Yarın önemli bir tarihin 99. yıldönümü.
Ankara Hükûmeti’yle, karşı taraftaki devletler arasında İsviçre’nin Lousanne (Lozan) şehrinde 24 Temmuz 1923’de imzalanan Uluslararası Andlaşma’nın, (23 Nisan 1920’de dinî salâbet /kararlılık ve metanet’ sahibi kimselerden olması’na özellikle dikkat edilerek teşkil olunan Birinci Meclis’te kabul edilmeyeceği belli olunca; M. Kemal’in, o ilk Meclis’i 15 Nisan 1923’de kapatıp, kendi yakın çevresinden -ve elbette, yine seçimsiz olarak- İkinci Meclis’i teşkil ettiğini hatırlayalım.).
Lozan Andlaşması, İkinci Meclis’te, 23 Ağustos 1923 günü kabul edilmişti.
Ve 99 sene önce bugünün akşamında ise, M. Kemal Paşa, Ankara’da meşhur sofralarından birinde, arkadaşlarına, ‘Yarın Cumhûriyet ilân edeceğiz.’ deyiverir. Ankara’dan Valiliklere gönderilen telgraf emriyle, -o zamanın sosyal medya aracı mesâbesinde olan- (yüz pare) top atışları yapılarak bu değişikliğin halka duyurulması bildirilir.
Şarq Cebhesi Kumandanı olarak oldukça ünlü Kâzım Karabekir Paşa o gün, Trabzon’da ‘Müdafaa-y’ı Hukuk (Hakların Savunulması) Cemiyeti’nin üyeleriyle görüşmektedir.
Toplar atılmaya başlanır. Karabekir Paşa, Vali Ebubekir Hâzım (Tepeyran) Bey’e, ‘Nedir bu?’ diye sorar, ama Vali’nin de haberi yoktur.
Konuyu, Trabzon’da Mevkî (Garnizon) Kumandanı olan Kâzım (Orbay) Paşa’ya ‘Nedir bu toplar?’ diye soran Karabekir, ‘Cumhûriyet’in ilân edilmesi dolayısıyla olduğunu’ söyleyince, ‘Bana neden sormadınız?’ der. Kâzım (Orbay) Paşa, ‘Sorsaydım, top atmamamı mı emredecektiniz?’ deyince, Karabekir Paşa, ‘Hayır ama. Biz bunu konuşmamıştık.’ der. (Fâlih Rıfkı, Çankaya, C.4. s.46)
Karabekir Paşa, Fevzî (Çakmak) Paşa’ya telgraf çekerek, ‘Vali, kaymakam ve askerî erkânın, hiç bir haberinin olmadığını’ yazar.
335 kişilik Meclis’in 29 Ekim’deki oturumunda sadece 160 meb’ûs vardı, yani Meclis’in karar alabilme nisâbı olan 168’den 8 noksanlı bir oturum. Çünkü Rauf (Orbay) Bey başta olmak üzere, etkili bir grup mensuplarının İstanbul ve diğer yerlerde oldukları biliniyordu.
Karabekir, bu durumu M. Kemal’in, ‘eski arkadaşlarının rakib olabileceği endişesi’ne bağlar.
*
M. Kemal ise, ‘Nutuk’ta bu emr-i vâkî’yi niye yaptığını (U. Mumcu’nun sadeleştirmesiyle) şöyle izah eder: ‘Baylar görüyorsunuz ki, Cumhuriyet’in ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla görüşüp tartışmayı hiç de gerekli görmedim. Çünkü onların öteden beri benim gibi düşündüklerinden bir şüphem yoktu. Ama o sırada, Ankara’da bulunmayan kimi kişiler, hiç bir yetkileri yokken, kendilerine bilgi verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan Cumhuriyet’in ilân edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma nedeni saydılar.’
Ve yol ayrımı başlamıştır.
