Türkiye karın tokluğuna yüksek idealleri, yüceyi, iyiyi, hakikati ikame etme, haramı helali gözetme cesareti gösterenlerle varlığını devam ettirebildi.
Neoliberal kültür öyle bir aşamaya getirdi ki milletleri, hususen bizi, artık ekonomik standartlar ontolojiye içkin hale geldi; yemek, barınmak ve giyinmek üzerine kurulu insan varlığı ilkelerden, ideallerden, düşüncelerden, siyaset ve kültürel hayattan önce ortalama iktisadi standartları tutturmayı daha muteber kıldı.
Ekmek her zaman dinin de önündeydi, savaşlardan ittifaklara kadar görüntüde din, ideoloji bile olsa temel saik hep “ekonomiydi”; Haçlı Seferleri bile dinden çok iktisadi kaygılarla yürütüldü. Fakat öyle bir dönemde yaşıyoruz ki artık “uğruna ölünecek değerler” tekleşti yalnızca “sahip olma” güdüsünü karşılayabilecek benlik göstergeleri var.
Ulus devletler döneminde sahip olma itkisi kolektifleşti, İmparatorluklardaki “egemenlik” tutkusu, başka milletleri dize getirme idesi yerini “küçük olsun benim olsun”a dönüşerek daraldı. Bu “sahip olma” fetişizmi erdemleri arka plana itti.
Yiğit kalmadığı için yiğitlikten bahsedemiyoruz, zira tarihi filmlerin aksine yiğitlik gösterilecek bir atmosferde yaşamıyoruz, kahramanlık emareleri mite dayalı statüyle ilgili sadece.
Erdem kıstasları
Erdemli bir dünyada yaşama hassasiyetini arka plana iten insanların dünyasında yaşıyoruz. Erdem ahlaki umdelerden, herkesin aklına gelebilecek iyi ya da kötü eylemlerden, huylardan farklı olarak yüksek bir iyi idealini kurma büyüklüğünü göstermeye bağlıdır. Cimrilik yahut güvenilmezlik ahlaki vasıflar olarak insanın ve topluluğun fıtratına işlemez, oluşa bağlı biçimde kişi kendini cömert yahut güvenilir yapabilir; tevbe eder, vazgeçer, yeni bir insani duruma evrilebilir. Aynı şekilde sabırlı, güçlü, kanaatkar, işkenceye, zulme, çileye, baskıya katlanabilen insan portresi ahlaklılığın-karakterin işareti tek başına erdemi anlatmaz; erdem “ne adına” katlandığı sorusunu sorabilmektir!
Menşei önemser erdem, aslı, hakikati, niyeti, maksadı, kaynağı önemser. Davranışların, iyi ya da kötü tercihinin hangi gerekçeye, meşruiyet dairesine, mensubiyet bağına dayandığını gözetir; acıya, işkenceye, fakirliğe, zulme, sürekli darbe yemeye ne adına katlandığı; burjuvanın, amirin, güçlünün sevgi gösterisini, refah teklifini, iyi niyet ve olumlu davranışlarını niçin yaptığını sorgulama erdemliliğin kapsamına girer! “Gelsin de kimden/nereden gelirse gelsin” diyen güzel huylu, iyi ve ahlaklı kişinin semtine erdem uğramamıştır!
Aynı şekilde fakirliğe, acıya, zulme, baskıya, evdeki huzursuzluğa katlanırken “ne adına” olduğunu sormayan, kırıp dökmediği, öldürmediği, saldırganlaşmadığı, şiddete başvurmadığı için iyi insan, ahlaklı ve güzel huylu diye anılsa da erdem kendisine temas etmemiştir!
Son yıllarda Türkiye’de toplumdaki menfi olayların artması sadece ahlaki çöküşü göstermiyor aynı zamanda erdemi unuttuğumuzu da anlatıyor. Buna kur krizindeki Türkiye’yi ekleyebilirsiniz. Yüceltilen değerlerin, kişilerin, olguların doların çıkışı karşısında “feda edilebilecek”ler listesinde en başa geçmesi, milli geliri dünya sisteminin merkez ülkeleri seviyesine yükseltmenin “kaynağını” sormadan memnuniyetle karşılamak erdemin bu topraklardan çekildiğini akla getiriyor.
