Allah Teala güzel bir temsil vermekte, “güzel bir kelime”yi (kelimeten tayyibeten) “güzel bir ağaca” (şeceratin tayyibetin) benzetmektedir. Güzel ağacın kökü (aslı) yerde sabit, dalları (fer/fürû) göktedir. Rabbinin izniyle, vermesi gereken her mevsimde meyvesini verir. Allah işte insanlara böyle temsiller verir, düşünüp hatırlasınlar, öğüt ve ibret alsınlar diye. (İbrahim, 24-25).
Kur’an, her bir mefhumu zıddıyla beraber zikreder. Bu, iki zıt anlamı birlikte değerlendirmek, ölçüp-tartmak için son derece yararlı ve icazlı bir yöntemdir. Her şey zıddıyla kaimdir. “Güzel ağaç” da, zıttı olan “kötü ağaç” temsiliyle daha iyi anlaşılmaktadır. Bu, gövdesi yerden kopartılmış, ayakta durması mümkün olmayan “habîs” ağaçtır. Güzel ağaç güzel kelimeyi, kötü ağaç da “kötü kelime”yi temsil etmektedir. Güzel ağaç, güzel kelime; kötü ağaç, kötü kelime.
Aslında “güzel” diye çevirdiğimiz “tayyibe” kelimesi hoş ve temiz anlamındadır. Kur’an’da tayyib kelimesiyle “temiz zürriyet” (zürriyeten tayyibeten) (Âl-i İmran, 38), hoşa giden/temiz evler (ve mesâkine tayyibeten) (Tevbe, 72), temiz hayat (hayaten tayyibeten) (Nahl, 97), temiz belde (beldetun tayyibetun) (Sebe, 15) gibi terkipler yapılmıştır. Allah’ın biz kullar için yarattığı rızıkları tayyibâttır yani helal, temiz ve hoş rızıklar. (Bakara. 172, Maide, 5; A’raf, 160 vb.). Rızkın tayyib olması helal, temiz ve hoş olmasıdır. Kelimenin tayyibe olması ise Allah’a ait bir söz olmasıdır. Tevhid sözü kelime-i tayyibedir. Tevhid sözünde çirkin ve hakka aykırı hiçbir unsur bulunmaz.
Temiz/hoş/güzel kelime temiz/güzel/hoş ağaca benzetilmektedir. Habîs kelimesi tayyibin zıddıdır. Güzel ağacın kökü yerdedir, yere adam akıllı kök salmıştır dolayısıyla sabit, sağlam ve kararlıdır. Onu sıradan rüzgarlar da söküp atamaz, Allah’ın izniyle. Gövdesi dimdiktir, dalları ise semaya doğru uzanmaktadır. Sanki avucunu Allah’a doğru açmış gibidir. Kıblesi Allah’a doğrudur, duası/yakarışı da Allah’adır. Büyüyüp serpilmesi, Allah’a doğru bir arayışın mesaisi gibidir. Güzel ağaç meyvesini Allah’ın izniyle, fıtratına kodlandığı üzere, meyve vermesi gereken mevsimde verir. Mevsimi dışında meyveye zorlanması, fıtratına müdahaledir. Bütün meyve ağaçları güzel ve hoştur çünkü her türlü yaratmayı bilen, yeryüzünün neye muhtaç olduğuna mutlak surette vakıf Allah tarafından yaratılmıştır. Kelime-i tayyibe ise hepsinden güzeldir.
Kelime-i tayyibe tevhiddir. Allah’tan başka ilah olmadığını, dolayısıyla Allah’ın iman edilmesini istediği bütün iman konularını ikrar ve tasdik eden sözdür kelime-i tayyibe. Kısaca “lâ ilahe illallah” diye söylenir fakat içerisine ütün kâinat sığar, daha da boşluk kalır. Allah’ın uluhiyette, rububiyette, yaratışta, melekûtde vd. tek olduğunu söylemek, sadece O’nun hükmetme yetkisine sahip olduğuna inanmak sözlerin en güzelidir. Herhangi bir beşere Allah’ın sıfatlarını atfederek, hükmetme yetkisini tanımak ise habîstir, pis bir sözdür. Güzelliğin de düşmanıdır.
