Turgut Akçay – 03.02.2021 – Dünya Bizim
Tahir ailesinden ayrı, köyüne otuz kilometre uzaktaki kasabada okuyordu. Bir akrabasının yanında kalan Tahir, ilkokul beşten sonra ortaokula devam eden tek çocuğuydu köyünün. Kışların çetin geçtiği yıllardı. Karakışta, zemheride, gücükte kasabayla irtibatı kesilen Tahir’in köyü, karlar içinde bir yalnızlığa bürünürdü.
Uzun zamandır ailesiyle görüşemeyen Tahir’in, ailesi ve köyü gözünde tütüyordu. Yarıyıl tatilini iple çeken Tahir, son haftaya girildiğinde, daha hafta başında çantasını hazırlamıştı. O bir hafta bir türlü geçmek bilmedi. Nihayet haftanın Cuma günü gelmişti. Akşam tekrar çantasını kontrol etti Tahir. Gece boyu uyku girmedi gözüne. Sabah erkenden çantasıyla birlikte, bir çanta dolusu selamı da yüklendi sırtına. Vedalaşarak okulun yolunu tuttu. Okul yaklaşık bir saatlik mesafedeydi ve Tahir bu yolu yürüyerek gidiyordu. Bir bisikleti olsa iyiydi. Mahallede bulunan bisiklet tamircisinden eski bir bisiklet almış, bir süre kullanmıştı. Parasını ödeyemeyince bir sürü azar işiterek geri vermek zorunda kalmıştı.
Tahir beton yamalı yollarda, su birikintilerindeki buzları kıra kara, yüzünü cam gibi kesen soğuğa aldırmadan okula gitti. Okulun çoğu öğrencisi çevre köylerden, hatta çevre kasabaların köylerinden geldiğinden karneler erken verildi. Karnesini alan Tahir köyüne on kilometre uzaklıktaki köyün arabalarının bulunduğu garajda aldı soluğu. Sırtında çantası, elinde bir fileyle garaja geldiğinde Ford marka taka minibüs garajdaydı. Ancak kimsecikler yoktu ortalıkta. Bir müddet bekledi Tahir. Hava soğuktu, şoför şu garaj kahvesinde olmalıydı. Girip girmemekte tereddüt etti. Zira on sekiz yaş altının ve öğrencilerin kahveye girmesi yasaktı. Duramadı kahveye yöneldi ürkek adımlarla. Kahvenin yaylı kapısını itince kapı gıcırdayarak açıldı. Tahir daha adımını içeri atmıştı ki kapı elinden sıyrıldığı gibi büyük bir gürültüyle çarparak kapandı. Tahir içeriden birilerinin, ya da kahve sahibinin azarlayacağını düşünerek korkmuştu. Ancak kimse oralı olmadı. Bir süre olduğu yerde kaldı. Ağır sigara kokusunun ve dumanın ortasında koca bir fıçıdan yapılmış soba, gürül gürül yanıyordu. Bir müddet duman altı olmuş masaların etrafında oturanları seçmeye çalıştı. Yumrukların biri inip biri kalkıyor, küfürler savrulup dumana karışıyordu. Yumrukların masaya her vuruluşunda Tahir’in kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. Bir süre sonra şoförün bulunduğu masaya yöneldi ve masanın dibinde dikildi kaldı. Uzun zaman yüzüne bakan olmadı. Bazen göz göze geldiler şoförle, ama her defasında şoför gözünü kaçırıyordu. Tahir’in, masanın dibinde haddinden fazla dikilmesi masadakileri rahatsız ediyordu. Şoför, Tahir’i tanıyordu. Daha önce defalarca yolcusu olmuştu. Sonunda şoför; “Çocuk daha çok erken, öğleden sonra gideriz” dedi ve masayı yumruklamaya devam etti. Tahir sobaya yakın bir sandalyeye oturup ısınmak istedi, ama o cesareti kendinde bulamadı. Dışarı çıktığında camilerden cuma salaları yükseliyordu soğuk gökyüzüne. En yakın camiye gitti, vaaz dinledi, cuma namazını kıldı. Ama aklı hep minibüsteydi. Ya kalkıp giderse, başka araba yoktu. Hemen garaja koştu, araba oradaydı, kimsecikler yoktu yine ortalıkta. Kahveden masalara vurulan yumruk sesleri geliyordu. Yarıya kadar boyanmış buğulu camlardan televizyon görüntüleri sızıyordu dışarı. Bir Türk filmi oynuyordu televizyonda. Gün ortası o zamanlar televizyonda Türk filmi olmazdı, bir video kaset olmalıydı.
