ZİKİR
Kur’anî kavramları kendi bütünlüğü içinde yerli yerince kullanmak ve değerlendirmek, Kitab’a inanmanın borcudur. Kur’an kavramlarından Allah’ın muradına uygun anlamlar elde edebilmenin yegane yolu budur. Yani Allah’ın nehyettiği gibi, dilimizi eğip-bükerek (3/78) Kitab’ın ayetlerini çarpıtma hakkına sahip değiliz. Mü’minim diyen insanların buna hakkı olamaz.
Bu cümleden olarak, bir Kur’anî kavram olan ZİKİR’i bu yazıda işlemeye çalışacağız. Dayanağımız tamamen Kur’an ayetleridir. Yani Kur’an’da çokça kullanılan ZİKİR’in ne anlama geldiğini vüs‘atimiz oranında izaha gayret edeceğiz.
İlk olarak ZİKİR kelimesinin Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığını tesbit etmeye çalışacağız. İkinci kısımda da, Allah’ın, kullarına zikri salık vermesi münasebetiyle, kalplerimizin zikre olan ihtiyacı üzerinde duracağız.
Kur’an’da zikir kavramını kategorik olarak belirlemeye çalışırken dayandığımız ayetler sadece o kadar olmayıp daha başka benzer ayetler de bulunmakta ise de, ayetlerin çokluğu ve maksadın anlaşıldığı saikiyle hepsine yer vermedik.
B-ZİKRİN ANLAMI
I-Kelime Anlamında Zikir
Zikir (ez-Zikru) sözcüğü kelime olarak, bir şeyi zihinde tutmak, ezberlemek, hatırlamak, yâd etmek, Allah’ı tesbih etmek, şükretmek, ayıplamak v.b. bir dizi anlam içermektedir. Şimdi Kur’an’da, daha ziyade kelime anlamında kullanıldığı yerleri tesbite çalışalım.
a)Hatırlamak: 2/282; 18/63; 79/35; 89/23.
Bu ayetlerden ilk ikisinde dünya yaşamında “hatırlama” olayı konu edilirken, diğer ikisinde ise ahiretteki hatırlama konu edilmektedir. Felsefe diliyle bu ikisine “eskatolojik ayetler” diyebiliriz. Zira bu iki ayette, bu dünyada iken anlayıp-öğüt almayanların, öbür dünyada anlayacakları, tehdit üslubuyla dile getirilmiştir. 18/63. Ayette, Musa (a.s) ile genç arkadaşının yolculuktan esnasında, balığı unutması hakkında kullanılmaktadır. 2/282’de ise borçlanmayı yazarken iki kadın şahit bulundurulmasının gerekçesi, birinin unuttuğunda diğerinin hatırlatması olarak belirlenir.
- b) Anmak, yâd etmek: 12/85; 19/16,41, 51, 54, 56; 38/17,41 v.d.Bu ayetlerde bir kimseyi anmak, bahsetmek, yâd etmek, anlatmak anlamları bulunmaktadır. Örneğin, Yusuf’ un kardeşleri, babalarına, hâlâ Yusuf’u dilinden düşürmediğini, onu anıp durduğunu söyleyip (12/85) çıkışmaktadırlar.
- c) Kadınları konuşmak: 2/235. Evlenilmesi düşünülen kadınlar hakkında konuşulanlar, onlar hakkında ölçüp-biçici değerlendirmeler söz konusu edilmektedir.
- d) Sataşmak, diline dolamak: 21/36,60.
“Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?”; “bunları diline dolayan bir genç…” 1. ayette Hz. Muhammed, 2. ayette de Hz. İbrahim (a.s)dan bahsedilmektedir.
- e) Ün, şan: 94/4. “Şanını/ününü (zikrini) yüceltmedik mi?”
