Kendisini İslam’a nisbet eden bir toplumda-kültür’de, güncel politik dilin/söylemin/iktidarın, yıkıcı, tahkir ve tezyif edici demagojiler temelinde, muhalif-eleştirel çevreleri/kesimleri, sembolik/söylemsel kötülüklerle sistematik bir biçimde taciz ediyor oluşu, ilgili toplum ve kültür’de, milliyetçiliklerin/ayrımcılıkların korkunçluğunun derinden ve bütün boyutlarıyla hissedilemiyor ve tepki gösterilemiyor oluşu, ilgili toplumun İslam’a, İslami bilince/terbiyeye ve sorumluluk duygusuna ne kadar derinden yabancılaştığını gösterir. İslam toplumları ve kültürleri her geçen gün, Türkiye’de de görülebileceği üzere, varoluşsal boşluklara doğru sürükleniyor. Derin ve yüksek farkındalık temelinde kendimizle yüzleşmediğimiz, kendimize zor/zorlu sorular sormaya cesaret edemediğimiz için, bugün, nerede durduğumuzu, hangi tercihler doğrultusunda hayatımızı sürdürdüğümüzü konuşmuyor, tartışmıyoruz.
Toplumlarımızda, toplumsal patolojilerin hızla yayılması, toplumsallaşması, anlam/ilke/ahlak/adalet boşluklarının derinleştiğine işaret ediyor. İslam toplumları-kültürleri, kendi kendilerini güçsüz-etkisiz kılan bir gelenek tarafından hep engelleniyor. Bu gelenek, kendi hayatlarından sorumlu olmayan, iradeleri yok edilmiş bireylerin, her konuda propogandaya maruz bırakılarak tercihte bulunmalarını dayattığı için, Müslüman bireyler her zaman, her durumda, din’i ya da politik karizmatik figürler tarafından kurtarılacaklarına inanıyor. Bu nedenledirki, günümüzde, büyük Müslüman sayılar, fantezilerle/patolojilerle/yoğun propoganda gösterileriyle günü kurtarmaya çalışıyor. Müslüman bireyler, İslam’ı, kendi kişisel bilgileri, bilinçleri, otoriteleri ve iradeleri yoluyla tercih ve tecrübe etmiyor, İslam’ı, gelenek olarak miras aldığımız hayat tarzının bir parçası olarak sahipleniyor.
Müslüman halklar, mutlaklaştırılan/dokunulmaz ve tartışılmaz kılınan, bir devlet/iktidar/siyasal otorite algısının mülkü haline getirildikleri için, kimin ne kadar, ne zaman, hangi boyutlar ve bağlam içerisinde dindar-müslüman olabileceğine, devlet karar veriyor. Günümüz dünyasında, bütün toplumlarda olduğu gibi, İslam toplumlarında da, meşruiyet şiddet aracılığıyla oluşturuluyor. Yüksek algılara dayalı bilinçli varoluşların, devlet/iktidar çıkarları adına kontrol edildiği/baskılandığı/kısıtlandığı toplumlarda, toplumsal varoluşlar propoganda aracıyla şekillendirildiği için, çıkarlara ve iktidarlara göre biçimlendirilen pespaye bir dindarlık, konjonktürel bir tercih haline gelebiliyor. Propoganda-manipülasyon yoluyla büyülenen-büyülenebilenler için, bilinçli farkındalıklar imkansız hale geliyor. Duygusallıklarla yönetilebilen toplumlarda akla ihtiyaç duyulmuyor, duygusallıklar gerçek anlamda üretkenliği yok ediyor. İslam toplumları-kültürleri, geçmişi ve geçmişte yaşayan din’i ya da politik şöhretleri idealleştirdikleri için, bugün, geçmişin hurafeleri ile hesaplaşılamıyor. İslam tarihini ve tarihsel şöhretleri romantik/nostaljik klişelere mahkûm ettiğimiz için, İslam toplumları olarak, bugün, gelecek karşısında ciddi bir iktidarsızlık yaşıyoruz. Bu durumda, geçmişe, şimdi’ye ve geleceğe ilişkin, tarihsel çözümlemeler yapan bir tarih bilinci üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor.
