Allah, ezeli ve ebedi bir varlık. Varlığı kendinden menkul yaratıcı. Yeryüzünün, gökyüzünün ve beşeri olanın ötesine uzanan ontoloji. Allah özdür, hakikatin hakikatidir, benzersizdir, sonsuzdur. İnsan ise ölümlüdür, fanidir. Aklıyla, algısıyla, kalbiyle sınırlı bir varlık. Yaratılmıştır. İnsan, Allah tarafından yaratılmış, ruhundan ona pay verilmiş, halife kılınmış. Bu açıdan insan diğer varlıklardan üstün. Ama aynı zamanda Allah ile olan etkileşimde isyana yöneldikçe esfele safilin derecesine düşer. İnsan, hem yücelebilen hem de düşebilen bir beşer. Ama ne kadar yücelirse yücelsin ‘Tanrı’ olmaz, ‘Tanrı’laşamaz. Allah da ne kadar insana yaklaşırsa yaklaşsın insanlaşmaz.
Grek ve Hristiyanlık düşüncesinde ‘Tanrı’ insanlaşır. Zeus, ‘Baba Tanrı’dır. İnsanlaşan ‘Tanrı’dır. Hz. İsa, ‘Tanrı Oğul’ olarak insanlaşan ‘Tanrı’dır! Hristiyanlık böyle kabul eder. Teolog ve filozof Berdyaev, bununla öğünür. Hz. İsa aracılığıyla ‘Tanrı’nın insanlaştığını söyler. İnsanlaşan ‘Tanrı’, insanların arasında dolaşır ve onlarla beraber olmaya başlar der. Çok sorunlu bir yaklaşım bu. Çünkü ‘Tanrı’nın insanlaşması, onun beşeri bir varlığa dönüşmesi demek. İnsanlar onu bilinçlerinde üretirler. Benliklerinde var ederler. ‘Tanrı’yı kendi beşeri gerçeklikleriyle tanımlamaya başlarlar.
Modern zamanlarda Nietzsche, ‘Tanrı’yı insanlaştıran kişilerin başında yer alır. Grek filoloğu, Greklerin insanlaşan ‘Tanrı’larını yüceltir. Onların gölgesinde, modern dönemde ‘Tanrı’yı insanlaştırır. O nedenle “Tanrı Öldü” diye bağırır. Ezeli ve ebedi ‘Tanrı’ ölür mü? Ama Nietzsche, ‘Tanrı’yı insanlaştırdığı için onu öldürme hakkına da sahip olur. Feuerbach de antropolojik teoloji ile bunu gerçekleştirir. Beşeri bilincin yansıması olan ‘Tanrı’, elbette insanlaşacaktı! Tarihselciler de benzer tutum içine dahil oldular. Temel iddiaları şu: Tarihi insan yapıyorsa ve ‘Tanrı’ da tarihten çıkıyorsa ‘Tanrı’ da beşeridir. Tarihselciler de ‘Tanrı’yı insanlaştırıyorlar.
‘Tanrı’yı insanlaştıran tarihçiler de antropologlar da insanla dalga geçer gibi ‘Tanrı’yla dalga geçerler. İnsana soru sorar gibi Tanrıya da soru soruyorlar. ‘Tanrı’yı kendi beşeri bilinç ve algılarının düzeyine çekiyorlar. “Allah’ın projesi tutmadı” diyen ilahiyat profesörleri ile karşılaştım. İlahiyat profesörünün bu önermesi tam da ‘Tanrı’yı kendi beşeri bilinç düzeyine indirmesidir. Çünkü proje bir beşeri mühendisliktir. Oysa Allah, beşeri projelere indirgenemez. Onun yarattığı, ön gördüğü, geleceğe ilişkin söylediklerinin mutlak anlamda ne olacağını yine mutlak anlamda sadece O bilir. Başka bir felsefe profesörü ve ateist olan Ahmet Arslan da ‘Tanrı’ ile karşılaşmasını anlatırken ‘Tanrı’yı insanlaştırma çabasını yansıtıyor: “Karşılaştığımızda birbirimize bakarız. ‘Tanrı’ göz kırpar bana ve şunu der: E anla beni işte, bu insanlarla birlikte yaşayıp gideceğiz. Ben de şunu derim: E peki birlikte yaşayın, ama bana karışmayın! O da bana karışmıyor”.
Tarihselciler, ‘Tanrı’yı insanı hesaba çeker gibi hesaba çekiyorlar. İnsanın tarihi oluşturduğu ve bu tarihten de ‘Tanrı’nın doğduğunu kabulüyle beşeri bir ‘Tanrı’ icat ediyorlar. Hatta Kur’an-ı bu şekilde yorumlayanlar da var. Onlar daha çok Feuerbach ile başlayan antropolojik teoloji ile hareket ediyorlar. Kur’an’da geçen Allah’ın sıfatlarının insanlarda da olmasını gerekçe gösteriyorlar. İşitmek, görmek, hissetmek…Bunun gibi bir çok sıfatlar insanla Allah arasında ortak. Buradan hareketle Allah beşeri bir düzeye indirgenir. Oysa bu sıfatlar Allah’ta mutlak. Allah’ın işitmesi ezeli, ebedi ve mutlaktır. İnsanın işitmesi ise sınırlıdır. Allah çeşitli özelliklerinden kısmi olarak insana bahşetmiş. Bunlar da insanı halife kılan özellikler. Ama bunlar Allah’ı beşeri yapmaz. Tam tersine beşeri olan insan, bu sıfatlarda yükseldikçe Allaha yaklaşır.
‘Tanrı’nın insanlaştırılması girişimleri kadimdir. Şimdi İslam ilahiyatı çevrelerinde ortaya çıkıyor. Bu ilahiyatçılar Allah’ı ve peygamberi ironi diliyle konuşuyorlar. Akıllarına esen her soruyu soruyorlar. Allah’ı, kendi seviyelerine çekerek bir insanmış gibi sorguya çekiyorlar. Kendi şehir, coğrafya ve bilgi müktesebatı ile ‘Tanrı’yı sorguluyorlar. Mesela “ben Karadeniz’in yeşilinde yaşıyorum, cennet tasvirleri bana çekici gelmiyor” diyebiliyorlar( Kendi bakışını ve tecrübesini evrensel doğru haline getirerek, insanı ‘Tanrı’ vahyine karşı kuşkuya yöneltiyor). Modern beşeri bilincin antropolojik ve seküler boyutlarıyla Allah’a bakıyorlar. Beşeri bilinçlerini merkeze aldıkları için de ‘Tanrı’, onların önünde hesaba çekilen, ironiye uğrayan, sorgulanan ve dünyalaşan bir varlığa dönüyor. İslam’ın inanma, teslimiyet ve edep ilkeleri toz duman oluyor. Kendi akılları ölçü oluyor. Kendi yaklaşımları mutlaklaşıyor. Kendileri yukarıdan bakan, kibirli ve büyüklenen kişiler haline geliyorlar. ‘Tanrı’yı insanlaştıranlar, adeta kendileri de tanrılaşıyor.
Yeni Şafak / Ergün Yıldırım