II- Kavramsal Anlamında Zikir
- a) Allah’ın/Rabb’in adını anmak, zikretmek: 3/41; 33/21, 41; 87/15. Yatarken, otururken, ayakta iken Allah’ı anmak: 3/191; 4/103. Münafıklar Allah’ı pek az anarlar: 4/142. Bu ayetlerdeki zikir, Allah’a dua etmek, ibadet etmek, yalvarmak, O’nu hep hatırda tutmak anlamındadır.
- b) Anlamak, akletmek, ibret almak, düşünmek: 6/80, 126; 7/57; 13/19; 19/67; 24/1, 27; 32/4; 38/29; 39/9; 40/58 v.d. Bu ayetlerde istenen, insanın düşünmesi, aklını işletmesi, Allah’ın hikmetlerini fehmetmesidir. İşte bunun adı zikirdir. Bu ayetlerde salt Allah’ın adını
terennümdeğil, tefekkür mahiyetinde, yaratılışın sırrını kavrama türünde Allah’ı düşünüş zikir sözcüğü ile ifadelendirilmiş olmaktadır. - c) Şükretmek, Allah’ı hatırda yutup küfretmemek: 2/40,47, 122, 231; 3/103; 5/7,11, 20, 110; 8/26; 14/6; 33/9; 35/3; 43/13.
Bu ayetlerde Allah, insana ne kadar lütufda bulunduğunu hatırlatıyor, O’nun keremini, ihsanını hiç bir zaman aklından çıkarmamasını telkin ve ihtar ediyor. Bu, bir başa kakma olmayıp, Allah’ın azametini hatırlatmaktan ibarettir.
- d) İbadet, dua: 2/114, 203, 239; 5/91; 7/55, 56; 20/34; 22/40; 24/37; 62/9; 63/9; namaz: 20/14; 62/9. Bu ayetlerde namaz gibi ibadetlere ve Allah’a benzer şekilde dua etmeye zikir denmiştNamaz gerçek anlamda bir zikirdir. Bunun gibi Allah’ı her türlü anış, O’na yakınlaşmak için yapacağımız cabalar zikirdir.
- e) Hayvan keserken besmele çekmek: 5/4; 6/121; 138; 22/28, 34, 36.
- f) Öğüt almak/öğüt vermek: 37/13; 38/87; 50/45; 52/29; 54/17, 22, 32, 40; 74/55; 80/12; 3/7; 13/19; 38/ 29 v.b. Allah öğüt verendir.
Kullar ise öğüt almaları gerekendir.
- g) Peygamberler uyarıcıdır (müzekkir): 88/21.
- h) Tevbe anlamında: 3/125.
ı) Peygamberlere gönderilen Kitablar:
– Tevrat: 5/13; 7/69; 21/105;
– Kur’an: 3/158; 7/63; 15/6, 9, 16, 44; 21/50; 36/ 11; 38/8; 41/41; 43/36; 65/10; 68/51. İlahî kitaplara, özellikle de Kur’an’a zikir denmesine bilhassa dikkat edilmelidir. Yani bu kitaplar bir hatırlatmadır, bir öğüttür, uyarıcıdır. Dense ki en büyük zikir Kur’an’dır ve Kur’an’ı okumaktır; isabet edilmiş olur sanırım.
- j) zikir ehli (bilenler): 16/43; 21/7.
Özellikle bu iki ayetin, Allah’dan çok az korkanlarca tamamen çarpıtılarak kendi heva ve istekleri doğrultusunda kullanıldığına çokça şahit olmaktayız. Her iki ayette de Allah, Hz. Muhammed’e, kendinden önce de peygamberler gönderildiğini, eğer şüphe eden varsa gidip bilenlere sorması gerektiğini tavsiye etmektedir.
Hz. Peygamber’in zamanında, geçmiş peygamberlerin (elçi olarak) gönderildiğini bilebilecek olanlar kimler olabilir? Herhalde bu kişiler Tevrat’ı ve İncil’i okumuş, bunların mesajına vakıf olanlar olmalıdır. Dolayısıyla ayetlerin anlamı, “eğer bilmiyorsanız Ehli kitabın alimlerine sorun” şeklinde anlaşılmalıdır.
