Epistemoloji, mâlûm; felsefenin alt dallarından birisidir. Bilginin kaynağı, sınırları, imkânları vb konularla alâkadar olur. İşin felsefe kısmına girmeye niyetim yok. Benim dikkâtimi daha çok “bilginin dolaşımı” ve “kullanımı” husûsu çekiyor. Bu da felsefî olmaktan çok “sosyolojik” bir mâhiyet taşıyor.
Geçenlerde gazeteleri tararken gözüm bir habere takıldı. Haber, kamuoyunun iyi bildiğini zannettiğim bir Bilgi Yarışması sırasında yaşanan olayı naklediyordu. Yarışmacı sorulan bir sualin cevâbını bilemeyince kendisine tanınan “joker” hakkını kullanmış ve suali telefonla güvendiği bir arkadaşına havâle etmiş. Haberleştirmeye değer bulunan husus, arkadaşının, herhâlde yakınında bir bilgisayar olmalı ki, alelacele “internet”e girmesi ve bu sırada tuş seslerinin stüdyoya aksetmesiymiş.
Modern eğitim ve öğretim, “bilgi”ve “bilmeyi” erdemli kılan bir doktrin tatbik eder. Bu, keyfiyetten çok kemiyete gönderme yapar. Çocuklar “öğenmenin sonu olmadığına” ve ne kadar çok şey bilirse o kadar bu erdemden nasibini alacağına şartlandırılır.
Aslında bu bakış, Merhûm Şerif Mardin’in çok kıymetli bulduğum, Türk entelektüalizmini tipleştirmeye mâtuf bir çalışmasında değindiği ve “toplum mühendisliği” ile bağını kurduğu “Ansiklopedik Aydın” tipinin kitle eğitimine yansımasıdır. Elbette ansiklopedizme temelde karşı çıkacak değilim. Her bireyin, pek çok şeyden haberdâr olmasını sağlayan ve adına “genel kültür” denilen bir birikimi asgari düzeyde almasının faydasına ben de inanırım. Tabiî ki herkes bir seviye târih, coğrafya,edebiyât vb şeylere âşinâ olmalıdır. Ama bu sâdece bir temel vazifesini görür. İlânihâye bir amaç olamaz. Esas mühim olan bundan sonrasıdır. Bu da “metodlu öğrenme” dediğimiz çok başka bir evreyi düşündürüyor.
Türkiye’de yaygın bir şekilde gördüğüm bir mesele bu. Bu mesele en başta ansiklopedizmden vazgeçmeyen entelektüeller arasında yaygın. Entelektüel mahfillerdeki sohbetlerde insanlar sanki adı konmamış bir bilgi yarışmasındalarmış gibi davranmayı bir mârifet hâline getirmiş durumda. Bunun ileri bir tüketicilik boyutuna vardığını düşünüyorum. Tıpkı uç moda ürünleri tüketmek gibi, entelektüel mahfillerde kimsenin bilmediği birilerinin “kuramından” , “romanından” veyâ “filminden” bahsetmek, kimsenin gitmediği bir yerlere gidip, oranın târihi veyâ kültürel ayrıntılarından bahsetmek çok yaygın..Bilgi sarfı üzerinden ayrıcalık kazanmak; bunun tüketiminde birilerini eksiltmek …Bilgi yarışmaları ise bunun avâmî karşılığı. Hâsılı entelektüellerin bu yarışmalara burun kıvırmadan önce biraz da kendilerine bakmaları gerekiyor. Avâmı ve Havass’ı ile bu o kadar çılgın bir yarış ki, neticede bilgi üzerinden bir “körleşmeye” dönüşüyor. Etraf “çok şey bilen”; ama “bildiğini ne için bildiğini bilmeyenler”den geçilmiyor. Obezite sâdece “midevî” değil, yer yer “zihnî” bir mesele. Okuma seferberliklerinin Muhteşem Cuma’lardan bir farkı yok. Sâdece obeziteyi kışkırtıyor.
Bunun bir de görgüsüzlük ile alâkalı olduğunu zannediyorum. Farslar bunu çok güzel anlatırlar. “Mâlûmatfurûşluk” denilen bir hikâye bu. “Furûşten” kelimesi Farsça’da “satmak” fiilinin karşılığı. Yâni mâlûmat satan, saçan insanlar. Görgüsüzlük sâdece “para” ile yapılmıyor ki: pekalâ “bilgi” ile de yapılabiliyor..
Bilgi obezitesini doğuran abur cuburluk, temelde “sorunsal” eksikliğinden temelleniyor. Bilgiyi disipline edecek olan “meseleler” ve onları ortaya çıkaran derin ve kapsamlı “dertler”dir.. Kişilerin bu manâda ne dertleri ne de meseleleri var. (Herkesin derdi kendisine..Bu da yetmez)…Merak sâiki meselelerle birleşmeyince, bilgilenmeyi tek başına yönetmeye başlıyor. Burada, midevî obeziteden muzdarip birisinin iştahı ve doyumsuzluğu gibi bir şeye dönüşüyor merak… Bu da belki başlangıç için değerli olan merak sâikini yozlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.… Hâsılı bilgi obezitesi, meselesiz bilgilenmenin fonksiyonu olarak tecelli ediyor.
İşin bir de bilgi ahlâkını zedeleyen yanılsama (ilüzyon) boyutu var. Meselesi ve amacı olmayan bilgiler yarışmanın konusu oluyor. Bahsi geçen yarışma programları, bilgiye ihânet programlarıdır aslında. Burada etik boyut devreye giriyor. Meselâ yarışmacıya cevabını bilmediği bir soru soruluyor. Normal ve ahlâkî olan o kişinin”bilmiyorum” diyerek çekilmesidir. Hayır, öyle olmuyor. Kendisine “seçenekler” sunuluyor. Doğru cevap bunlardan birisi. Yarışmacı yüzünde cin ve takdir bekleyen bir ifâde, saçma sapan “akılyürütmeler”; o da olmazsa “sezgi yürütmelerle” başlıyor şıkları elemeye. Eğer yine de işin içinden çıkamazsa, seyirci veyâ arkadaş desteği “kopya” çekmesine izin veriliyor. Bu da bir “kumar” terimi olan “joker hakkı”yla tanımlanıyor. En nihâyetinde iş “sallamaya” kalıyor. Tutturdu mu, bilmiş oluyor. Gelsin alkışlar..Ne kadar hazin değil mi? Yâni neticede bilmeyen, bilmiş oluyor..
İşin bir de sistem boyutu mevcut. Çoktan seçmeli test, bilgiye karşı işlenmiş en ağır suçtur…Çünkü kumarı ihtivâ eder….Türkiye’de teste dayalı imtihanlarını yerini alacak bir yeni sistemin yürürlüğe konulduğu haberini almadan; kusura bakılmasın, hiç kimse beni maarif işinin hâle yola girdiğine inandıramaz….
Yeni Şafak / Süleyman Seyfi Öğün