Tarihin en hızlı zamanlarında yaşadığımız için, tarihle-gelecekle ilgili bütünlüklü öngörülerde bulunamıyoruz. Kavrayış yeteneğimizin sınırlarını aşan gelişmelerle karşı karşıya bulunuyoruz. Modern ilerleme fantezilerinin insandan yana değil de, ekonomiden yana tercihte bulunmuş olması sebebiyle, bütün insanlık, bütün toplumlar, bütün kültürler bugün bütün doğallıklara, doğal süreçlere, doğal hayatlara yabancılaştıkları için, doğal olmayan, doğal bütün niteliklerini yitirmiş bir dünya tablosu ile karşı karşıya bulunuyoruz. İnsanlığın dünyası iç içe geçmiş, birbirini takip eden derin krizlerle nasıl baş edilebileceğini bilmiyor. İklim krizi, sağlık krizi, ırkçılık krizi, politik karşıtlıkların neden olduğu krizler vb. insanlığı belirsiz bir geleceğe sürüklüyor. Küresel koronavirüs sağlık krizi karşısında hepimiz özerkliklerimizi büyük ölçüde kaybettik. Küresel koronavirüs sağlık krizi, edilgenleştirici, kişiliksizleştirici radikal saldırı süreçleri halinde ilerliyor. İnsanlık ve dünya çapındaki yapısal sorunlar, insanlık ve dünya çapında dayanışmalar, kolektif çözümlemeler yapmayı gerektiriyor. Günümüz dünyasında karşı karşıya bulunduğumuz derin krizlerle yüzleşmeleri gereken bütün siyasal iktidarlar, ahlaki/kültürel/entelektüel çöküş pahasına iktidarlarını sürdürmeye çalışıyor. Hiç bir iktidar ahlaki referanslara ihtiyaç duymuyor. Ahlaki referans kaynaklarının kaybı, Müslümanları bile rahatsız etmiyor.
Nihilizmin, yapısal çürümenin, siyasal iktidarsızlığın küreselleştiği bir dönemde, oportünist ve pragmatist tercihler, bütün toplumların üzerine amansız bir biçimde çullanıyor. Bütün dünya, devlet kapitalizmi ile, piyasa kapitalizmi arasında bir tercihte bulunmaya zorlanıyor. Bugünün dünyasında bölgesel güçler-ülkeler, Amerika’ya, Çin’e, ya da Rusya’ya göre konumlarını belirlemeye çalışıyor. Kendilerini İslam’a nisbet eden ülkeler, Çin’in himayesine ihtiyaç duydukları için, Doğu Türkistan Müslümanlarının kitlesel olarak kapatıldıkları toplama kampları konusunda derin bir sessizlik içerisindeler.
İnsanlığın vicdanını susturarak, parayla siyasal güç satın alanlar; evlerinden/köklerinden/kültürlerinden koparılarak, fizyolojik acılara, ruhsal ısdıraplara katlanarak belirsizliğe sürüklenen mülteciler konusunda, emperyalist saldırılar, soykırımlar, işgal ve istilalar karşısında, Batı emperyalizminin bir uzantısı olan Siyonist proje karşısında; uygarlık/bilim/aydınlanma/özgürlük/eşitlik/demokrasi/hümanizm vb. gibi ideolojik-ırkçı klişelerin nasıl hiç bir şey ifade etmediğini görmek/anlamak istemiyor. Tek yanlı bir bakış/algı üzerinde temellendirilen bilimsel-teknik yetenek, zihniyet, dünya görüşü, vicdan ve merhamet yoksunu bir dünya oluşturdu. Onsekizinci yüzyılda, ilerleme/makine/materyalizm, kutsal üçlü olarak takdis ediliyordu. Sömürgeci fetihler, yakıp yıkan, kana bulayan emperyalizmler-modernlikler, soykırımlar, katliamlar sözünü ettiğimiz tek yanlı yetenek, tek yanlı bakış açıları ve tek yanlı dünya görüşleri yoluyla gerkçekleştirildi.