Güzel ağacın kökü yerde sabittir demek, iman müminin kalbinde, hiçbir şirk, küfür ve nifak rüzgarının sarsamayacağı biçimde kök salmış demektir. İman müminin kalbini ev edinmiştir. Müminin kalbi imanın evidir. Güzel ağacın gövdesi ve dalları İslam’ın büyüklü-küçüklü rükünleridir. Güzel ağacın meyveleri ise müminin amelleridir. Mümin güzel amellerini Allah’ın izniyle işler. Müminin amelleri sadece namaz, oruç, hac ve zekat gibi vakitli ibadetler değildir. Müminin Allah için yapması gereken sonsuzca iş ve eylem vardır. Mümin güzel amellerini, güzel ağacın meyvesi gibi Allah’a sunar; bu da onu böbürlenmekten korur. Güzel ağacın en güzîde temsilcilerinden İbrahim’in, Rabbine bir adak gibi adadığı ve emsalsiz bir tevazu ile Rabbine sunup, “Rabbimiz, bizden kabul buyur!” (Bakara, 127) diyerek teslim ettiği Kabe’yi inşası bu sonsuz amellerden biridir. Muhammed (as)’ın güzel amelleri de sayılamayacak kadar çoktur.
Öte yandan kötü/pis ağaç ise meyve vermek şöyle dursun, her şeyden önce varlık sorunu yaşamaktadır, köksüzdür, dipsizdir, ayakta duramamaktadır. Toprağa tutunamamıştır. Sökülüp atılmıştır. İşte bu da “güzel olmayan kelime”dir yani pis olan bütün sözler, kelimeler, yani bütün batıl davalardır. Sonu Allah’a varmayan bütün işlerdir. Allah’a iman etmeyen, tek meşru yaşam biçimi olarak Allah’ın şeriatını benimsemeyen, Allah’ın dışındaki bütün yasama sistemlerinin, bütün ideolojilerin, bütün parlamentoların kötü/pis/habis olduğunu ikrar etmeyen her çağrı habîstir, pistir, murdardır.
İnsanları Allah’a çağırmak “en güzel söz”dür. Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “ben Müslimlerdenim” diyen kimseden daha güzel sözlü hiç kimse yoktur. (Fussilet, 33). Bir insanın sözüne “güzel” diyebilmemiz için o kişi, Allah’a çağıran biri olmalıdır. Davası Allah olmayan kimsenin sözü ne kadar ağdalı, yaldızlı, kulağa hoş gelen cinsten olsa da, kalbe hoş gelmemektedir. Bu sözden hakikat incinmektedir. Allah davasından başka davalar, İslam dışı düşünceler güzel değil, çirkindir; temiz değil, habistir. Sözü güzel olanlardan olmamız için salih amel işlememiz ve müslim olduğumuzu açıkça belli etmemiz gerekmektedir. Amelsiz iman, meyvesi olmayan bir ‘güzel ağaç’ olma iddiasıdır ki bu iddia batıldır, Allah’ın iadesine muhaliftir. Çünkü Allah güzel ağacı meyveli olarak tasvir etmiştir. Bir Müslümanın gerçek akidesini, İslam’a olan bağlılığını gizlemesi imanla bağdaşmaz. Çünkü insan imanını gizliyorsa, birtakım menfaatler celbetmek ya da bazı korkuları defetmek istediği içindir. Menfaat imanın önüne geçmiş olur. Oysa iman etmiş olmak, korkulacak, yarar ya da zarar verecek kişinin sadece Allah olduğuna tam katılmayı gerektirir.
Kur’an müminleri “söz”ü dinleyip, “onun en güzeline uyanlar” olarak tanımlamaktadır. Bu müminlerin ayırıcı vasıfları, ilk başta tağuttan yani tağuta kulluk etmekten kaçınmaları ve yönlerini tamamen Allah’a çevirmeleridir. (Zümer, 17). Tâğût, Allah’ı bırakıp, kendisine tapılan, itaat edilen kişiler, kurumlar, siyasi sistemlerdir, devletlerdir. Sözün doğrusunu elde edebilmek için en başta tağutun küfredilmesi gerekmektedir. (Bakara, 256). Bugün dünya üzerinde yeri yerinden oynatacak bir Müslüman imanı bulunmuyorsa bu, bu büyük önceliğin es geçilmesinden dolayıdır: Belki Allah’ın varlığına inanılmaktadır fakat tâğût reddedilmemektedir, bilakis Allah gibi tağuta da inanılmaktadır. Bu da imanı çürütmektedir.
Tağuta kulluktan kaçınan müminler Söz’ü (el-kavl) dinlerler ve en güzel olan o söze tâbi olurlar. Tâbiiyetleri (uyrukları) Allah’ın “güzel sözü”dür. (Zümer, 18). “ellezîne yestemiûne’l-kavle fe-yettebiûne ahseneh).
Bu ayeti kerime genellikle şu şekilde anlaşılmaktadır: Müminler her sözü dinlerler yani sadece İslam’a değil, İslam olmayan diğer düşüncelere de kendilerini kapatmazlar. Kur’an’ı okurlar, diğer kitapları da okurlar; Muhammed’i (sav) öğrenirler, filozofları da öğrenirler; İslam’ı tedris ederler ama diğer ideolojilere de kendilerini kapatmazlar. Müslümanlar hiçbir fikre ve fikir adamına önyargılı değildirler. İslam’dan başka kim olursa olsun, diğer din ve düşünce adamlarıyla tanışmaktan, tartışmaktan, fikir alışverişi yapmaktan çekinmezler. (Ama sonuçta kendi dinlerine tabi olurlar!).
