İşgalci Çin rejiminin baskı altında tuttuğu Doğu Türkistanlı Müslümanlardan belli koşulları taşıyanlara oruç tutma izni verdiğine dair haberlere göz attım. Hatırlarsınız söz konusu haber Ramazan ayında gündeme gelmiş ve bazı kardeşlerimizin neredeyse Çin’e bu tavrından dolayı teşekkür edecek mahiyette tavırlar sergilediklerine şahit olmuştuk. Oysa Müslüman bir halkın ibadetlerinin izne tabi tutulması, yaşanan baskıların hangi boyutta olduğunu gösteriyordu. Doğu Türkistanlı Müslümanların ibadet haklarına kim hangi cüretle müdahil olabilir ki? Orucu kimlerin tutup tutamayacağı dinimizin kendi sistemi içinde belirlenmişken, kim buna sınırlama getirebilirdi? Olmaz demeyin oluyor, katillerin ektiği şiddeti aklınızla, izanınızla ve vicdanınızla kavrayamazsınız.
Çin, yarım asrı aşkındır asılsız gerekçeler ileri sürerek bölgede soykırım uyguluyor. Ailelerinden kopardığı Uygur çocuklarını kamplarda asimile ettikten sonra Çinli ailelere evlat veriyor, direnç gösteren anne-babaları ise hücrelere kapatıyor. Yalnızlığa terk edilen Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz seslerini kimseye duyuramıyor. Ne acıdır ki İslam toplumlarının yöneticileri siyasi çıkarlarını dikkate alarak bölgede yaşanan zulmü gündeme taşımıyor hatta bunun da ötesine geçip olayları Çin’in bakış açısı ile değerlendiriyorlar. Oysa işgalci Çin rejiminin kılıçları altında yaşamaya mecbur bırakılan Doğu Türkistanlı halk için siyasilerimizin telaffuz ettikleri küçük ifadeler dahi bir moral kaynağı olacaktır. Zira tutuklanan ve hiçbir haber alınamayan Uygur kardeşlerimizin geride bıraktıkları çocukları haklı olarak Türkiye’den uzanacak bir el bekliyor ve bu konuda atılan her adımı önemsiyorlar.
Basında Çin’in doğu Türkistanlı öğrencilere ve memurlara oruç yasağı getirildiğine dair haberler okuyoruz ancak bölgede yaşanan zulmün yakın tanıkları yasağın bütün toplumu kapsadığını ve evlerin gözetlendiğini, ibadet eden Müslümanların tutuklandığını, Kur’an ve dini kitapların yakıldığını anlatıyorlar. Doğu Türkistan’da okullara ve idari binalara öğrencilerin oruç tutmalarını yasaklayan genelgeler asılıyor. Ruogiang’daki bir okulun kapısına asılan yazıda, “Öğretmenler hiçbir dini aktiviteye katılamaz” ifadesi yer alıyor. Ancak yasak tüm halkı kapsıyor ve Doğu Türkistan halkı hayatlarını zorbaların kılıçları altında geçiyorlar.
Uygurları oruç konusunda sınamak için Ramazan ayında halka ücretsiz yemek dağıtılıyor, insanların camiye girmelerini engellemek için ise cami kapılarında nöbetler tutuluyor. Bölgede dini yansıtan küçük semboller dahi suç sayılıyor, Müslümanların evlerine baskınlar düzenleniyor ve uzun yıllardır tutuklu bulunan insanlardan hiçbir haber alınamıyor. Doğu Türkistan’da yaşanan zulmün vahametini anlayabilmek için zulmü bizzat yaşamış ya da tanık olmuş kardeşlerimizi dinlemek ve onların seslerine kulak vermek gerekir.2018 ve 2021 tarihleri itibari ile bölgede insan hakları ihlallerine yönelik araştırmalar yapan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun bölgede yapılan hak ihlallerini yerinde tespit edip Çin’in soykırım eylemlerine dikkat çekmesinin akabinde bazı ritüellerin serbest bırakıldığına dair haberin yer aldığını görmekteyiz. BM kararlarının siyasi sebeplere dayandığını Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz de elbette biliyorlar ancak çaresizliğe terk edilen Uygurlar için küçük bir hareket, bir eylem, bir söz dahi moral olabiliyor. Fakat onlar yaşadıkları zulmün ortadan kaldırılmasına yönelik desteği, zulmü üretenlerin kardeşlerinden değil Türkiye’den Müslüman kardeşlerinden bekliyorlar…
Fatma Tuncer/Milli Gazete