Tahir bütün cesaretini toplayarak bir daha yöneldi kahveye. Kapının huyunu öğrenmişti, itina ile açtı. Gıcırdayarak açılan kapıyı çarpmasına izin vermeden kapattı. Değişen bir şey yoktu. Masalarda birkaç sima değişmişti sadece. Kapı önünde beklemeye başladı. Gözü zaman zaman televizyona takılıyordu. Bir Cüneyt Arkın filmi oynuyordu televizyonda. Ama film izleyen az sayıda kişi vardı. Yine yumruklar masalara vuruluyor, gürültü yüksekti. Tavana yakın yerde sac bir muhafaza içinde bulunan televizyonun görüntüsü dumana, sesi gürültüye karışmıştı. Şoförle bir kez daha göz göze geldi Tahir. Şoför montunun kolunu geri sıyırıp saatine baktı ve bir işaretle “Daha çok var dedi.” Tahir defalarca kahveye girdi çıktı.
Bir süre sonra yolcular garaja dökülmeye başladılar. Biri gelip biri gidiyor, gelen bir eksiğini hatırlıyor tekrar gidiyordu. Köylünün ne eksiği bitiyor, ne de araba kalkıyordu. Tahir buz gibi minibüste arka koltuğun cam kenarında yerini aldı. Her tarafından rüzgâr giriyordu arabanın. Birkaç kişi daha bindi arabaya ve sigara yaktılar. Arabanın havası birazcık yumuşadı. Bir türlü toparlanamıyordu yolcular. Bir süre sonra Tahir’in köyüne daha yakın bir köyden yolcular da geldi. Tahir onları tanıyordu. Hatta içlerinden biri zaman zaman Tahirlere misafir olan bir baba dostuydu. Tahir biraz rahatladı, yolun üçte ikisini onlarla yürüyecekti. Yolcular gittiler geldiler, gittiler geldiler. Sonra birileri kahveye gidip şoförü çağırdı birkaç kez. Bir süre sonra şoför birkaç yolcuyla birlikte kahveden çıktı. Ayaküstü bir şeyler konuşarak sigaralarını yaktılar. O birkaç yolcu da ihtiyaçlarını almak için dağıldılar. Onları gören arabadaki bazı yolcuların aklına başka eksikler geldi ve onlar da gittiler. Tahir arka koltukta sıkışıp kaldığı yerde sinir küpüne dönüyordu. Arabada zaman zaman tartışmalar oluyor, sonra derin muhabbet başlıyordu. Bir süre sonra güç bela toplanıp herkes yerini aldı.
Minibüs birkaç kes gırgır-gırgır ettikten sonra büyük bir sarsıntıyla çalışmaya başladı. Şoför uzun uzun gaza basıyor, ortalığı büyük bir gürültü ve duman kaplıyordu. Bir süre de arabanın ısınması beklendi. Tahir birilerinin yeniden bir eksiklerini hatırlamalarından korkuyordu. Neyse ki sonunda araç hareket etti. Kasabanın dışından yakıt aldıktan sonra düz ovada yoluna devam etti. Bir süre sonra düz ova bitip dağlara tırmanacaklardı. Tahir’in gözü köylerdeydi. Her taraf bembeyaz kardı. Ova bitip sarsıla sarsıla dağlara tırmanmaya başlanıldığında ormanların diplerinde kar görünmeye başladı. Araba ısınmış muhabbet koyulaşmıştı. Tahir’in göz kapakları ağırlaşmış, uykuyla uyanıklık arasında köyler, dumanı tüten bacalar, elektrik direkleri, gökyüzünde sığırcıklar ve yavaş yavaş beyaza bürünen yeryüzü, bir rüya gibi geçiyordu arabanın kirli camlarından.
