Bütün dünyada, bütün toplumlarda “ben” ile “öteki” arasındaki yabacılaşmalar, çatışmalar, karşıtlıklar ve uçurumlar derinleşiyor. Günümüz insanının, toplumlarının tercihlerine-eylemlerine-yönelişlerine idealler değil, dünyevi-maddi ilgileri, ya da çıkarları yön veriyor. Bütün toplumlar, İslam toplumları da, araçsal değerlerin etkisi altına giriyor. Araçsal değerlerin hakim olduğu bir dünyada ve toplumda İslami-ahlaki değerler-anlamlar köklerinden koparılıyor, içeriklerini kaybediyor. Ulus-devletler, İslam’ı, maalesef araçsal bir değer olarak kullanmaya devam ediyor. İslam’ın, gerçek anlamda somut ve bütüncül bir otoritesi olsaydı, ya da gerçek anlamda ilmi-entelektüel-ahlaki-irfani otoritelere sahip olsaydık hiçbir irade İslam’ı pervasızca-hayasızca araçsallaştıramayacaktı.
Ulus-devletler, ulus-devlet iktidarları iktidar çıkar ve ayrıcalıkları için aziz İslam’ı araçsallaştırırken, bu araçlaştırmayı meşrulaştırabilmek için her durumda eğilip bükülebilen, koşullara uygun fakihler istihdam edebiliyor. İslam dünyası toplumları, sistematik bir şekilde politik popülizm ve dini popülizm uyuşturucuları almaya ısrarla devam ettikleri için, çok ciddi bir bilinç körleşmesi yaşıyor. Kitlelere bu bilinç körleşmesi nedeniyle çok daha kolay vaziyet edebiliyor. Bilinç körleşmesinin normalleştiği bir toplumda, bu körleşme sebebiyle, ilgili toplum, gerçeği görme yeteneğine, gerçekle hesaplaşabilme iradesine hiçbir zaman sahip olamıyor. Kendilerini, gerçeklikten yoksun klişelerle ifade eden bireyler ya da toplumlar, eleştirel muhakemenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Bu tür toplumlarda kolektif dilin, bilincin, düşüncenin, kültürün yeniden üretilmesi mümkün olmuyor. Kolektif bilincin tek yorumun dayatılması olarak anlaşılmaması gerekir.
İslam dünyası toplumları olarak, maruz kaldığımız bilinç körleşmesi nedeniyle, varoluşsal sorgulamalar yapmıyor, derin-yoğun-kapsamlı-eleştirel sorgulama sürecine girmiyoruz. Bu tür bir sürece girmediğimiz için de, içerisinde bulunduğumuz zamanı-tarihi ve gerçekleri görmezden gelmeye devam edebiliyoruz. Gerektiği zaman varoluşsal sorgulamalar yapamayan toplumlarda, iktidar ihtirasları ve siyasal kazançlar adına ahlaktan vazgeçilebiliyor. Toplumlarımızda, yozlaşma, bayağılaşma yönünde bir değişim yaşandığı için, siyasal kadrolar-iktidar kadroları imkansız tuhaflıklar ve entrikalar sergileyebiliyor. Maddi ilgiler ve ihtiraslar, içsel yoksulluklar pahasına sürdürülüyor. İslami ilkeler somut gerçeklik, geçerlilik ve etkililik alanından uzaklaşarak, soyut bir geçerlilik alanında varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bugün, her şeyden önce ahlaki bir devrime ihtiyacımız olduğunu kaydetmek gerekiyor.
