Muhammed Esed
Çev: M. Beşir Eryarsoy
Yöneliş Yayınları: 5
“Bizi doğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerine yoluna.”
Hidayet için yapılan bu dua, yalnızca manevi veya ahlaki konularla ilişkili olmakla kalmayıp, aynı zamanda sosyal yapılanma veya siyasal davranışı da içeren cemaatin fiili alanlarını da kapsar.
NEDEN İSLAM DEVLETİ
Bir devletin İslami bir devlet olabilmesi için mutlak çoğunluğunun, hatta bütün halkının Müslüman olması yeterli değildir; çünkü hayatını şuurlu bir şekilde İslam’ın siyasi ve içtimai esaslarına göre düzenlemedikçe ve özellikle bu hususları anayasasına hakim unsur kılmadıkça, bu sıfat ile nitelendirilmesi mümkün olmaz. İslam tarihinin belirgin özelliklerinden olan dinin siyasetle kopmaz bağlılığı, kültürlerini Batı’dan almış bulunan Müslümanlarca ve ameli hayatla din konularından her birinin ayrı olduğu inancı üzerinde yetişmiş kimselerce benimsenebilecek bir düşünce değildir. Dinin amacı, insanın arzu ve ihtiyaçlarını Allah’ın iradesine göre şekillendirmesi olarak kabul edilir ise; insanın yanılgıdan uzak ve kesin bir şekilde hayır ile şerri ve yapılması gerekenle yapılmaması gerekeni birbirlerinden nasıl ayırt edeceğini bilmesi ve öğrenmesi gerekir.
ŞERİAT, Kur’an’ı Kerim’in ve sünnet diye bilinen ve Kur’an’ı, ameli (pratik) örneklerle açıklayan Resulüllah’ın sünnetinin hükümlerini kapsamaktadır; sünnet de Resulüllah’ın hayat şeklinden başka bir şey değildir.
BATILI TERİMLERİN YANLIŞ KULLANIMI
Bazı çağdaş İslam yazarlarının ısrarla “İslam’ın demokrasiyi savunduğunu” yazılarında belirttiklerini açıkça görmekteyiz. Başka bir grup ise İslam’ın “sosyalist” bir toplum kurmayı hedef edindiğini söyler; nitekim Batılı yazarların çoğu da İslam’ın “tek parti” sistemini savunduğunu ileri sürüyor. Avrupalı veya Amerikalı bir kişinin“demokrasi, hürriyet, sosyalizm veya teokrasi veya parlamenter hükümet” ve benzeri şeylerden söz ettiğinde bunlarla birlikte bütün geçmişinde ve halinde cereyan etmiş olayları zihninde canlandıracak bu kelimeleri kullandığını ve bu olayların bu kelimeleri anlamasında ona yardımcı olduklarını hiçbir zaman unutmamalıyız.
Bir milletin siyasi düşüncesinin donukluğunu doğran etken, onun ithal ettiği yeni siyasi kanunların kendisini kurtaracağını zannetmesidir. Örnek olarak, “demokrasi” kelimesini ele alalım. Bu kavram Batı’da çoğunlukla Fransız ihtilalinin kendisine verdiği anlamda kullanılır. Bununla bütün vatandaşların siyasi, sosyal ve iktisadi haklarda eşitliği ilkesini ve “bir oy, bir kişi içindir” görüşüne dayanarak halkın, bütün seçmenler tarafından seçilen milletvekilleri yoluyla hükümeti denetlemesini kast etmekteyiz. Bu kavramın geniş olan anlamı aynı zamanda halkın vekillerinin çoğunluğunun oyuyla her türlü durum için kayıtsız şartsız kanun yapabilme hakkını da kapsamaktadır. Buna göre demokratik düzenin ortaya çıkardığı “halkın iradesi”, -en azından nazari planda bu iradenin hür, kendi dışında yer alan hiçbir kayda bağlı olmayan, kendi kendisinin efendisi, kendisinden başka hiçbir kimseye karşı sorumlu olmayan bir irade olması anlamındadır. Bu demokrasi kavramının ‘demokrasi’ kavramını üreten eski Yunanlıların kullandığı biçimden çok uzak olduğu açıktır. Onlara göre ‘halkın kendi kendini yönetimi’ (ki, demokrasinin karşılığı budur) tam anlamıyla oligarşik bir yönetim biçimi öngörür. Site devletinde ‘halk’, devletin özgür doğmuş kişileri olup, genel nüfusun onda birini nadiren aşan ‘vatandaş’ sınıfıdır. Nüfusun geri kalanı ise askeri yükümlülüğü haiz iseler de kol kuvvetine dayanan bedeni işler dışında hiçbir iş yapmalarına izin verilmeyen ve hiçbir siyasi hakka sahip olmayan‘köle’ler ve ‘serf’lerdi.