Sonunda minibüsün onları bırakacağı köye geldiler. Etraf bembeyaz kar içindeydi. Tahir sıcak arabadan dışarı çıkınca vücudu titredi. Bundan sonra tırmanarak on kilometre yol yürüyeceklerdi. Gittikçe kar artacaktı. Şimdilik yalnız değildi, Tahir’le birlikte dört kişi tesbih gibi dizildiler açılmış çığıra. Tahir en arkada peşlerinden gidiyordu. Bir süre sonra ellerindeki yükler ağırlaşmaya başladı. Öndekiler kendi aralarında konuşuyor, zaman zaman Tahir’e dönüp laf atıyorlardı. Tahir pek lafa karışmıyor, sırtında çantası, elinde filesiyle bata çıka yürüyordu.
Nihayet Tahir’in yol arkadaşları köylerinin sapağına gelmişlerdi. İçlerinden en yaşlı olanı; Tahir’in baba dostu, babacan bir tavırla Tahir’i evine davet etti. “Çok yorulduk gel bu akşam seni misafir edeyim, yarın bizim çocuklar seni götürürler” diye ısrar etti. O ısrar ettikçe Tahir direndi. İlla bu akşam köye gitmeliyim diye. Tahire söz geçiremedi. Onlardan ayrılınca Tahir, yalnız kalmanın verdiği tedirginlikle daha hızlı yürümeye başladı. Bir süre sonra ikindi ezanları duyuldu çevre köylerden. Kar ezan sesini emiyor, sesler derinden geliyordu.
Ezanla beraber Tahir’in yolu da bitti. Çığır bir başka köye doğru gitmişti. Tahir’in köyüne çığır yoktu. Yol, ancak kenardaki ağaçlar ile seçilebiliyordu, her taraf bembeyazdı. Tahir bu yollardan yürüyerek defalarca gitmiş gelmişti. Ancak bu kadar yüksek karla ilk karşılaşıyordu bu yolda. En azından bir çığır olurdu. Ama bu kez kimsecikler olduğu yerden kıpırdayamamıştı. Birden kararsız kaldı. Geri dönüp misafir olmaya yüzü tutmadı. Çünkü onca ısrara rağmen kabul etmemişti. Çığırın gittiği köyden de tanıdığı yoktu, kimin kapısını çalacaktı. Zaten ille de akşam köyde olmak istiyordu.
Sonunda kararını verdi, tedirginlik içinde yürümeye başladı. Yağdıktan sonra üzerinden zaman geçtiği için kar sıkışmış, yürümek, çığır açmak imkânsızdı. Yorgunluk ve tedirginlik içinde debelenip duruyordu. Ayakları uyuşmuş, dizlerinin dermanı azalmıştı. Bu telaş ve endişe içinde vaktin nasıl geçtiğinin farkına varamadı. Saati de yoktu. Hava kararmaya başlamış, Tahir henüz bir arpa boyu yol alamamıştı. Akşam ezanlarıyla ortalığa derin bir hüzün çökmüştü. Tahir’in sırtındaki çanta kollarına doğru sarkmış, elindeki meyve filesini tutan parmaklarının gücü azalmış, tatlı bir uyku basmıştı. Tahir derin bir sessizlik içinde olduğu yere çöktü. Ağırlaşan gözkapaklarına hâkim olamıyordu. Derin bir uykuya dalacaktı ki babasının başından geçen bir olayı hatırladı. Babası; “Yorgunluk ve aşırı üşümenin peşinden gelen uyku ölüm uykusudur” demiş ve başından geçen bir hadiseyle açıklamıştı. Bunu hatırlayınca Tahir’in gözleri açıldı. Hemen elindeki fileyi açıp meyvelerden yedi. Akşam karanlığı çökmüştü. Şehirde yanında kaldığı akrabası köye gittiğini düşünüyor, köyde ailesi ise yola çıktığından habersizdi. Telefon filan yoktu ki haberleşsinler. Tahir bunları düşündükçe içini korku kapladı ve paniği iyice arttı. Burada kalsa kimseciklerin haberi olmayacak ve kurda kuşa yem olacaktı. Köyle aralarında derin bir orman ve köyle ormanı kesen bir dere vardı. Derenin uğultusu sesleri yutuyor hüznü ağırlaştırıyordu.
