Kabile Ufku
İslam dünyası toplumları, içerisinde bulundukları, yapısal- şizofrenik edilginlik- teslimiyetçilik sebebiyle, Batı dünyasının entelektüel mutlakiyetçiliği – hakimiyeti karşısında büyük bir seziyet ve çaresizlik sergiliyor. Sözünü ettiğimiz mutlakiyetçilik ve hakimiyet, İslami bilincimizi terörize ederek, İslam’ a olan güvenimizi derinden sarsıyor. Gelenekçi – görenekçi – muhafazakar – batıni konformizm ve statüko, bağımsız İslami üretkenliğe izin- geçit vermediği için, özellikle Müslüman genç kuşaklar, entelektüel moda’ lara öykünerek var olmaya çalışıyor. İslami bütünü ve bütünlüğü temsil liyakatini kaybeden Müslüman topluluklar tekbiçimli parçalar oluşturuyor. Tekbiçimli parçalarla ancak basit propagandacılar yetiştirilebiliyor.
Entelektüel merak- sorgulama duygusunu yok eden taklit- itaat geleneği, İslam kültürünü maalesef, sabit kurallar bütününe dönüştürüyor. Bir diğer yanda, toplumlarımız kendisine dayatılan ideolojik/ entelektüel/ felsefi dil- söylem yoluyla düşüncesizleştiririliyor. Bu dil ve söylem aracılığıyla İslami otorite ve meşruiyet reddediliyor. Maruz bırakıldığımız geleneksel, muhafazakar konformizm nedeniyle, ideolojik propaganda dili ve klişelerinin oluşturduğu basmakalıp genellemeleri reddedemiyoruz. Bir yanda, ırkçı/ ideolojik/entelektüel/ felsefi modern totaliterlik, bir diğer yanda da, bir propaganda klişesi olarak ‘’ demokrasi’’ dayatmaları insani/ ahlaki/ vicdani bir dünyayı imkansız kılıyor.
Batılı, ırkçı/ ideolojik/entelektüel / felsefi / politik totaliterlik, Müslüman halkları başka, yabancı ve uzak bir insanlığa ait görüyor. Bu nedenledir ki, Filistin’ de, Afganistan, Irak / Suriye ve Libya’ da insan haklarını ve bütün insani / ahlaki / vicdani değerleri silip süpüren savaşlar / katliamlar / işkenceler / suikastler / soykırımlar devam ediyor. Siyonist ırkçılık her tür insaniliğe küstahça meydan okuyor. Kapitalist – ideolojik çıkarlar söz konusu olduğunda, hiçbir insani/ ahlaki/ vicdani tepki/ tavır hiçbir şey ifade etmiyor. Bilimi ve teknolojiyi uygulamaya indirgeyen bir zihniyet, insanlığın ve dünyanın iyiliği için etkili hiçbir şey yapamıyor.
İslam ve Müslümanlar tarihe girdiklerinde, evrensel insanlığa hitap eden bir kültür bilinci oluşturmuştu. Bugün, gelenekçi – muhafazakar- batıni konformizm- popülizm ve hamaset diliyle ancak kabilelere, hiziplere, kabilecilik ve hizipçiliklere hitap edilebiliyor. Bilgi ‘ ye, üretkenliğe, kentsel kültüre ve kentsel ilişki biçimlerine yabancı olan sözünü ettiğimiz konformizm kabile ufukları – duvarları dışında ne olup bittiğini görmüyor, bilmiyor, görmek ve bilmek istemiyor. Sözünü ettiğimiz konformizm, muhalif – eleştirel düşünceyi marjinalleştirmeye, etkisizleştirmeye çalışıyor. Kabile ufkuna kapanmak, büyük İslam ailesinden kopmakla sonuçlanıyor. Kabile ufkuna ve konformizme kapanmak insanın kendisini aşmasına, daha üst bir niteliğe – seviyeye gelmesine izin vermiyor.
Eleştirel mevcudiyete hayat hakkı tanımayan bir kültürel iklimde yaşıyoruz.
