Rabbimiz! Ey kâinatın yegâne sahibi, tek hükmedicisi, kimsesizlerin kimsesi, Rahman, Rahim, din gününün maliki, Müslüman’ın da kâfirin de Rabbi olan Allah’ımız!
Bu yakarışımız bu feryadımız, tüm İslam ümmetinin ortak duası olsa gerek. 21. yüzyıl Modern zamanlarında yaşarken bize bahşettiğin İslam beldeleri, topyekûn işgal altında. Müslümanlar adeta kan ağlıyor. Kadınlarımız tecavüze uğruyor. Çocuklarımız öldürülüyor. Topraklarımız elimizden alınıyor. Müslümanlara ait kıymetli madenlerimiz, aç gözlü vampirler (sömürgeciler) tarafından yağmalanıyor, sömürülüyor. Evlerimiz başımıza yıkılıyor. Sağ kalanlarımız yurtlarından sürülüyor. Ama yedi milyar insanlık ailesi bunu seyrediyor. Rabbimiz, biliyoruz ki biz suçluyuz. Senin bize yüklediğin sorumluluğu/emaneti gereği gibi taşıyamadık. Hz. Muhammed (as) gibi el-Emîn olamadık. Onun gösterdiği mukavemeti gösterip, emanetine sahip çıkamadık. Omuzlarımıza yüklediğin yükü taşıyamadık. Dalanlarla beraber, biz de dünyalık denizine daldık. Birçoğumuz bu dibi görünmeyen denizde boğulduk. Geride kalanlarımız ise ağır hasarlı… Adımız daima İslam ile Müslümanlar ile anıldı. Fakat biz istikamet üzere olamadık. Dünya hayatı bizi o kadar oyaladı ki, şatafat ve lüks içerisinde bocalayıp durduk.
Oysa Sen, bizi Kerim Kitabında sürekli uyarıyorsun: “Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. (En’am/32). “Sakın aldanmayın.”(Fatır/5), “Fakat siz(ey insanlar) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde, dünya hayatını tercih ediyorsunuz”(Ala/16-17), “ Kim Allah’ı, Resulü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide/56). Dahası, “Ey imanda sebat edenler! Siz Allah’ın (dâvâsına) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.”(Muhammed/7) gibi birçok ilahi emirle bizi uyardın. Biz bu uyarıları anladık (veya anladığımızı sandık), ama uygulamadık/uygulayamadık. Müminlere karşı şefkat ve merhamet dilini kullanıp, dostluğumuzu ve kardeşliğimizi pekiştiremedik. Belirli günlerde bir araya geldik ama muhacir-ensar ilişkisini gerçekleştiremedik. Sohbet ortamlarında ağzımız güzel laflar yaptı. Kendimizi çok beğendik. Yıllar bizi yordu. Kimimiz geri döndü, kimimize atalet hâkim oldu, kimimiz de demokrat olduk. Yol bize gerçekten uzun ve meşakkatli göründü. Yıllarca kitap dergi okuduk, Kuran’dan birçok ayetlerini ezberledik. İnsanlara bahşettiğin ilim nimeti sayesinde, küçümsenemeyecek mesafeler kat ettik. En azından biz böyle inandık, Rabbim! Vicdanımız bizi sıktığında Kerim Kitabından bir delil getirmeyi de ihmal etmedik. Zaman zaman bununla övündük, ama günlük hayatımız ne kadar değişti? Rabbim, şüphesiz bunu Sen bizden daha iyi bilirsin. Bir yandan çayımızı yudumladık, diğer yandan İslam’ı alabildiğine konuştuk, eleştirdik, eleştirildik hatta çekiştirdik. Biz bunları yaparken şeytan yolumuzu tuzaklamış, yanlışlarımızı dahi bize doğru diye fısıldıyordu. Bir göğüste iki kalp yaratmadığını bildiğimiz halde, sırat-ı müstakim olan dosdoğru yolundan tali yollara saptık.