Tahir, köyden gelen köpek havlamalarını ve insanların akşam telaşında seslerini bir rüyadaymış gibi duyuyordu. İnsanlar işlerini bitirip evlerine girdiklerinde kapılar kapanacak, kimseye sesini duyuramayacaktı. Yediği meyvenin verdiği enerjiyle birkaç kez köye seslendi. Bir süre sonra sesine karışan titremelere yenik düşerek ağlamaya başladı. Öyle ki karşıdan bir ses verilse dahi duyacak durumda değildi. Umutları yavaş yavaş tükeniyordu. Etrafta olmayan bir sürü karartılar görmeye başladı. Her şey hareket ediyordu akşamın alaca karanlığında. Ve sesler geliyordu etraftan, yırtıcı hayvan sesleri. Hal bu ki henüz olan bir şey yoktu ama Tahir öyle görüp öyle şeyler duyuyordu korkuyla. Umutsuzca tekrar çöktü olduğu yere. Bildiği duaları defalarca okudu. Artık geri dönmek de köye gitmek kadar zordu onun için. Tam bu umutsuzluk içindeyken Tahir, köyden bir ses duydu. Akşamın dinginliğinde kar ve dere, sesin tamamını yutamıyordu. Bir kadın şöyle diyordu; “Karşıda bir çocuk çağırıyor ve ağlıyor, Tahir’in sesine benziyor” diye Tahir’in ailesine haber ediyordu yüksek sesle. Pür dikkat sesi dinledi ve sesi tanıdı Tahir. Bunu duyunca tekrar canlandı ve avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı.
Köyden Tahir’e sesleniyorlar korkmamasını söylüyorlardı. Büyük bir hareketlilik başlamış, herkes birbirine sesleniyordu. Tahir’in uykusu kaçmış, eline ayağına yeniden can gelmiş, korkusunu yenmişti. Derin ormanın içinde ağaçlar sayesinde yolu ortalayıp çığır açmaya çalışıyordu. Köyün başındaki komşuların gençleri sırtlarında tüfek, ellerinde şamdanlar, çıralar ve fenerlerle Tahir’e ulaştıklarında yatsı ezanları başlamıştı. Tahir’in ailesi köy içindeki mesafeyi yürüyünceye kadar köyün başındaki komşuların gençleri ulaşmıştı Tahir’e. Herkes bir şey söylüyordu. Kimi “Vah vah, az daha geç kalsan seni kimse duymaz kurda kuşa yem olurdun” diyor, kimi “Deli misin ne işin var bu karda kışta yola çıktın?” Kimi de “Aşağıdaki köye sapıp neden misafir olmadın?” diye azarlıyordu. Tahir köye misafirlik için davet edildiğini ve kabul etmediğini gizliyordu. Bunu duyarlarsa fena halde kızacaklardı. Elinden çantalarını alıp Tahir’i aralarına aldılar. Yolda karşılaştıkları herkes bir sürü sual ediyordu. Tahir babasıyla karşılaştığında gözleri doldu. Babasının ona yapmış olduğu ve hayatını kurtarmaya vesile olan, yaşanmış nasihatı yeniden hatırladı. Babası Tahir’in ellerini bir süre ovaladı. Ona çeşitli sorular sorarak durumunu anlamaya çalıştı. Gecenin karanlığında ellerinde çeşitli ışıklarla bütün köylü, bir fener alayı gibi dizilmişti yola. Her geçen süre de ışıklar uzuyordu yol boyu. Sorular kulaktan kulağa geriye doğru geliyor, kulaktan kulağa cevaplar gidiyordu en ilerilere doğru.
Köye yanaştıklarında Tahir’in annesi ve kadınlar da ellerinde idare ve fenerlerle yoldaydılar. Tahir’le annesi kavuştuklarında oldukça duygusal anlar yaşandı. Köyün girişindeki ilk komşudan başlamak üzere herkes eve davet ediyordu. Ama gerek kalmamıştı artık. Teşekkür, dua ve minnet duyguları içinde, kimi birazdan geliriz diyerek evine sapıyor, kimisi de Tahir’le devam ediyordu. Tahir, içindeki korkuyu yenmiş, sevinç ve gurur içinde sessizce yürüyordu hissetmediği ayaklarıyla. Köylü Tahirler’in evine gelecek, muhabbet bol olacaktı. Daha çok Tahir’e sorulacak ve daha çok onu dinleyeceklerdi.
Tahir, bundan sonrası için “Yazılmaz ve konuşulmaz, ancak yaşanır” dedi ve hikâyeyi burada bitirdi. Ne diyelim biz de çok ısrar edemedik!
Turgut Akçay