İnsanla canlı, milletle topluluk arasındaki farkı biraz da erdem belirler. Bilinçli varoluş kitle psikolojisinin panzehiridir. Erdem bir varoluş biçimindeki ısrarı anlatır. Çünkü özünde aşkın değerleri barındırır. Erdemli ve erdemle yaşayanın özgüveni varoluşu aşkına bağlamasından kaynaklanır; iyi ve kötüyü belirlemenin değil aramanın verdiği özgüven biraz da sade yaşamaktan gelir. Sadelik tevazuun aksine ihtişamın göstergesidir; ruhi tamlık kendini özgüvene veren zenginliğini sadelikle ifade eden şuurun sonucudur. Sade, gelişmiş beni anlatır, bu açıdan görgüsüz hayat ahlaksızlığın değil erdem yoksunluğunun ifadesine dönüşür.
Telaşsız teyakkuz
Güç arayışı, güç korkusu, güç yanlısı kavramlarının erdemi açgözlülüğü örten ruhi doyumla ilgili. Korkuyu aşanın erdeme yaklaşması dünyanın varoluşuna bağladığı yoksunluk iklimini kırma yetisinden gelir. Telaş etmeyen varoluş, seçkin bir millet bağını yüceltir. İyi ve kötüye sahip olma azmi telaşı beraberinde getirebilir oysa erdem telaşsız teyakkuzda doğar. İyi ve kötü değişir, şartlar, aktörler, özneler iyiyi kötü, kötüyü iyi hale getirebilir. Oysa erdem arayışla bağlantılı olduğundan teyakkuzu önceler, diken üstünde duran varoluş ahlakçılığın gelgitlerine endeksli kalır.
Erdem için serveti, şehveti, itibarı hayatının gayesi yapan ile fakirliğiyle övünen arasında fark olmaz; bayağılığı ve maddi tatmini öne çeken iyi ve kötü erdemden nasibini almamıştır. Bu açıdan Türkiye’de siyasal alanı dolduran öznelerin diken üstündeki varoluşları yepyeni iyi-kötü propagandasına eşlik eder. Bayağı için sahip olma, haz, çıkar, fırsat, gerektiğinde bir başkasının omuzlarına basarak yükselme kamusal alanda varolmanın geçer akçesidir yani enikonu olgunun kendi ahlaki tutarlılığından bahsediyoruz.
Türkiye’de yeni kuşakların neoliberal kültürle bağlantılı olarak kolay, rahat ve bol paralı bir işte garantili çalışma imkanı elde etme çabası, her tür idealin, ideolojinin, ahlakın üstünde görünüyor. Sadece genç akademisyenin kopyaya müsaade etmemesi basit bir ahlakçılıktan kaynaklanmıyor, erdemli bir hayat için gerekenin yapılmasını da anlatıyor. Erdem anlatılan değil eylenen, olunan bir şeydir çünkü. İnsanlar erdemli olurlar, erdemli olma anlatılmaz zira. Kendi çapını ve cürmünü bilen, taleplerini varoluşundaki donanıma göre dillendiren erdemli kişi karşısında günümüzdeki insan portresi faydayı temel değerlerinin arasına yerleştirip cürmünün ve çapının üzerindekini isteyebilme pervasızlığını gösterir, pervasızlık özgüven adı verilerek ahlakileştirilir. Akademisyeni öldüren kadar bu eylemi iyi başlığı altına alan öğrenciler menfaati olmadan bir iyinin vuku bulması erdemini hiçbir zaman tadamayacaklar! Öyle ki intikam duygusu ahlakçılar için iyi kategorisine alınmaz, “affetmek” erdem sayılır, halbuki intikam alabilecek donanıma, varoluş bilincine, şuura ermektir aslında erdem. Minnet etmemeyi erdemli davranışın başına yazabilirsiniz.