Rabbimiz! Sen bize şunu öğütlemiştin: “Allah’ın ipine (Kuran’a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın.” (Ali İmran/103) Bu ilahi emrini gerçekten anladık. Fakat uygulamayı başaramadık. Yani ayetin pratik karşılığını doğru okuyamadık. Mezheplere meşreplere bölündük. Her hizip kendi yanındaki ile övündü. Hatta iş o boyutlara vardı ki, tekfirci mantık senin adını yücelterek mümin kardeşini katletmekten çekinmedi. Merhamet ve Rahmet dini olan İslam, korku dinine dönüştü. Peygamber (as) ve müminlere öğrettiğin rahmet ve merhamet dili, yerini öfke ve nefrete bıraktı. Bu da şeytanın ayartmasıydı. Atamız Âdemi aldatan şeytan, bizi de aldattı. Âdem’in bir kez yediği yasak meyveyi biz defalarca yedik. İşin garip tarafı kendimize değil, Âdem’e şaştık. Bu aldanışın faturası çok ağır oldu Rabbim! Bizim bu aldanışımızı fırsat bilen kâfirler, dünyayı cehenneme çevirdi. Ümmetin parçalanmışlığı, Allah’ın ipine tutunmaması, sömürgeci kâfirlerin işine yaradı. Fıtratında takvayı ve fücuru (şems/8) barındıran insan, ne yazık ki fücuru seçti ve aldandı. İnsan zaten aldanmaya hazırdı. Allah’ım, bizler aldandık. Aynı delikten defalarca ısırıldık. Oysa Sen, muhlis kullarının üzerinde şeytanın hiçbir etkisinin olamayacağını bize bildirmiştin.
Müslümanların bu parçalanmış hali, Emperyalist kâfirlerin işine geldi onları çok memnun etti. Onların istedikleri tam da buydu. Müslümanların arasına ekilen fitne tohumu, meyvesini verdi. Bu acı meyveyi de biz Müslümanların çoğunluğu iştahla yedi. Asırlardır, uygulanan bu hain plan, İslam topraklarında bir kez daha uygulandı. Daha ne kadar sürecek onu da bilmiyoruz Allah’ım! Heyhat! Ümmet bunun şuuruna varıncaya kadar, kâfirler tüm İslam coğrafyasını ateşe verdi.
İslam ülkelerindeki yerli işbirlikçiler, kendi kanından, kendi canından olan kardeşlerini, basit dünya menfaatlerine karşılık sattılar. Adlarının başka sıfatlarla anılmasını istemeyen bu ikiyüzlü güruh, her zaman sureti haktan görünmeyi başarmış, Müslümanlar da bu zokayı yutmuştur. Bazen ırkımızla, bazen coğrafyamızla bazen de tarihteki şahsiyetlerle övündük. Müminlerin yanında, “Biz de sizinle beraberiz.” (Bakara/14) deyip, kâfirlerle iş tutan bu münafık grup, on dört asırdır Müslümanların gücünü kırdı. Adeta bir dalga kıran görevi gördü. Kavramlar üzerine inşa edilen dinin temel taşları yerinden oynatıldı. Yani kavramlar yalama edildi. İşin acı tarafı kalabalık yığınlar, bunu asla fark etmedi/edemedi.
Furkan suresi 30. ayette, Peygamber (as): “Kavmim bu Kuran’a kayıtsız kaldı.” derken, ne kadar acı çektiğini anlayabiliyoruz. Allah’ım biz bu kayıtsızlıktan sana sığınırız. Bizi zalimlerle beraber yazma. Onların tuzaklarını boşa çıkar.
Rabbim! Senin mucizen olan bu Kur’an, bizi tekrar diriltmeli, kıyama kaldırmalı ve kendi özümüze döndürmeli. Bunun için sana el açıyoruz Allah’ım! İçi boşaltılan kavramları tekrar asli hüviyetine kavuşturmalıyız. Allah’ım! Peygamber’in (as) anladığını anlamak, hissettiklerini hissetmek için bize akıl ve izan ver. 21. yy.da hayatımızı sürdürürken vah vahlar edip ağlamak, sızlamak, kendi kabuğuna çekilmek yerine “Allah’ın yardımcıları kimler?” sorusuna hiç tereddüt etmeden Havariler gibi bizler de: “Biz Allah’ın yardımcılarıyız.”(Ali İmran/52) diyerek bir adım öne çıkmalıyız. Söz konusu olan Allah’ı razı etmekse, gerisini teferruat bilen sahabe örneğinde olduğu gibi: “Anam babam sana feda olsun ey Allahın Resulü!” diyebilmeliyiz. İşlerimizde birinci sırayı alan dava bilinci olmalı diyoruz. Rabbim! Kuran’ın bize sunduğu kıssaları gıptayla okuyoruz. Bu kıssalar kitabın sayfalarından çıkıp, ne zaman birer canlı örnek olarak aramızda dolaşacaklar? Rabbim, bize bu canlı örneklerden olmamızı nasip eyle! Bu imanı, bu teslimiyeti, bu samimiyeti, biz de istiyoruz Allah’ım!