İslam dünyası toplumlarında İslam’a yabancılaşma ya da ihanet, İslam’ın bireysel dindarlığa indirgenmesiyle birlikte başladı. İslam’ın bireysel dindarlığa indirgenmesiyle birlikte İslam, toplumsal/siyasal/ekonomik/hukuki içeriğinden bütünüyle boşaltıldı. İslam’ın ve ahlakın yararcı çerçeveler içerisine hapsedilmesiyle birlikte bütün İslami değerler otoritesini kaybederek un ufak edildi. Hayatın merkezine iktidar çıkar ve ayrıcalıkları konulunca, kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kesimler de, ahlaki alanı bütünüyle terk ettiler. Bugün, toplumlarımızda sekülerizm, liberalizm ve kapitalizm bütün boyutlarıyla somut olarak işlevlerini-fonksiyonlarını-misyonlarını sürdürürken, ahlaki-düşünsel-kültürel derinlikten/nitelikten yoksun bir muhafazakarlık yalnızca çok ucuz bir propaganda klişesi olarak, ucuz bir araç olarak varlığını sürdürüyor. Müslüman halkların bütünlük bilincinden, tevhidi bilinçten sürgün edilmesiyle birlikte, İslami varoluşların şeyleştirilmiş olduğunu her nasılsa hayati bir sorun olarak görmüyor, bu sorun etrafında herhangi bir çözümleme yapmıyoruz.
İslami bilinçten sürgün edilen Müslüman halklar, bugün küresel bir barbarlık düzeni tarafından bir dünya görüşü emperyalizmine tabi tutuluyor. Dünyanın emperyalist temelde militarizasyonu gayriinsani bir dünya oluşturuyor. Bütün modern ideolojiler güç ve para aracı olarak kullanılıyor. Sömürgeci tahakkümün taşlaşmış/soğuk mantığı vicdan ve merhemete hayat hakkı tanımıyor. Dünya görüşü emperyalizmi bugün İslami dünya görüşüne, hayat tarzına ve İslami onura karşı çok yönlü bir savaş veriyor.
Çok uluslu ve çok kıtalı şirketlerin, ideolojik/ekonomik çıkarlarının diktatörlüğü karşısında, Müslüman halkların hakları hiçbir şey ifade etmiyor. Çokuluslu ve çokkıtalı şirketlerin çıkarları kimi gün “demokrasiler” lehinde tercihler yaparken, kimi gün eli kanlı diktatörlükler lehinde fütursuzca tercihler yapabiliyor.
Müslüman halkların/toplumların, kültürlerin başkalarının/ sömürgecilerin bilincine maruz kalması hiçleştirici, şeyleştirici bağımlılıklar oluşturuyor. Günümüzde, akademik hayatımız, ilahiyat hayatımız, kültür hayatımız, sözünü ettiğimiz hiçleştirici-şeyleştirici bağımlılığın sınırları içerisinde kalmaya özen göstererek İslam’ı konuşabiliyor. Bağlayıcılığını kaybeden bir değerler-ilkeler-ölçütler sistemiyle hiçbir mücadele verilemeyeceğini görmemiz-anlamamız gerekiyor. Konjonktürel şartlara, statükoya, dil ve söyleme uyum sağlayan bireysel ya da toplumsal bir bünye için entelektüel bağımsızlıktan söz edilemez. Statükoya uyum sağlayanlar, kim olursa olsunlar inisiyatif sahibi olamaz, yeni bir başlangıç yapamazlar. İslami aidiyet bilinci, sınırlardan, sınırlı aidiyetlerden bağımsız bir yeryüzü bilincini temsil ve ifade etmemizi ister. İslami akıl ve bilinç yerel sınırlara kapatılamaz.
Entelektüel mahrumiyet ve mahkumiyet, başkalarının bilincine maruz kaldığımızda başlar.
İslam dünyası toplumlarının içe ve geçmişe kapanarak yaşadıkları bilinç körlüğü ile, başkalarının/sömürgecilerin bilincine maruz kalarak yaşadıkları ağır-derin bağımlılık, Müslümanları tarihin kurbanları haline getirdi. Günümüzde, her iki şizofrenik durum da, toplumlarımızda etkisini sürdürüyor. Toplumlarımız edilgen bir teslimiyetçilik içerisinde geleceği beklemek yerine, nereye/nasıl gideceğimize ilişkin kolektif bilinç temelinde çözümlemeler yapmak zorundadır. Tarihin kurbanları, kendi bağımsız bilinç dünyalarını inşa ederek, birlikte mücadele etmek üzere bir araya geldiklerinde tarihin öznesi olabilirler.
Atasoy Müftüoğlu