Günümüzde bütün toplumlarda olduğu gibi, İslam toplumlarında da, niceliksel-sayısal-maddi başarı bir put ve putçuluk haline gelmiştir. Putlar-putçuluklar çoğaldıkça, insani alanlar, ilişkiler, ilgiler birer birer hayatımızdan çekiliyor. Hangi amaca yönelik olursa olsun, propoganda sözcükleriyle, propoganda tarafından araçsallaştırılan sözcüklerle, İslami umutlar inşa edilemeyeceğini, bilincin gücüyle tahkim edilmeyen umutların bir geleceği olmayacağını bilmek/anlamak gerekir. Hangi bağlamda olursa olsun, sözcüklerin propoganda aracı haline getirilmesi, sözcüklerin hayatiyetine son verir.
Çıkar ve iktidar alanlarıyla sınırlı konjonktürel dindarlıklar, toplumlarımızda karakter ve kişilik yetersizliklerinin ne kadar çoğaldığını gösteriyor. Karşı karşıya bulunduğumuz utanç verici bağnazlıklar/bencillikler sebebiyle, İslami ufkun sınırları daralıyor, bu nedenle geleceği tasavvur edemiyor, yenilgilerin ve imkanların farkına varamıyor, alternatif bakışlar, yorumlar, çözümler üzerinde çalışmıyor, yirmi birinci yüzyıl için etkili hiç bir şey söyleyemiyor, üretemiyoruz. Konformist bir zihin ve kültür dünyasının, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde rahatsız edici sorular soramadığını, soramayacağını hatırlamak gerekiyor. Otoriter/milliyetçi/muhafazakar/popülist/sağ kültüre maruz kalan toplumlarda, konformizm derinleşiyor. Her konformizm İslami umutları hüsrana uğratıyor. Arap-İslam, Türk-İslam, Fars-İslam vb. gibi sentez ve perspektiflerin sınırları içerisine, kabile/cemaat/parti mitolojilerinin sınırları içerisine, taşralı çerçeveler içerisine hapsedilen İslam yaklaşımı; evrensel zihin, evrensel bilinç, evrensel ufuk, evrensel bilgelik adına hiç bir umuda geçit vermiyor. Evrensel zihne/bilince/ufka yabancılaşmak, etnik/mezhepçi/taşralı sınırlara/zihinleri/bağnazlıklara kapanmak anlamına geliyor.
Yaptığımız her şeyin ve yapma iradesine sahip olduğumuz halde yapmadığımız her şeyin sorumluluğunu alarak, büyük sorular sormaya cesaret ederek, büyük sorgulamalar yaparak varoluşun/hayatın/tarihin derinliklerine nüfuz edebilir, aksi halde, bugün olduğu gibi yüzeylerde yaşamaya devam ederiz. Hangi toplumda olursa olsun, yüzeysel algılar, tek boyutlu algılar, yüzeysel yetenekler, tek boyutlu yetenekler, tek boyutlu bakışlar tamamlanmamış, tamamlanması mümkün olmayan, eksik/yapay/ruhsuz/parçalanmış hayatlara işaret eder. Bütün egoizmler, bireysel/toplumsal/siyasal egoizmler, kendilerini çok dar, çok bağnaz bir konuma/ufka kapatırlar. Her egoizm, insani ilişkileri, ahlaki ilişkileri, çıkar/güç/iktidar ilişkilerine dönüştürür. Her egoizm gündemi, çıkar/güç/ayrıcalık/tahakküm saplantıları nedeniyle, başkalarını baskı altına almaktan, başkalarını her vesile ile terörize etmekten, başkalarını engellemekten, başkalarına karşı sorumsuz hareket etmekten tarifi mümkün olmayan bir haz/zevk alır. Çıkar/güç ilişkilerinin ahlaki kaygıları yoktur. Ahlaki/vicdani kaygıları olmayan egoizm gündeminin utanma/mahcubiyet duyguları gibi varoluşsal duyguları da yoktur.
İktibas / Atasoy Müftüoğlu