Bugün Türkiye gibi Batı karşısında varoluş ortaya koyabilen bir ülkenin kapitalizme boyun eğecek duruma gelmesi erdemin hayatımızdan çekildiğinin bir başka işaretlerindendir. Ekonomik krize katlanmayı sistemi değiştirme erdemi için değil daha az zarara uğramaya, dünya sisteminin şimşeklerini üzerine toplamamaya endekslemiş insan portremiz var. 2018’deki kur krizinin “açığa çıkardığı” gerçeklerden biri halk cephesinde de ekonomiyi hal yoluna koyabilecek “yapısal dönüşümleri” savunmaktansa cari kapitalist işleyişi daha da koyultarak kazanımları korumanın tercih edildiği yönünde.
Gavurun nimetlerine minnet etmeme yerine konforlu hayatı idealize etmek, erdemden topukları başına değecek kadar hızlı kaçtığımızı belirler. Ahlaki iyi örnekleri sıralayıp belki Anadolu irfanı gibi değerleri biraz da nostaljizmle, avunmayla buluşturarak bu gerçekleri kapatabilme yeteneğine de sahibiz. Halbuki değişen dünyada değişmeyenleri farkedebilmek ve onlara sadık kalmak erdemli davranmayı gerektirir. Bu hakkaniyetle ilgili…
Adalet ve yasa kısmen konjonktüreli, siyasalı, ihtiyaçları önce çeker adil olmak ahlakın bir gereği ama hakkaniyet erdemle ilgili. Eşitlik, denklik arayışı adaleti-hukuka uymayı gerektirir oysa erdem hakkaniyettedir, Hakk’ta olana yaklaşmak ve muhafaza edebilmekte…
İnsan kendi payına, kendi Hakk’ına düşenden fazlasına talib olmaya meyilli varoluşa sahip. Yıllarca bulunduğu yerde bastırılan, hakkı yenen, sindirilen birinin eline imkan geçince hepsini “telafi” etmesi ahlaki görülebilir, oysa erdem hakkaniyeti gözetmede barınır! Türkiye’de bastırılmış topluluklar, kendi özerk alanlarını korumanın ötesinde merkeze yaklaştıktan sonra imkanları servete dönüştürmeyi işin gereği, ahlakı olarak gösterir. Erdem başkasıyla varolmanın boyutlarını belirler bu yüzden hakkaniyet en başta öznenin varlığına delalet eder. Merhamet göstermek gibi… Olumlu ahlaki nitelikler arasında gösterilen merhamet, gösteren için güç istencine dalalet eder aslında kötü olduğu kadar erdemden uzaklaşmadır.
Varlık zincirini gözetmemek zulümdür, erdem bu hiyerarşi içerisinde kul acziyetini bir üstünlük belgesine çeviremez, merhamet göstermek de aynı acıma gibi ahlakçılık ve üstünlük biçiminin bir başka yüzüdür. Erdem merhametin en başta kişinin, devletin, toplumun kendine merhamet göstermesiyle başlar, “başkası”yla aynılaşmasıyla sonuçlanır.
Reddetme erdemi
Bugün toplum, millet müştereğinin dışına çıkarken başkası fikrini yüceltme hakim; kendine bile başka gözüyle bakan yabancılaşma eninde sonunda değer ve itibar kaybına, müşterek fikrinin zayıflamasına götürür. Erdemli davranış ahlakçılıktan ayrı hain kültü inşa ederken hakkaniyeti gözetir, gündelik ve pragmatik hedefler için kolaycı çıkarımları mutlaklaştırmaz. Davranışlarımızın zihni doygunluğa ulaşması, ihtiyacı karşılama ahlakının haz ve tutkuda sabitlenmiş zavallılığına talip olmaz.