Bugün, Müslümanlar olarak, karşı karşıya bulunduğumuz küresel sorunların ağır ve tahripkar baskısını yerel çözümlerle aşamıyoruz. Böyle bir gerçekle karşı karşıya bulunduğumuz halde, bu sorunların İslami bütünü ve bütünlüğü temsil eden bir bilinç ve irade ile aşılabileceği konusunu büyük İslam ailesinin gündemine kazandıramıyoruz. Dar görünüşlü aidiyetler – bağlılıklar, dışlayıcı aidiyetler ve bağlılıklar, felç edici bencillikler ve bilinçsizlikler, uzlaşmaz karşıtlıklar- rekabetler sebebiyle, İslami bütünlük ve özgürlük mücadelesini ertelemeye devam ediyoruz. Hangi toplumda olursa olsun, yerleşik otoriteyle sınırlı bir ufka hapsedilen Müslümanlar, zaman ve mekan ötesi ufka ve dayanışmaya yabancılaşıyor.
İslami düşünce/ düşünce / kültür/edebiyat/ ilahiyat hayatı, İslamın ontolojik özgürlüğü/ otoritesi/ meşruiyeti temelinde yirmibirinci yüzyıla, İslami dünya görünüşünü , hayat tarzını önerecek, entelektüel bağımsızlığın ifadesi olan tek etkili cümle kuramadığı için, hepimiz, sınırları hamaset ve popülizm tarafından çizilen bir toplama kampında yaşıyor gibi yaşamaya devam edebiliyoruz. Bugünü etkileyemediğimiz, tamamlayamadığımız, dönüştüremediğimiz için, hep geçmişi tekrar ediyor, geçmişi tanımlamaya çalışıyoruz. Geçmişi eleştirel akılla, eleştirel bilinçle analiz ediyor olsaydık, buradan yeni başlangıçlar yapabilmek için, yeni cevaplar çıkarılabilirdi.
Dar görüşlü ve dışlayıcı aidiyetler, bağlılıklar, insani – ahlaki yanımızı çölleştiriliyor
İnsani ilişkilerin ideolojik mülahazalar temelinde gerçekleştirilmesi, hepimizi değerler dünyasından uzaklaştırıyor.
Günümüzde, iktidar ayrıcalıklarından yararlanmak üzere, anlam – ilke – değer – sorumluluk alanlarından, çıkar alanlarına doğru kitlesel göçler yaşanıyor. Çıkar ve iktidar mülahazaları – mücadeleleri, İslami ahlaki kişilikleri yapıları paramparça ederek tanınmayacak hale getiriyor. İçerisinde bulunduğumuz döneme kadar, bizler, Müslümanlar olarak, Batılıların maddi değerleri idealleştirdiklerini, bu suretle’ de varoluşu/ hayatı mutsuzlaştırdıklarını iddia ediyorduk. Şimdi ne yazık ki, bizler, Müslümanlar olarak, İslama yabancılaşmak pahasına, maddi değerler ve tutkular peşinde sürükleniyor, savruluyor ve ruhsuzlaşıyoruz.
İslamın ontolojik istisnailiği, epistemolojik istisnailiği, meşruiyet ve otoritesini temsil ve inşa liyakatine sahip, umut düşünürlerine, filozoflarına, bilginlerine ve bilgelerine sahip olabilseydik, bugün, Müslümanlar olarak seküler mutlaklar karşısında edilgin bir sessizlik / kayıtsızlık sergilemeyecektik. Seküler dil/ söylem/ ideoloji ve siyaset yoluyla, emperyalist dünya, kendisini kutsallaştırabiliyor, dokunulmaz kılabiliyor. Seküler mutlaklar yoluyla batılı hayat/ kültür/ uygarlık tarzı, etkili bir mitoloji olarak, İslam toplumlarını, kültürünü ve hayat tarzını aşağılayarak baskılıyor. Modern uygarlık ve evrensellik, hiçbir şekilde, antropolojik önyargılarıyla yüzleşme ihtiyacı duymuyor. Bizler, bugün, sözünü ettiğim antropolojik önyargılarla kuşatılmış bulunuyoruz.
İçerisine kapatıldığımız sağ- muhafazakar- gelenekçi – batini konformizm, bugünün dünyasına/ insanlığına hitap edebilecek İslami entelektüel- felsefi içerik üretimine izin vermediği gibi, toplumlarımızda etkili olması gereken antiemperyalist duyarlılık ve bilinci de etkisiz hale getiriyor. Her iki Batı’ nın (Avrupa/Amerika) en büyük kutsalı stratejik ve jeopolitik çıkardır. İslam toplumları sözünü ettiğimiz stratejik ve jeopolitik çıkarları meşrulaştıran dil/söylem/siyasetle hesaplaşabilecek bağımsız bir siyasal dile ve iradeye sahip olmadığı için, sözünü ettiğimiz çıkarlar adına araçsallaştırılabilmektedir.
Her Taraf / Atasoy Müftüoğlu