Bu manaya kıyasla, ayetten genel anlamda, aciz kalınan yerlerde bilgi sahibi olanlara sormanın gereği çıkartılabilirse de, ayetin asıl anlamı asla gözden ırak tutulmamalıdır.
Bunun yanında ayeti tamamen kendi uyduruk dinleri doğrultusunda yorumlayıp buradaki “zikir ehli”ni, “zikri” adını verdikleri bid’atı icra eden kişilerce, bunların şeyhlerine teşmil edenler kesin bir yanılgı içindedirler.
C- KALPLER ANCAK ZİKİRLE MUTMAİN OLUR
Kur’an’da Ra’d suresinin 28. ayetinde ve birazdan bahsedeceğimiz benzeri başka ayetlerde “zikir”in kalplerin tatmin olmasını sağlayan, kalpleri titreten mü’minlere fayda veren olması üzerinde durulur.
Ra’d suresinin 27 ve 28. ayetleri şu şekildedir:
“Kafir olanlar diyorlar ki, Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki, kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine yöneleni hidayete erdirir. (İşte onlar) iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükunete erenlerdir. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla sükûnet bulur.”
- Ayette Allah “kendisine yönelenleri hidayete erdirir” buyurduktan sonra, bunların sıfatları olarak, iman edenler olduklarını, gönülleri, Allahı’ı zikretmekle mutmain olanlar olduklarını beyan buyurmaktadır. Akabinde ise konuyu dahanetaçıklayan ve Allah’ın yaratmasına ilişkin bir yasayı ifadelendiren bir cümle yer almaktadır.
“Dikkat edin! kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur!”
Bu emri ilahi, çok büyük, çok mühim bir gereği bize ihbar ediyor. Hiç bir şek ve şüphemiz -yok ki, Allah’ın yarattığı insan varlığı da ancak ve ancak Yaratanına teslim olmakla, O’nu anmakla mutmain olur. O’nu zikretmekle huzur ve sükûn bulur.
Bu ayeti destekleyen daha pek çok Kur’an mesajı bulunmaktadır. Mesela bunlardan birisi Enfal suresi 2. ayetidir. Bu ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”
Bu ayette vurgulanan, mü’minlerin Allah’a tam bir teslimiyetle teslim oldukları, Allah’ı zikretmenin onları son derece etkilediği ve kalplerini imanla dopdolu hissettikleri gerçeğidir. Aynı şekilde, “Allah anıldığı zaman kalpleri titrer” ifadesi Hacc suresi 35. ayetinde tekrar edilmektedir.
Zümer suresinin 23. ayetinde de “Rabblerinden korkanların bu kitaptan derileri ürperir” buyrularak, sonra da, hem derileri hem de kalpleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar buyrulmuştur.
Kalpleri Mutmain Eden Zikir Nedir?
Şimdi Allah’ı zikretmekle kalplerin mutmain olması ve kalplerin titreyip, imanın artması konusunda karşımızda iki soru durmaktadır: Birincisi, bu zikir nedir, nasıl bir şeydir? İkincisi de kalbin mutmain olması, bir diğer ifadeyle kalplerin titremesi neyi ifade etmektedir? Şimdi bu sorulara cevap aramaya çalışalım.
İnsanı balçıktan (15/33), pişmiş çamurdan (55/14) ve alelade bir sudan yaratan Cenabı Hak, onu yalnız bırakmamıştır. Yeryüzünde insanı halife olarak görevlendirirken, orada ne yapması gerektiğini etraflıca açıklayan kendi cinsinden kılavuzları (rasulleri) ona yardımcı kılmıştır.
İnsan, kendi bünyesinde olduğu gibi aynı zamanda tabiatta, Kur’anî deyimle âfakta (dış dünyada) da (41/53) kendisini Hakk’a ulaştıran ayetlerle (yoldaki işaretlerle) çevrelenmiş vaziyettedir. Dolayısıyla insan çok şanslı bir varlıktır. Geriye kalan şey ise bellidir: Kılavuzlara uyarak ve tabiatı doğru okuyarak Rabbine doğru bir yol tutacaktır.
