Kendimizi Aramaklar Yolculuğu 8
Fotoğraf ve Şiir : M.Akif Coşkun
Bu Yazı İktibas Dergisinin Şubat 2022 Sayısında Yayınlanmıştır.
Kendi iç alemimizde yaşadıklarımızı ne kadar gizlemeye çalışsak da buna asla gücümüzün yetmediğini kabullenemiyoruz. Haklıyız belki de. Kendimize ayırdığımız, kimseyle paylaşmak istemediğimiz elemlerimizin varlığı bizi ayakta tuttuğunu biliriz. Şuurumuza hayat veren budur. Şükrümüzü artıran. Sabrın hikmetine başka nasıl vakıf olabilirdik.
Yine de ele veririz kendimizi. Aydınlığa koşarken arkamızda bıraktığımız silüetimiz ve gölgemiz bizi bir şekilde ele verir. Yalnızken kendi kendimize söylendiklerimiz sonsuza dek yankılanır odamızda. Duvarlarda bakışımızın izleri kalır. Oturduğumuz yerde ağırlığımızın resmini çizeriz. Her nereye sürersek ruhumuzu ardımızda daima bir işaret bırakırız. O işaretler oraya aittir. Oranın malıdır. Oranın birer sabitesidir. Biz istesek de yanımızda götüremeyiz onları. O yükü taşıyabilecek kadar güçlü değiliz. Bu bir zayıflık değildir fakat. Her bıraktığımız işaret kendi içinde bir hikmeti barındırır. O işaret bize hayat dersi vermiştir. Doğrusuyla eğrisiyle bize bir kimlik kazandırmıştır. Ardımızda bıraktığımız işaretlere mühürlenmiştir kimliğimiz. Bu boşuna değildir. Yolu işaretlerimizle kesişenlere ibret olarak sabitlenmiştir. Birer kevni ayet olarak okunmayı beklemektedir.
Bundan dolayıdır ki insan daima yolculuk halindedir. Sürekli yeni terkedişlere ve yeni varışlara gebedir. İşaretlerini sabitlerken aynı zamanda kendisi de başkaların işaretleriyle tanış halindedir. O nedenle devamlı bir yolculuk halinde olmamız tabiatımızın sağlığı açısından önemlidir. Her ne kadar gönül arzu etmese de, aydınlığa ihtiyacımız varsa bunu göze almalıyız. Göze aldığımızın bile farkında olamıyoruz bazan . Ne tuhaf. Hangi tarafımız yaratılış vasıflarımıza dahil? Hangi tarafımız irademizin inşaası? Ne tuhaf. Silüetimizde ve dahi gölgemizde tüm elemlerimiz suret bulsa da kimliğimiz bir o kadar mahfuz kalıyor. Ey Allahım, bu ne inceliktir? Kuluna olan muhabbetinin önünde bir kez daha secde ediyorum.
Bu metruk diyarda verdiğim nefes, tattığım inkıraz
Yankısı yoksa sesinin, bırak kalemi kağıdı buluta yaz
Sorma, senedin sağlamdır durma ve gıybetimi yap
Doyur nefsini benimle, doyduysa şimdi uzaklaş biraz
Bir metruk evin içinde adeta ayak basmaya ihtiyat ederek ağır ağır dolaşırken o evin geçmişini solumaya çalışıyorum. Boyası dökülmüş duvarlardan duyabiliyor gibiyim sanki içine sinmiş hatıralarını. Çökmeye fırsat kollayan tavandan damla damla gözyaşlarını döker gibi tozunu silkeliyor üzerime. Yerin ahşap döşemeleri her adımımda yarasına bastığımı haykırıyor sanki. Duvarlar, gören gözlere, işitebilen kulaklara nelerin müşahidi olduğunu anlatmak istiyor sanki. Zaman zaman böylesi metruk sabiteleri ziyaret etmek, kendi sabitelerimizin kaderine biçim verme adına gerekli buluyorum.
İçeri adımınızı attığınız andan itibaren zaman ve mekan algısı anında farklı bir boyut kazanıyor. Zihniniz, elinizde olmadan içinde bulunduğunuz zamandan sıyrılıp o mekanın hayat bulduğu zamana kanatlanıyor. Ne acılar yaşanmıştır burada? Ne mutluluklara sahne olmuştur? Şu pencere kaç dirsek çürütmüştür? Hangi kavgaların gürültüsünü sineye çekmiştir? Hangi ölümlere şahit olmuştur? Tahayyülümüzün sınırlarını zorlayarak türlü hikayeler çıkarılabilir ama galiba mühim olan şey bu gibi metruk yerlerin bizde uyandırdığı ve okumaya davet çıkardığı sabiteleridir. Şu an kendi yaşadığımız zamanda ve sığındığımız mekanda yukarıda zikrettiğim soruların cevabını birer birer işaret olarak sabitlediğimizin farkında mıyız acaba?
Sabiteler..
Kıyametimizi karartan şey, kıyametimizi nerde ve nasıl yaşadığımızdır. Kıyametimizi yaşayabileceğimiz en güzel yere sabitleyip öyle emanet bırakmalıyız işaretlerimizi. İşaretimize rastlayanlara ilham olsunlar diye. Kendi kıyamımız onların kıyamına da vesile olsunlar diye.
Kabullenmekte zorlandığımız şeylere karşı mukavemetimiz yersizdir. Zamanın tahakkümü karşısında zayıf durumdayız. Bu genel kaideyi bilmeyen var mı? Arayışlarımda işaretlerine rastladıklarımdan okuyabildiğim başka şeyler var. Bu dili öğrenmeye görsün insan, bir daha asla unutamıyor. Unutamadığı gibi her karşılaştığı işarette ,dili daha da bereket kazanmaya başlıyor. Her işaret okunmaya davet çıkarıyor, kulakları tırmalıyor, aklı bulandırıyor, zihni allak bullak edebiliyor. Onu okumaya başladıkça onunla bir bütün olmaya başlıyorsunuz sonra. O işarete bir işaret de siz bırakıyorsunuz, o işaretin sabitesine bir kuvvet de siz üflüyorsunuz.
Çok derin bir o kadar da çarpıcı ve etkileyici bir anlatım olmuş. Allah razı olsun.
Değerli yorumunuz için teşekür ederim. Selamlar