İnsanlar bugün Müslüman bir toplumda mümkünler alemine çıkmayacak tutku ve haz tatminini en alt düzeyde karşılamaya yatkın. İmkan bulduğunda müreffeh ve muasır devletler seviyesine çıkabilmek için Protestan ahlakının en ilerisini yürütebilecek, irade gösterebilecek insanlar erdemden kaçtıkça artıyor.
Nezaket ve kibarlık gösterisini medenilikle eşitleyip kamusal alanın mütemmim cüzü kılarken ahlakçı yılışıklığı kamufle etmiş de olursunuz, sahtekarın veya katilin nazikliği kibarlığı erdeme yaklaştırmaz çünkü. Sadakat gibi… Sadakat gösterenin iyi ve kötü dengesini meşrulaştırması normal ama bulunduğu zeminin başlangıçtaki seviyesine bakmadan sadık olmak esasında düşüklük kadar ihanettir de!
Erdemden kaçan erdemsizliğe yaklaşır.
Erdem insanın kendini aşma iştiyakını ve çabasını belirler.
Yumuşak huyluların açtığı yara toplumsal çöküşe götürebilecek düzeyde olabilir. Bugün toplum olarak emr-i bil maruf, nehyi anil münker, ilkesini unuttuk, zeval vakitlerinde ilk terk edilen erdemdir zaten. Bir olayın, eylemin sonucu kendisi için menfi çıksa bile iyi arayışını, erdemi gözetenler hala bu toplumda var. Basiret ve erdem kriz anlarında, kritik eşiklerde, cenderelerde belirginleşir; tercihimiz çoğunlukla feraset, basiret, erdem odaklıdır!
Kur krizinde basireti terk edecek noktaya ulaştığımız gerçeğini unutmadan sıradan iyi ve kötüleri yüceltmekten ziyade bize kendiliğimizi açacak, hatırlatacak erdemleri çoğaltmaya girişmemiz gerekir. Az ve çok arasındaki dengede, azla yetinme yahut çoğu ele geçirip tatmin olma aşamasında kalmaktan ziyade aza ve çoğa aynı bilinç, akıl, irade ile yaklaşabilmeyi başarmalıyız.
Hakikat cesurdur
Bize sunulanlar konusunda ince gözlü elekler kullanabilmeliyiz. Veriliye, imkanlar dünyasına, bahşedilene mesafeli davranma, kendi standartlarımızla tartma erdemini hayatımızın merkezine taşımalıyız. Toplum olarak incelikleri sadece küresel kültürün belirlediği kalıplarda değerlendirebiliyoruz; bize özgüyü keşfetmeye ihtiyacımız var ne yazık ki. Geç modernleşen bir toplum olarak, kapitalist dünya sistemini çok hızlı sindirdik. Bizi bu topraklarda tutan, kök salmamızı sağlayan erdemlerin başında, kafirin tekliflerine yekten karşı çıkıp sunulan imkanlara, kapitalizmin nimetlerinin menşeine bakma, şartları İslam’a göre tartabilme, hakkaniyetten sapmama, aynı müştereği paylaşanlarla başkalık ilişkisi kurmama gelir.
Erdem dengedir, sahih ve sahici olmayanı reddetme bilinci içerir. Red ve kabul dengesi içinde, gündelik, pragmatik, geçiciyi ayırabilme feraseti cesaret erdemiyle alakalıydı. Gözüpek bir atılganlıktan ziyade soylu bir geri çekilme, reddetme eylemi bizi münkerden korudu, korumaya devam eder. Hakikat cesurdur, hakkaniyet pervasız atılganlığı örterek kendimizi göstermemizi sağlar. Biz küfrün tekliflerini reddetme erdemiyle kendimizi benzersiz kıldık, varoluşumuzu sürdürdük; aynı tavrı göstererek dünyayı, dünyamızı şekillendirecek, kendilik tasarımımızı sağlayacak, bizi biricik kılacak ruhu tekrar kazanabiliriz!
Açık Görüş / Ercan Yıldırım