Keçeli, tasavvufla İslama giren batıl akidelerin neler olduğu ve İslam toplumlarına nasıl sirayet ettiği konusunu işledi. Konuşmasına Allahın selamı ile başladıktan sonra şöyle devam etti.
İslam’ı ve tasavvufu anlayabilmek için mutlaka geçmiş dinlerin akidelerinden az ya da çok haberdar olmak gerekmektedir. Bunu yapabilen Müslümanlar, neye nasıl iman ettiklerini de fark ederler. Mesela, eski İran dini olan Zerdüştlük’teki cinvat köprüsü İslam’da sırat köprüsü olarak karşımıza çıkıyorsa; Zerdüş’tün doğumunda otuz iki adet mucize karşımıza otu iki farz olarak çıkıyorsa; Zerdüşt’ün kalbi yarılıp iyilik suyu ile yıkandıktan sonra melekler tarafından tanrıyla görüştürülmek üzere semalara ‘uruc’ çıkartılması bizde ‘Mirac’ olarak anlatılıyor ve Paygamber’e (s) uygulattırılıyorsa; Budizm deki ‘nirvana’ karşımıza ‘fenafillah’ olarak çıkıyorsa; ve buna benzer birçok hurafelerin İslam’da olmamasına rağmen İslam’da imiş gibi anlatılıyorsa o halde yeniden düşünmek yeniden sorgulayıp bu yabancı unsurların kaynağını topluma insanlardan korkmadan hatırlatmak gerekir.
Çile çekmenin ve mistik yaşayışın Budizm’e özgü olduğunu; mürşide bağlanma algısının eski Mısır’dan Hermes’ten geldiğini, ve kutsal haremin eşiğine yüz sürmenin içteki tüm muhalefetleri yok edeceğini; Yahudilik’te reenkarnasyon bir nevi hululcülük anlayışının varlığını görmek; Hırıstıyanlık’ta yine derviş, riyazet ve çilekeş hayatın egemen olduğunu görmek bir gerçektir. Ve bu saydığımız tüm yaşayış biçimlerinin hemen hepsini bünyesinde barındıran inanç, tasavvuf adıyla karşımıza çıkmaktadır.
Tasavvuf inancına insanların neden itirazsız bağlanmaya devam ettikleri ile ilgili dinleyicilerden gelen bir soru üzerine, Keçeli;
“İnsanlar Kur’an’ı ve sünneti tam olarak bilmeden doğru yolu aramaya koyulduğu anda, karşısına genelde “bir mürşidin kapısından geçmek” telkini çıkmaktadır. Evet kurtuluş bu kapıdadır ve çözüm bir şeyhe intisap etmektir. Bu müridin isteğidir. Buna mukabil şeyhinde müridden istekleri olacaktır. Adeta imanın şartlarına paralel olan bu istekler kısaca şunlardır;
1) Şeyhine temiz bir itikat ile bağlanmaktır.
2) Onun huzurunda bütün mal ve mülkünden tecerrüt etmektir.
3) Sadık ve gerçek olmaktır.
4) Kendisini şeyhine satılmış bir köle gibi teslim etmek ve o ne dilerse öyle yapmaktır.
5) Onun elini tutup, günahlardan kaçınmak sureti ile muhabbetini gönülde sağlamlaştırmaktır. Öyle ki şeyhi kendine; oğlundan, kızından, nefsinden; malından, mülkünden daha sevgili olmalı ondan ayrılmaya asla razı olmamalıdır.
Müridin iradeti bu beş şartla tamam olur. Birisi eksik olursa, o mürid şeyhe iradet getirmiş olmaz, kendi kendinin müridi olmuş olur, kendi kendine yürüyenlerin şeyhi de şeytan olur. ” diyerek cevap verdi.
Daha sonra soru ve cevaplarla sohbet sona erdi.