“Sakın zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi; Allah’dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O’nun yardımını göremezsiniz.” (Hud/113)
Kur’an-ı Kerim, Allah’a gönülden iman edenlere her zaman yol haritasını göstermiş, neyi nasıl yapması konusunda onları uyarmış ve onları hiçbir zaman başıboş bırakmamıştır.
Kur’an’daki onlarca ayet, bırakın zalimin yanında yer almayı, onlara meyletmeyi, uzaktan da olsa sevgi beslemeyi dahi akideye toz kondurma olarak nitelemiştir. Bu yüzden Allah’a iman edenler küfre meyletmez ve ona rıza göstermezler. Allah’a iman, aynı zamanda bâtılı reddetmeyi gerektirir. Bâtıl ise aynı şekilde İslam’ı reddeder, yok sayar. Batıla iman ise İslam’ı inkar eder yok sayar. Bu ikisinin arasında yer alan inanış biçimi ne olursa olsun yine batıl hükmündedir. İşte benim derdim, hak ile batıl arasında mekik dokuyan, bir o tarafı, bir bu tarafı memnun etmeye çalışan defolu akide sahipleriyledir. Bu insanlar Peygamberler tarihiyle yaşıttırlar. Zaten Allah’ın elçi göndermesine sebep olanların başında yine bunlar gelmektedir.
Bunlar, zamanında Musa’nın yanında mazlum görünüp O, Tur’a gidince hemen Samiri’ye fitne kaynatması için odun toplayan ve yeri geldiğinde o fitneye secde etmekten çekinmeyenlerdir. İcat ettikleri buzağı sayesinde kendilerine yeni bir din ihdas etmiş, o din ile Musa’nın varisi olan Harun’un da sesini kısarak onu yok saymayı bir hak olarak görmüşlerdir. Bundan sonra Buzağının adına alınan tüm kararlar ilahi bir nimet(!) olarak kendi çıkarları için görülmez bir fırsat olmuş ve elde ettikleri bu çıkarlarla, kendilerini koruma altına almışlardır. Artık diledikleri gibi yaşama hakkına sahip olmuşlar ve kendileri doğru yolun yolcuları oluvermişlerdir. Bundan sonra kendilerini uyaran Allah Resulleri ve onlara bağlı olanların karşısına ilk çıkanlarda yine bunların varisleri olmuşlardır. Buzağının adına alınan tüm kararlar ilahi bir nimet(!) olarak kendi çıkarları için görülmez bir fırsat olmuş ve elde ettikleri bu çıkarlarla, kendilerini koruma altına almışlardır. Bundan sonra diledikleri gibi yaşama hakkına sahip olmuşlar ve bundan sonra kendilerinin değil bilakis tüm Allah Resulleri ve onlara bağlı olanların yoldan çıktığını ilan edecek kadar zalimleşmişlerdir.
Allah’ın sevmediği (Şura/40) ve hidayeti nasip etmediği (Al-i İmran/86) zalimler her zaman hak ile batılı karıştırarak hakkı gizleme (Bakara/42) yolunu tercih etmişlerdir. Bu sayede Allah’a iman edenlerin zihinlerini bulandırmış, insanların Allah ile irtibatlarını sekteye uğratarak onlara dünyevi menfaatleri yeri geldiğinde önlerine sermiştir. Bu sayede iktidarlarının ömrünü uzatmış ve Samiri’nin ihdas ettiği “İslam görünümlü menfaate dayalı din”i kendilerine rehber olarak tayin etmişlerdir. Artık bu dine göre yeryüzü sadece kendileri için yaratılmış, kendilerinde olan tüm özellikleri İslam’a has bir özellik olarak telakki ederek aziz İslam’ı diledikleri gibi kullanmakta hiç bir sakınca görmemişlerdir.
Zulmü, öteden beri sadece fiziki işkenceden ibaret olarak gören halka başka zulümlerin varlığı düşündürülmemiştir. Şirk ile hükmedilmesinin; fıtratı bozan eğitim yasasının; namus tacirliğinin; toplumu fakirleştiren ücret uygulamalarının; rüşvet ve hortumculuğun yayılmasının; toplumu ifsad eden içki, uyuşturucu kumarın ve insanlığa kastedilmiş ölüm kusan silahlanma yarışlarının da zülüm olduğunu söyleyenlerin bir kısmını tehdit ve tehcirle susturmuşlar bir kısmının da önlerine sürülen dünya nimetleri sayesinde basiretleri bağlanarak zulmün en büyüklerini görmeleri engellenmiştir. Ve bu hal günümüzde alabildiğince hızla devam etmektedir.
Dini vecibelerini yerine getiren bu güruh bu haliyle fitneye, zulme ve küfre sessiz kalarak, işlenen her türlü cürümlerin yaygınlaşmasına ve alenen yapılmasına bazen sesli olarak bazen da sessiz kalarak taraf olabilmektedir. Kendileri gibi düşünmeyen ve susmayı zillet olarak görenlere karşı alabildiğince şedid olabilmektedirler. Şirkin büyük bir zulüm olduğunu (Lokman/13) görmezden gelenler dünya ve ahireti tanzim için gönderilmiş İslam’ı batılla karıştırarak ahiretlerini tehlikeye atmaktadırlar.
Kaldı ki yaptıkları tüm ibadetlerin; kıldıkları namazdan, tuttukları oruca kadar bilinçli bir şekilde zulme karşı kıyam ettiğini fark edeceği yerde, zulmün tarafında yer alması ya da az da olsa sevgi beslemesi zulme meyletmektir. Zulme meyletmek ise insanın, küçük de olsa zalimliğe adım attığının habercisidir. Yüreklere inmeyen akidelerin ne kadar gri olduğunun ne kadar defolu olduğunun delilidir.
“İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır.” (En’âm/82)