İslam, Müslümanların bütün işlerini Kur’an’ın nass’larla ortaya koyduğu ve Resulüllah’ın hayatının, canlı örneği olduğu şeriatın buyruklarına göre düzenlemelerini istemektedir. Zorunlu olarak ortaya konan bu istek, toplumun kanun koyabilme hürriyetini sınırlamakta ve “halkın iradesi”nin mutlak egemenliğini kabul etmemektedir. Bu egemenlik ise, çağdaş Batı’nın demokrasi kavramına verdiği anlamın çok önemli ve özlü bir parçasını meydana getirmektedir. İslam, ilk olarak bütün içtimai kavramlarını semavi bir şeriatın temeli üzerinde kurar. Mü’mine göre bu şeriata, dini açıdan mutlaka uymak gerekir ve düzeltilmesi mümkün değildir. Geçen açıklamalardan artık, Batı’daki “demokrasi” ve “demokratik hürriyetler” kavramlarının birbirinden oldukça ayrı manalara delalet edecek şekilde kullanılmış ve kullanılmakta olduğu açık bir şekilde belli olmuştur. Buna göre –olumlu veya olumsuz bir şekilde- bu kavramları İslam’ın siyasi nazariyesine uygulamak, kelimelerin aldatmasına ek olarak bir çeşit kapalılık da doğuracaktır elbette.
Demokrasi ile ilgili söylenenlerin çoğu, batı düşüncesinde önemli bir rol oynayan iktisadi ve siyasi kavramlar için de söylenebilir. (Çünkü bu tür kavramların çekirdekleri batı tarihinin derinliklerine kadar uzanmaktadır.) Batılı kavramlar İslam düşüncesine uygulanmak istendiğinde, son derece ayrı ve kapalı ifadeler oluverirler.
Bütün bunlardan sonra insanların İslam’la ilgisi olmayan kavramları, İslami kurum ve düşüncelere uygulamaya çalışmaları, sınırın dışına taşırmak ve ileri derecede saptırmak sonuçlarını doğurduğunu söyleyebiliriz. İslam düşüncesinin, batıda kabul gören düzenlerden çeşitli yönlerden ayrılan kendine has içtimai bir düzeni vardır. Bu düzenin etüt edilmesi ve anlaşılması, ancak kendi kavramları çerçevesinde mümkün olabilir. Bu temel gerçekten herhangi bir şekilde kopmak, günümüzde zihinleri uğraştıran sosyal e siyasal konulardan çoğunun karşısında İslam Şeriatı’nın tavrının ne olduğunu aydınlatacak yerde kesin olarak karışıklığa ve kapalılığa götürecektir.
Kur’an ve Sünnet her zaman ve insanlık hayatının her durum ve şartında uygulanabilecek açık, siyasi bir biçimin sınırlarını çizmektedir. İslam Devleti için belirli bir tek şekil söz konusu değildir; ancak buldukları şeklin tam anlamıyla toplumun hayatını düzenleyen şer’i hükümlerin zahirine kesinlikle uygun olması şarttır.
İslam’ın bütün çağlar için ebedi bir mesaj olduğunu unutmamalıyız.
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, fasıkların ta kendileridir.” (Maide:47) Buna görehiçbir devlet kendiişlerinde, genel karakterde olan bütün durumlarda, Şeriatın hükümlerinden ayrılmayacağını açıkça ifadelendiren bir hükmü anayasasına koymadıkça, İslami devlet olarak gösterilemez. İslam Şeriatı, özel olsun genel olsun, insanlık hayatının her durumuyla ilgilenmiştir.
İslam devletinde hakimiyetin gerçek kaynağı, Şeriatın hükümlerinde açıklandığı şekliyle, ilahi iradedir. İslam toplumunun egemenliğine gelince o, vekaleten bir hakimiyettir ve bu hakimiyet ipinin ucu da Allah’ın elindedir:“Allah’a, Peygamberine ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” (Nisa: 59)
İslam, sadece siyasi bir düzenden çok daha büyük bir şeydir:
O, inanç ve ahlaki değerler için mükemmel bir yoldur.
O, geniş kapsamlı sosyal bir teoridir.
O, fert ve toplumun her türlü işlerinde itidalli ve dosdoğru olmaları için çağrıdır.
O, ahlaki, maddi, ruhi-ahlaki, ferdi, içtimai hayatın bütün görünümlerini parçalanma kabul etmez bir bütün olarak değerlendiren eksiksiz bir ideolojidir.