Onu ilk nerede tanıdığıma dair aradığım zihnî surette, 1978 yılındaki Ankara’nın Hatay sokağı öne çıkıyorsa da, onu çok daha önce gıyaben tanıdığıma eminim. Zafer çarşısındaki Dergâh kitabevinden, Hareket dergisinin IV. (Ocak 1966-Mart 1977) döneminden mesela…
Tanışmamızda Hatay sokağın daha fazla öne çıkması sanırım, Başkan Odası’ndaki çalışma masasında kimileri açık duran onlarca sözlüğü hatırlamamdan olsa gerektir.
Hatay sokağın öne çıkmasını zikrettiğim değerlendirmenin de etkisiyle daha önce yazmıştım. Demişim ki, “Benim iş yerim Ataç sokağındaydı. Yazarlar Birliği ise Hatay sokakta bulunuyordu. Yıl 1978-79. Öğle paydoslarının çoğunda Mehmet Çırık’la, Mevlüt Ceylan’la ya da merhum Ramazan Dikmen’le oraya takıldığımızı hatırlıyorum. Elbette oraya takılmaktan maksat D. Mehmet Doğan’la dar zamanda da olsa konuşmak içindi. Birliğe varır varmaz, onun uygun olup olmadığını düşünmeksizin hemen odasına girer, oturur ve ondan birkaç güzel cümleyi aklımızın bir köşesine yazmanın gayretinde olurduk. Mehmet Ağabey’i geniş masasının üstünde açılmış onlarca sözlüğün, ciltli kitapların içinde bulmamız ise alıştığımız bir durumdu.”
Hem söz konusu hatırası hem dil şuuru ve iradesi cihetinden Doğan Büyük Türkçe Sözlük ilk basımının yapıldığı 1981 yılından son basımına kadar hep takibimde olmuştur.
Zira o yeni kuşakların dil-kültür-edebiyat zevkiyle yetişmesine neden olan sözlüktü. Uydurukçacılığın gemi azıya aldığı, kültürel dilin imhası için kabile diliyle yazılan sözlüklerin dayatıldığı, Osmanlı Türkçesi’ndeki sözlüklerin tu-kaka edildikleri, sahaflardan bile kovuldukları bir zamanda çıka gelmişti “Doğan Büyük Türkçe Sözlük.” Yaşamayanlar bilemezler o yılları. Bilenlerse Doğan Büyük Türkçe Sözlüğün aynı zamanda söz konusu duruma karşı asil bir itiraz olduğunu çok iyi bilirler.
Doğan’ın şahsen kendisine, dil gayretine ve sözlüğüne duyduğum muhabbetten olsa gerek, 23. Basımı (2011) vesilesiyle yazdığım yazıda, onun yeni basımında “Kültürel Türkiye Türkçesi” esasında Osmanlı Türkçesi’nin alfabesini de ihtiva etmesini umduğumu söylemeye cesaret edebilmiştim.
Doğan’la ilgili münevverlik vurguma gelince. Bundan maksadımın ne olduğu onun ilk kitabı olan Batılılaşma İhaneti’ni ve son yedi yıldaki kitaplarını ismen zikrettiğimde kendiliğinden anlaşılacaktır: Mehmed Akif: Çanakkaleden Sakaryaya, Söz Okyanusunda Yolculuk, Millî Mücadele’nin Zaman Akışı, Türkçenin Cenaze Töreni, İstiklâl Marşı: Bin Yılın Destanı, Türkçe Düşünmek Türkçeyi Düşünmek, 1932: Dinî İnkılap Yılı…
Bir münevver olarak Doğan’ın solcu bir aydından farkını da ele vermeye yeterli gelir bu kitaplar. Zira, solcu aydınlar Yeni Türkiye’nin dertlerini gidermek için gerekli neşteri Batı’dan ve kuzeyden temin ederken, Doğan o neşteri Yeni Türkiye’yi kuran ve varlığını halen sürdüren, –inşallah hep de sürdürecek– milli iradenin kendi –yerli– dinamiklerinden temin etmiştir.
Yazıma “Yakasız gömlek giyen münevver…” diyerek başladığım için bu konuda da kısa bir açıklamada bulunmam gerekir.
Doğan’ın nadiren de olsa yakalı gömlek giydiğini görmekle birlikte, onu hep yakasız gömleğiyle hatırlamanın sadece bana mahsus olmadığını, benim kuşağından –ki o ’80 kuşağıdır– birçok dost ve arkadaşımın sosyal medya mesajlarındaki, köşe yazılarındaki aynı ya benzer kelimelerden anlıyorum.
Doğan ile solcu bir aydın arasında yukarıda zikrettiğim fark, onun yakasız gömlek giyme itiyadının asıl sebebini de ele verecek niteliktedir.
Zira solcu aydınların Paris’ten ya da Moskova’dan ömür boyu vizeli olarak dolaştıkları yıllarda, öyle sanıyorum ki D. Mehmet Doğan’ın Türk emniyet ve istihbaratından yana bile bir hayat güvencesi yoktu. Bu sebeple o yakasız gömlekle yaşamayı seçmişti.
Yakasız gömlek giyen münevvere rahmet olsun.
Yeni Şafak / Ömer Lekesiz