İnsan Allah’ın eseridir, O’nun kuludur. Öyle ise bu eser başka hiç bir yere değil yine O’na yani Allah’a muhtaçtır. Yönünü O’na dönmelidir. Hem de O’na çokça şükretmelidir. Hem, iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey değil ki… (55/60). İnsanın Allah’dan müstağni olması asla düşünülemez. O, Allah’a bütün şeylerin bir başka şey’e olduğundan daha fazla bağımlıdır, düşkündür. İşte bu yaratığın huzuru, sükunu, tatmini, rahatı Allah’dadır, yani yaratıcısındadır…
İnsanın meyli Rabbinedir. Okyanus’a koşturan akarsu gibi o da Allah’a yürümek durumundadır. Bir bebek ancak annesinin o şefkatli, büyüleyici sımsıcak kucağında dünyanın en güzel iklimini tadar, en güzel duyguları terennüm eder. Annesinin nefesi onun için büyüleyicidir. Ama büyüdükçe artık anne kucağı da onu tatmin etmemektedir. Hatta hiç bir şey onu mutlak surette tatmin etme kudretine malik değildir. İşte, Allah’ın fermanı gereği anlaşılıyor ki, “kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.”
İnsan kendi içinde sürekli bir yerlere özlem duymakta, bir tür hasret onu daima hırpalamaktadır. İnsanın yapıp etmeleri, ürettikleri; kendi başına canavar kestiği teknoloji de mutmain etmeye yetmemektedir. Çünkü içinde Allah’ı anması eksiktir. Salt anlamda ne sanat, ne teknoloji, ne spor, ne bilgi çağı, ne uzay keşifleri, ne ticaret insanı mutmain etmiyor. Hatta bilakis hasretini artırıyor bütün bunlar… Zira insanın bütün bu uğraşılarında yitiğini arayıp bulması gerekiyor. O yitik de Allah’ı anmasıdır.
Allah “kalpler ancak Allah’ı zikirle mutmain olur” buyurmuşsa, bunun başkaca alternatifi olabilir mi? Kim bu gerçeği inkar edebilir ki? Her şey fâni olup, kalıcı (bakî) olan yalnızca Allah değil midir? (55/ 26-27). Öyle ise fânî olan hangi değer insanı mutlu edebilir? Dünyanın bütün zevkleri fanidir, anlıktır, gelip geçicidir. Allah ise sonsuz olandır. Sonsuz olanı istemek, O’nun gerçek dostu olmak elbette insanı mutmain edecektir.
Dikkat edilirse Allah’dan gayrı ilahlara tapınan insanlar aslında bir itminan (huzur) peşinde oldukları için kendilerine tapılacak nesneler icad etmişlerdir. Birtakım heykellere, yıldızlara, bitkilere, ateşe, dağlara, ırmaklara, hayvanlara, hatta fareye prestij eden insanlar kendilerini mutmain edecek bir zikir arayışı içindedirler. Ne çare ki bu zikri bulamıyorlar.