Bu açıklama ilk bakışta oldukça makul ve cazip görünmesine rağmen isabetli değildir. Çünkü Allah Teala’nın, bugün kulaklarımızın çokça aşina olduğu üzere çoğulculuk, fikir özgürlüğü (ya da serbestisi) gibi bir konudan bahsettiğini iddia edemeyiz. Bu söylemler Kur’an’a mal edilemezler. İslam bir sivil tolum kuruluşu aktivitesi gibi algılanamaz, insanları ezeli dalaletlerden ebedi kurtuluşa davet eden büyük, ağır bir davadır İslam. İslam’a göre doğrulukla (rüşd) eğrilik (ğayy) birbirinden keskin çizgilerle ayrışmıştır. (Bakara, 256). İslam kafirlerin düşüncelerine hiçbir zaman haklılık payı vermemiştir ki, Allah bizi her ‘söz’ü dinlemeye çağırsın. Bilakis kafirlerin ve müşriklerin düşünce ve değerlerini rics, şeytan, necaset, zulümat olarak damgalamıştır. Küfür en hafif deyimiyle hakikati örtmektir. Hakikat örtücülüğü neden ‘dinlemeye değer’ bulunsun ki? Allah İslam’ı seçmiş, ondan razı olmuşsa, İslam’ın dışındaki söz’lerden razı değildir demektir. Onları ‘söz’ yerine bile koymamaktadır. Allah gayri müslim sözlerin müntesiplerini hayvanlara, hatta hayvandan daha aşağı olanlara, aslandan ürküp kaçan yaban eşeklerine, seslerini (yayınlarını) seslerin en çirkini olan eşek sesine benzetirken, onların ‘söz’lerine (dava/fikir) değer biçmiş olabilir mi?
Şayet ayetteki “el-Kavl”i, İslam’ın da içinde yer aldığı diğer bütün din ve inanç sistemleri, düşünceler, siyasi ideolojiler olarak açıklarsak, müminlerin sonuçta bütün ‘sözler’in en güzeli olan Kur’an’a uymaya yönlendirilmesi çelişki olur. Yani ayet, müminleri “söz”e kulak vermeye özendirmekte ama onlardan hiçbirine uymaya cevaz vermemekte, sadece “Söz’ün en güzeline” uymayı emretmektedir. Müminlerin uymaları gereken söz baştan belli olduğuna ve bundan taviz verilmediğine göre, diğer sözleri dinlemeye cevaz verilmesi anlamlı görünmemektedir.
“Onlar ki Söz’ü dinlerler” (ellezîne yestemiûne’l-kavle) ifadesi, “sözleri dinlerler” anlamına gelmemektedir; zaten söz (kavl) kelimesi tekil ve harfi tarifli gelmiştir. Nitekim Ebu Cafer en-Nahhas (ö.338) “el-Kavl” kelimesini, (cins isim olarak ‘söz/görüş’ değil), Kur’an olarak açıklamaktadır. Kavl kelimesinin harfi tarifli gelmesi bu görüşü teyid etmektedir.
Özet olarak Zümer suresinin 18. ayetini şu şekilde anlamak isabetli olacaktır: Tağuta kulluktan kaçınan müminler, doğal olarak ve müminin tanımı gereği, “söz” demeye tek layık olan Kur’an’ı dinler ve Kur’an’ın “en güzel” olan emir ve nehiylerine, öğütlerine, uyarılarına vd. tabi olurlar. Söz Kur’an’dır, “ahsen” olan da Kur’an’dır. “Söz” de, “en güzel” de Kur’an’a işaret etmektedir. Nitekim Musa (as)’dan da, her şeyin açıklamasının bulunduğu levhalarda yazılı olanları kuvvetle tutması ve kavmine, en güzelini almalarını söylemesi istenmiştir. (A’raf, 145). Kur’an veya Tevrat’ın hükümlerinin “en güzeli”nden söz edilmesi, bazı hükümlerinin en güzel olmadıkları anlamına gelmez.
Sonuç itibariyle güzel söz Allah kelamı Kur’an’dır. Müminler olarak Allah bizleri bu en güzel söze kulak vermeye ve ona tabi olmaya çağırmaktadır. İslam’ın dışındaki batı veya doğu düşünceleri, toprakta kökleşmemiş, sökülüp atılmış, dalsız ve meyvesiz ağaç gibidirler. Bir söze güzel diyebilmek için iman ve salih amel doğurması, Allah’a çağrıcı olması icap etmektedir. Tek kelimeyle, güzel söz İslam’dır.
Mehmed Durmuş/İktibas Dergisi