رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ
﴿١٠١﴾
Rabbim! Bana mülkten verdin ve bana olayları yorumlamayı öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim velîmsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat. (12/101).
Bu, Yusuf’un duasıdır. Kardeşlerinin kuyuya attığı, ahlaksız bir teklife karşı iffet abidesi gibi durmanın bedeli olarak iktidar erki tarafından Mısır zindanlarında unutulmaya terk edilen Yusuf’un yakarışı. Bu dua Yusuf’un en mutlu gününde dökülmüştü dilinden; babası annesi Mısır’dan gelmişti, kuyucu kardeşleri de başındaydı. Babasını ve annesini, yani güneş ve ayı tahta oturtmuştu. Kardeşleri de şimdi düşman değil, on bir yıldızdı artık! Belki kırk senelik bir rüyanın teviliydi bu sahne; Yusuf’a secde eden güneş-ay ve on bir yıldız. Yusuf hiç de “Mısır’ın dağlarını ben yarattım” der gibi durmuyor. “Akıp giden şu ırmaklar benim” de demiyor. Bir çizik çekmiş, kardeşleriyle olan geçmiş üzerine. O sadece şimdiye bakıyor, Rabbinin kendisine verdiği mülkten o kadar mutlu ki, bütün benliğini Rabbine şükür kuşatmış. Hem zaten kardeşlerinin yaptıklarını şeytana atfetmiş, kardeşlerini aklamış. Kardeşleri yaptıklarından utanmışlar mıdır, bilinmez.
Allah Yusuf’a mülkün tamamını değil, mülkten bir pay vermişti. Zaten insan mülkten ne kadar alabilir ki? İnsanın doymaması, bütün mülkü kucaklayacağı anlamına gelmiyor. İnsan doymadıkça açlığı ilerliyor, açlığı ilerledikçe bayağılaşıyor ve sonuçta 21. yüzyıldaki insan manzarası çıkıyor karşımıza. Dünya insanları, az sayıdaki mülk sahibinin değirmeninde öğütülüyor, yem olarak. Piramidin ucu piramidin tamamını hazmediyor. Aslında bütün dünya bir Hitler fırınına olarak tasarlanıyor. İnsanlık ya para ve borç batağında ya şeytani zevkler ya da tüketim girdabında mülkün gâsıpları tarafından diri diri yakılmaktadır.
Allah mülkün sahibidir. Mülkü dilediğine verir, dilediğinden çeker alır. Mülkten pay verdikleri, mülkü Allah’a rağmen aldıkları vehmindedirler. Allah’ın imtihanına tabi tutulduklarını kavrayacak bir imanları yoktur.
Mülk Allah’a aittir ve mülk iyidir, güzeldir, salih bir iştir. Mülkü iyi ya da kötü yapan, her ikisi de Mısır mülkünde hüküm sürmüş olan Firavun’la Yusuf’un siyasetlerinde mündemiçtir. Dileyen bunu okuyabilir. Mülkle Yusuf gibi, Muhammed (sav) gibi, dedeleri İbrahim gibi altın sayfalar yazmak mümkün olduğu gibi, klasik ve çağdaş Firavunlar tarzı, dünyayı tek bir zindana dönüştürmek de mümkün. Müminler için, mülkten pay almış Rasuller güzel örneklerdir. Mülkü gayri Müslimlere havale etmek asla Müslümanca bir iş değildir.
Keza Allah Teala Yusuf’a tüm hadiselerin değil, bazılarının tevilini öğretmişti. Her olayı yorumlamak, her sözün iç yüzünü bilmek sadece alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Fakat müminlerin, hadiselerin tevilini bilme gibi gayretleri olmalı. Olayların iç yüzüne, sözlerin arka planına akıl erdirebilmeliler.
Yusuf’un sözleri kulağımıza küpe olsun diye Allah tarafından, Muhammed (as)’a gelen vahyin arasına o da katılmıştır: Bizim hem dünyada hem de ahirette velîmiz Allah’tır. Biz Allah’a hesap vereceğiz. Öyleyse yaşamımız da Allah’a göre olmalı, gayri müslim düzenlere göre olmamalıdır.
Bir müminin, iman ettiği değerler, din edindiği İslam üzere olması en büyük bahtiyarlıktır. Her birimiz tıpkı Yusuf gibi, Müslümanken ruhumuzu teslim etmeyi ve Allah’ın bizi salih kullar arasına katmasını istiyoruz.