Allah’ım bizi işiten ve dualarımızı kabul edecek olan sensin, bizi zalimlerin eline bırakma! Dualarımızı eyleme dönüştür. İbrahim’in (as) dediği gibi neslimizden temiz insanlar çıkar ki, senin dinin olan İslam’ı hayat tarzı edinsinler. Namaz kılıp, zekâtı versinler. Ekini ve nesli bozmaya çalışan şer odaklarına karşı, kıyam etsinler. Rabbim! Bu uğurda bize mücadele gücü ver. İslam topraklarını maddi ve manevi anlamda bereketli kıl. Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik eğer bizi bağışlamazsan, kaybedenlerden olacağız. Allah’ım İsrailoğulları gibi bizi de yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaştırma. Dalaletin ve sapkınlığın her türünden sana sığınırız Allah’ım. Aldatıcılar bizi Allah ile çok kolay aldatıyorlar. Bizi bunların tuzaklarına düşürme Allah’ım.
İlahi! İslam ümmetinin tekrar Kuran’a dönüşü, senin yardımınla olur. Kalplerimizi yeniden Kuran’a aç. Ayaklarımızı sabit tut. Önceliğimiz senin vahyin olsun. Dünyevi kaygılarımızla bizi baş başa bırakma. Materyalist bir mantıkla değil, takva üzere ona yaklaşalım ki, hayatımızın her alanını senin vahyin kuşatsın. Tabiat ve insan uyumlu hale gelsin. Yaratılışta birbiriyle kardeş olduğunu öğrensin Allah’ım. Rabbim, dilemezsen, biz doğruyu bulamayız. Allah’ım, biz yalnızca sana el açıyoruz ve senden yardım bekliyoruz, bizi kâfirlerin eline bırakma. Bize gücümüzün üzerinde yük yükleme. Bizi Salih kullarının arasına kat. Bizim kalplerimizi sevki ilahi ile, senin yolun olan sıratı müstakime sevk et.
Allah’ım, ayaklarımızı sabit kıl, kalplerimizi kaydırma. Ey mülkün sahibi olan Allah’ım, “Bize mülkten verdin.” (Yusuf/101). “Şüphesiz bu şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimizi denemek içindir.” (Neml/40). Bu imtihanda bizi başarılı kıl. Bu arz sana ait, biz de senin kullarınızız, eğer bizi kâfirlerin ellerine bırakırsan, kâfirler bizi zelil ve rezil eder. Yok, eğer bize izzet ve şeref verirsen, bu da senin şanındandır. Şüphesiz izzet ve şerefin, tümü sana aittir. Ellerimizi açıp sana dua ederken, duanın eylem olduğunu biliyoruz. Bu farkındalığımızın nisyana düşmesinden sana sığınırız. Tüm dualarımızın eyleme dönüşmesi için, bize de peygamberlere verdiğin ince kavrayıştan nasip et, Allah’ım!
Söz konusu dua olunca Merhum Ali Şeriati’yi hatırlamadan olmaz diyorum ve onun duasıyla bitirmek istiyorum. “Allah’ım akidemi sorunlarımın elinden kurtar. Ey kadir olan Allah’ım, ailemize sorumluluk, halkımıza bilim, müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza kavrayış, kavramışlarımıza tutuculuk, kadınlarımıza bilinç, erkeklerimize şeref, ihtiyarlarımıza bilgi, gençlerimize soyluluk, öğretmen, üstat ve öğrencilerimize inanç, uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade, tebliğlerimize gerçek, dindarlarımıza din yazarlarımıza güvenirlik, sanatkârlarımıza dert, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, ümitsizlerimize ümit, zayıflarımıza güç, muhafazakârlarımıza hareket, ölümcül uykularda olanlarımıza hayat ve dirilik, körlerimize görme, suskunlarımıza feryat, Müslümanlarımıza “Kur’an ve sünnet”, tüm mezheplerimize birlik, kıskançlarımıza şifa, bencillerimize sabır, halkımıza kendini bilme, tüm uluslardan kurulu milletimize samimiyet, fedakârlık yeteneği, kurtuluşa layık oluş ve izzet bağışla.”…
Selam ve dua ile.