Kendi elleriyle yonttuğu ilahlar insanı nasıl mutmain edebilir ki? Bir taş insana ne verebilir ki? Halbuki Allah insana, muhtaç olduğu her şeyi veriyor. O Samed’dir. İlaveten insana sevgi, rahmet, merhamet, hikmet veriyor. İçlerinden ırmaklar akan cennetleri onun için teşrif ediyor… Şu hâlde huzur ve sükûn Allah’dadır! Eğer insan O’nunla ise, yalnız değildir, tek başına da olsa…! O’nunla değilse yalnızdır milyonlarla beraber de olsa…
Türkiye’de hâlen yaşamakta olan çok ünlü bir ses sanatçısı kadın, kendisiyle TV’de sohbet edilirken diyordu ki, mesela binlerce insanın beni dinlediği, en kalabalık bir konserimde, konserin tam orta yerinde (yani her şey tam kıvamında iken) birden kendimi bir boşlukta hissediyorum, içime aniden bir yalnızlık duygusu, bir eziklik, burukluk ve korku çöküyor. Tabi ki izleyenlerin hiç biri bu durumun farkında değiller…
Şimdi öyle zannediyorum ki, şarkıcı kadının itiraf ettiği bu gerçek hemen hemen bütün bir insan cinsinin sorunudur… Elbette yukarıda geçtiği gibi, 8/2, 22/35, 39/23 v.b. ayetlerde ifadesini bulan mü’minler bunun dışındadırlar. Zira onlar Rablerini andıkları için daima kalpleri sükûn içindedir. İbrahim’in ateşte olduğu an gibi, en belalı, en zor anlarında dahi “serin ve selamet” hâldedirler…
Bu bağlamda örneğin müslümanların, Yusuf (a.s)’ın zindanda kalışına atfen, hapishane hayatını “medrese-i Yusufiye” diye adlandırmaları ilginçtir. Oralarda korkudan akıl hastası olan insanları bizzat müşahede etmemize rağmen; mü’minler ruhen ve kalben daha dimdik ve sağlam bir şekilde çıkabilmektedirler! Zira, kimseciklerin öpüp okşamadığı o zindanda, alnından öpen seccadesinde mü’minler gerçek huzuru duymaktadırlar. Namaz gerçekten kalpleri mutmain eder.
Kin ve ihtiraslarından ötürü birbirini yiyen insanlar ebedî âlemi çokça anarlarsa belki kurtuluşa ererler. Allahu Teala Kitabı Keriminde, kalbi taşlaşan, hatta taştan da beter katılaşan insana kalbini yumuşatacak reçeteyi sunmaktadır. Allah bazı kalpleri taşlarla kıyaslamaktadır:
“Ne var ki, bunlardan sonra kalpleriniz yine katılaştı. İşte onlar şimdi katılıkta taş gibi yahut daha da ileri. Çünkü öyle taşlar var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki çatlar da ondan su kaynar. Bir kısım taşlar da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer. Allah yapmakta olduklarından asla gafil değildir.” (2/74).
Yüce Mevla Haşr suresinin 21. ayetinde de insanların kalplerini dağlarla kıyaslamaktadır. Dağlar deniyor, burada, Allah korkusundan belki paramparça olur ama, insan o kadar duyarsız, nankör bir yaratık ki, Kur’an onu zerre kadar etkilememektedir.
Taşlaşan bu kalpleri zikrullah canlandıracaktır. (80/43; 87/9-10). Allah, zikrin mü’minlere fayda vereceğini bildirmektedir. (51/55).
Şu hâlde insanı zikr’e davet etmeliyiz! İnsanla zikri tatlı bir atmosferde buluşturmalıyız. Kendi kurtuluş reçetesini bilmeyen bu zavallı insanlığa onu ulaştırmak en büyük ödevimiz olmalıdır.
Zikirden Ne Anlamalıyız?
Kalpleri mutmain eden zikrin ne olduğu açıktır. Hemen peşinen söyleyelim ki, Allah’ın Kitabı’na aykırı olarak tarikat kültürünün üretip geliştirdiği zikir halkalarının Kur’an’da karşılığını bulamıyoruz. Bu zikir halkalarının kalpleri tatmin ettiğinde de katılmıyoruz. Zikri ikiye ayırıp açık (celî) olanını Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye: gizli (hafi) olanını da Hz. Ebubekir’e gizlice talim ettirdiği iddiası tamamen asılsızdır, uydurmadır.
Yazımızın baş tarafında zikrin anlamlarını izaha çalıştık. Bu anlamları bir kaç cümleyle özetlersek karşımıza şu çıkar: Zikir, 1-Allah’ı anma, O’nu hatırda tutma, sadece O’nu büyük tanıma, O’na kulluk etme. 2-Allah’ın gönderdiği vahyin adıdır. Öyle ise Allah’ın öğütleri ile öğüt almak Allah’ı zikirdir. Bu zikir insana doğru hedefler çizdiği için insanı mutlu edecektir.