Karabekir Paşa, gazetecilere, ‘M. Kemal Paşa’nın etrafında topladığı bir muhit ile tam bir diktatörlüğe gittiğini, ulusal hâkimiyet yerine şahsî hükümranlık kurulduğunu; Rauf (Orbay) Bey ve Refet (Bele) Paşa’nın da, Cumhûriyet adı altında şahsî saltanat kurulmuş olduğunu’ söyler ve şöyle devam eder : ‘Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa’nın bir arada üçlü resimleri bastırılmıştı. İstiklâl Savaşı’nı bu üç kişinin idare ettiği propagandası yapılıyor, Doğu Cebhesi âdeta küçültülüyor; âdeta, İstiklâl Savaşı kadrosundan benimle birlikte çıkartılıyordu!
Koca İstiklâl Savaşı! Daha sevinçlerine doyamadık, Uğrunda fedakârlık edenleri ne çabuk üzüntü ve acıya düşürdün!’
Ve Karabekir, devam eder: ‘ İstiklâl Savaşı’nın birinci derece sorumlu bir şahsiyeti (olarak) (…) karşıma dikilenlerin sorularına ve endişelerine haklı cevaplar vermek kolay bir şey değildi. Halifelik ve Sultanlığı almak için koyu tutucu bir çehre ile minberlere kadar çıkıp hutbeler okumak, başaramayınca bizzat övülüp yüceltilen kutsal değerlere dil uzatmak, bunları altüst etmek üzere bir diktatörlüğe çıkmak gibi, iki tehlikeli aşırılığın birinden diğerine atlamak, herkesin yapabileceği bir iş değildi.’ (U. Mumcu, Kâzım Karabekir Anlatıyor, Sh. 97-102).
Sözün burasında şunu da hatırlamalıyız: Karabekir, başlangıçta, saltanat ve Hılafet’in ayrılması ve hattâ ikisinin de kaldırılması gibi görüşleri M. Kemal’e önermiş bir isim, kendi beyanına göre. M. Kemal ise, ‘Müdafaa-y’ı Hukuk Cemiyetleri’nin adını, ‘Muhafaz-a-i Muqaddesat Cemiyetleri’ şeklinde değiştirmiş ve bu cemiyet’in nizamnâmesinin başına da, ‘Halifelik ve Sultanlık makamının ve devlet biçiminin korunması’ yönünde ekler yaptırmıştı. Ve 1921’de Meclis, geçici bir ‘Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu’ kabul etmişti, şimdi anayasa denilen bir metin olarak.
Meclis’te ciddî bir ağırlığı olan Hoca Raif Efendi gibi bazı isimler, ‘ileride bunun Cumhûriyet olarak değiştirilebileceğini’ söyleyince. Bu yöndeki iddiaları Karabekir, M. Kemal’e bildirecek, o da, ‘Bu kanunda Cumhûriyet anlamına gelecek bir şey yoktur. Türkiye’nin başında, İslâm Halifesi olacak bir hükümdar Sultan bulunacaktır.’ cevabını verecek ve ayrıca, 20 Temmuz 1922 tarihli telgrafında da, ‘Raif Efendi’nin, yönetim biçiminin cumhuriyetçiliğe dönüşeceği hakkındaki fikri bir kuruntudur’ diyecekti. (KK Bey de şimdilerde, bu Kemalist taktiklerden mi ilham almış yoksa?)
Karabekir bu yaklaşımlardan ve efkâr-ı umûmiyede/ kamuoyunda, ‘M. Kemal’in Halifeliği ve Sultanlığı uhdesine alacağı’ kanaatinin yayıldığından rahatsızdır. Böyle bir durumun hele de Doğu’da tepki gösterilerinin eyleme dönüşeceği korkusu taşır ve bu durumu M. Kemal’e bildirir. M. Kemal de ona, ‘Doğu’dan bu endişeden dolayı mı geldiniz.’ der.
Karabekir’in cevabı da nettir:
‘Evet, sizin Halifelik ve Sultanlığı (üzerinize) alma isteğinizi haber aldım. Buna karşı Doğu’da meydana gelecek tepkiler karşısında işin nerelere varabileceğini kestiremediğim için, günümüze ve tarihimize karşı düşüncemi Büyük Millet Meclisi’nde beyan etmek, daha önce sevgi ve saygı ile bağlı bulunduğum başkomutanımı uyarmak istedim!’ (s. 45)
Selahattin E. Çakırgil/Star