolculuğa çıkarttığı için. Ve beni güzelliği ortaya koyup İCNA’daki mükemmel insanlar gibi bu ümmet için çalışanlardan eylesin. Onların ortaya koydukları samimi gayreti destekliyorum; sizi desteklemek için eğer elimden bir şey gelecekse, Rabbim bana bunu yapacak güç ve kudret versin.
ALLAHU EKBER!
Teşekkürler…
ALTYAZIDAN DERLEYEN: Celal Sancar/30.05.2017/ANKARA