Olayı biraz daha geniş kapsamlı düşünebiliriz. Rabbimiz Kitabında, birçok ayeti celilesinde gökler ve yer arasında bulunan her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini duyurmaktadır. (57/1; 59/1, 23; 61/1; 17/44; 24/41; 621 1; 64/1). İsra suresi 44. ayeti bu konuya daha kapsamlı ve net bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ne var ki onların tesbihini anlamazsınız.”
Bu ve diğer ayetler, kainattaki bir dinamizmi, devingenliği, deprenişi anlatıyor. Bu dinamizmi aslında çıplak gözle görebiliyoruz. Bu dinamizme Kur’an tesbih/zikir adını veriyor.
Bir gül yaprağının bütün o rengi ve endamı ile duruşu, Allah’ı anış değil de nedir? Arının bal yapması, karıncanın çalışması, kayısı ağacının o güzelim meyvesini insanlığa gayet kibar bir ikram ile buyur etmesi Allah’ı tesbih ve zikir olsa gerektir. Bütün bunlardan akıl sahipleri için Yaratıcıyı gösteren bir iz, bir işaret vardır. Bütün her şey Yaratıcı’sının ona biçtiği rolü ifa etmekle zikrini yapmış olmaktadır.
İnsana gelince, insanın zikri her şeyden önce Allah’a iman etmesi sonra da O’na kulluk yapmasıdır. Ardından, insan hayatının her alanında ve her anında Allah’dan bağımsız olmadığını, Allah’a ait olduğunu ve O’na döneceğini (2/156) idrak etmek zorundadır. Haramlardan Allah için kaçınır, helalleri Allah’ın bir lütfü olarak işler. Her nimete karşı Allah’a şükreder. Bütün güzelliklerin, nimetlerin Allah’ın lütfü olduğuna inanır. Musibetlere Allah için sabreder (2/156). Yeryüzünde Allah’ın adının yüce olmasını ister, iyiliği emredip kötülükten sakındırır (3/104). Yetimi gözetir, fakir doyurur, namazı kılar, Allah için oruç tutar.
D- SONUÇ
Allahu Teala gizlice yalvararak, sabah akşam Rabbimizi anmamızı emir buyurmaktadır (7/205). Zira şeytanın vesvesesine karşı ancak Allah’ı anarak korunabiliriz (7/201).
Allah’ın zikrinden ise ancak kalpleri katılaşmış olanlar yüz çevirirler (39/22). İnanmayanlar, Allah’ın adı anılınca kalpleri tiksinir (39/45). Rabbimiz, “kim Rahman’ın zikrinden (Kitab’dan) yüz çevirirse Allah ona bir şeytan arkadaşı verir” buyurmaktadır (43/36).
Ve şüphesiz Allah’ın ayetleri hatırlatıldıktan sonra yüz çevirenlerden daha zalim yoktur! (32/22; 18/57).
Mü’min her nerede bulunuyorsa oraya Allah’ın adını, şanını taşımalı, Allah’ı yüce tutmalıdır. Allah’ın yüceltildiği, bütün hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah’a tanındığı her eylemin zikir olduğuna inanıyoruz.
“En güzel şarkıyı bir kurşun söyler” demişti, Mona Roza şairi Sezaî KARAKOÇ. Bu ifadeye nazire yaparak diyoruz ki, “bazen en güzel zikri bir kurşun söyler!” Zira Hakk’ın egemen olması için yerine göre kurşun kaçınılmaz bir araçtır. Ve her zikir gibi bu da kalpleri tatmin eder. Elbette bazen de zikir kalemle olur. Bazen kaville olduğu gibi.
En büyük zikrin Allah’a dua, ibadet ve Kur’an okumak olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız.