Programın başında bir selamlama konuşması yapan MMG Başkanı Avni Çebi, “yeni şehir algımızda insanı Allah ile buluşturacak olan camilerimiz, mabetlerimiz ötekileştiriliyor. Mekân, zaman, eşya, insan, varlık gibi kavramları yerli yerine oturtabilmeliyiz” dedi. Cumbalı evlerden Fransız balkonlu evlere geçişin mimarî algıdaki değişimi tanımladığını söyledi.
M.Ü İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Ali Köse de, “sürekli problemler üzerine konuşuyoruz, sürekli İslam ve modernizm, batılılaşma, kapitalizm, globalleşme gibi kavramlarla boğuşuyoruz” diyerek kendimize ait bir söylem oluşturamadığımıza dikkat çekti. Ali Köse’nin selamlama konuşmasından sonra söz alan Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara ise, “tasavvurumuzla, planladığımız şehir algısıyla yaptıklarımız birbiriyle uyuşmuyor. Tasavvur, ihsan, madde araç mı amaç mı gibi kavramları doğru anlamlandıramazsak istediğimiz dönüşümü gerçekleştiremeyiz” dedi. Selamlama konuşmalarından sonra söz sırası Sadettin Ökten’deydi.
Ökten; Çamlıca projesi taklit değil, tekrardır
“İslam ve Şehir” konulu bir sunum yapmak üzere söz alan sadettin Ökten ironik bir ifadeyle- Türkiye’nin en başarılı müteahhidi olarak gördüğü kişinin Ali Ağaoğlu’nu söyledi. “Bu zat katıldığı bir televizyon programında (TV ve program ismi veriyor ) kendisini zampara olarak tanımlamaktan ve binlerce dolarlık kol saatiyle övünmekten imtina etmemektedir. Bu tip insanlar piyasayı iyi süzerler ve koklarlar, değerli adamları bulup piyasa değerinin beş katı ücret teklif ederek çalıştırırlar” dedi. Sunduğu birkaç örnekle piyasanın durumunu gözler önüne seren Ökten, “elli katlı bina dikiliyor, elli katı da doluyor; bu toplum mala, paraya ve affedersiniz ama kadına açtır, mesele bundan ibarettir” dedi.
Çamlıca Camii konusuna da değinen Sadettin Ökten, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Öncelikle bilinmelidir ki; değerli eserler şehrin merkezinde konumlandırılır. 530’larda Bizans hükümdarı Justinyen’in Ayasofya’yı yaptırdığı yeri, daha sonra Bursa Ulu Camii’ni, sonrasında Süleymaniye’nin konumlandırıldığı yeri düşünün. Amerika’da Empire State binası Manhattan’ın otuzuncu caddelerine yerleştirilmiştir, yüzüncü ya da yüz yirminci caddelerine değil. Siz de eğer şehir merkezinde yer yoksa gider, Selimiye’yi Edirne’de inşa edersiniz.”
Mimarî algıda tekrarın ve taklidin tefrik edilmesi gerektiğini söyleyen Ökten, “size ait olmayan ve tarihinizde örneği bulunmayan yapılar inşa ederseniz taklitçisinizdir ancak tarihinizde bulunan ve size ait olan modelle yeni bir yapı inşa ederseniz tekrarcısınız demektir” dedi. Çamlıca Camii projesini, üniversite algımızı ve külliye kültürümüzü bu tanım muvacehesinde değerlendiren Ökten, “Çamlıca bu anlamda tekrar eden bir projedir. Biz taklitçiliğe üniversite konusunda düştük, medrese usulünü terk edip üniversiteleşmeyi tercih ettik, kadim kültürümüzdeki külliyelerin yerini de bugün alışveriş merkezlerine terk ettik” dedi.
Toplumumuzun ciddi bir medeniyet krizi içerisinde olduğunu aktaran Ökten, “Allah’tan toplumumuz kendisine sunulan felsefenin eksiklerle malul olduğunu fark etti, Arap’ın devesine binmektense Garp’ın şimendiferini tercih edeceğini söyleyen Türk düşünürler vardı. Hâlâ biz de toplumsal manada Garbın şimendiferi taraftarıyız, bilmem bu hastalık geçer mi?” sorusuyla sunumunu sonlandırdı.
Ayetler temiz ve güvenilir beldelerden bahseder
Sadetin Ökten’in sunumundan sonra panele geçildi. İlk panelist Ankara İlahiyat Fakültesi’nden Kelam Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Şaban Ali Düzgün’dü. “Şehir ve Din” başlıklı bir sunum yapan Ş. Ali Düzgün, kendisinin Çağdaş Dünya’da Din ve Dindarlar adlı kitabından “Dinlerin Şehirleşme Kabiliyeti” başlıklı bölüme dikkat çekerek sözlerine başladı. Kuran’da “Müslüman kent” kavramına taalluk eden terimleri katılımcılarla paylaşan Düzgün, bunların şu manalara geldiğini söyledi: “Belde-ten Tayyibetün, Zürriyyetün Tayyibe (hayırlı evlatların yetiştiği), Şeceretün Tayyibe (organik gıdaların olduğu), Tahiyye-ten Tayyibe (nezaketli sözlerin söylendiği), Mesakine Tayyibe (güvenli, yıkılmayan binaların olduğu).
Yeryüzünün Müslümanlara mescit kılındığını hatırlatan Düzgün, “yeryüzü bana mescit kılındıysa, her tarafında namaz kılabileceğim kadar temiz bir şehir isteme hakkım vardır. Eğer bu hakkım bana verilemiyorsa yöneticiler bundan mesuldürler” dedi. Konumu ve mesleği gereği şehrin yapı ve estetiğinden çok şehirde bulunan insanlarla ilgilendiğini ve insanı önemsediğini söyleyen Düzgün, “Medine Dönemi eğer bir kamusal alansa, ondan önceki on iki yıllık Mekke Dönemi de bu alana çıkacak nezaket ve ahlakta insanlar yetiştirme dönemiydi” dedi.
Aliya İzzetbegoviç’in ‘bazı medeniyetler kültürsüzdür; bazı kültürlerinse medeniyeti yoktur’ sözünü aktaran Düzgün, “Amerika bugün kültürel zenginliğe sahip olmakla beraber medeniyete sahip değildir. Batı medeniyeti ise kültürsüzdür” dedi. Batı felsefesinde artık İbn Rüşd, İbn-i Sina gibi Müslüman filozoflara daha çok yer verildiğini, onların tezleriyle daha çok meşgul olunduğunu söyleyen Ali Düzgün, “Batı kültürünün alınmaması taraftarıyım, medeniyetse Batının babasının malı değil, bu bağlamda alınacak ürünün kültürel mi yoksa medeni bir olgu mu olduğu sorgulanmalıdır” dedi.
Bir el var ki Naime Sultan Yalısını yakabiliyor, dedi.
Ali Düzgün’den sonra söz alan Mehmet Şimşek, “Herkes İçin Şehir” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Mehmet Şimşek, Sadettin Ökten ve Turgut Cansever Hoca ile zamanında birçok plan yapmış olmalarına rağmen bunların uygulanmasında belli bir disiplin sağlanılamadığını kaydetti. Hükümetin gündemindeki projelerin de bir kısmına değinen Şimşek; kaçak yapılarla mücadele, kıyı temizleme ve kıyı işgalinin önüne geçilmesi, eski eser restorasyonlarının yapılması ve konut şehirler kurma noktasında önemli yol kat edildiğini söyledi.
“Herkes için şehir diyoruz ancak; Süleymaniye, Zeyrek ve Sur tecrit alanlarındaki ahşap mimarimiz korunmalıydı, koruyamadık” diyen Şimşek, zaman zaman meydana gelen ve mimari eserlerimizi harap eden yangın vakalarının da masum olmadığını belirtti. “Bir el var ki Naime Sultan Yalısını, Yenikapı Mevlevihanesini ve şimdi de Galatasaray Üniversitesini yakabiliyor” dedi. Kendi fotoğraflarıyla bozulan İstanbul siluetlerinden, Süleymaniye ve Zeyrek’teki değişikliklerden çarpıcı örnekler sunan Şimşek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın orman ve kıyı kanununda önemli değişiklikler öngören torba yasasını eleştirerek, yasanın tashihe ve tebdile muhtaç olduğunu dile getirdi.
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yaklaşımı, külli iradeye muarız ve onu nefyeden bir forma bürünmüştür.
Panelde ‘Kültür ve Medeniyet Mekânı olarak Şehir’ başlıklı sunumda konuşan Tahsin Görgün, “Şehir ve Medeniyet konulu bir toplantının ilahiyat fakültesinden ziyade belki bir mimarlık fakültesinde yapılıyor olması gerekirdi ama ne yazık ki mimarlarımız kadim mimari kültürümüzden ve medeniyet tasavvurumuzdan uzak yetişiyorlar” diyerek sözlerine başladı. “Mimarlar ve yetkililer neyin nasıl yapılması gerektiğini büyük oranda bilmektedirler ama buna rağmen doğru bildiklerini yapmamaktadırlar, bu esaslı bir sorundur” dedi.
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” anlayışına da değinen Görgün, konuyla ilgili şu dikkate şayan tespitlerde bulundu: “Hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu görüşü Fransız İhtilali ile önem kazanmıştır. Milli iradenin etkin olması gerektiği anlayışı Batıda, külli iradeye muarız ve onu nefyeden bir forma bürünmüştür. Bugün milli iradenin sınırsız etken olduğu bir dönem yaşıyoruz, modern anlayış milli/bireysel iradeyi külli iradenin karşısına koymuştur, bununla birlikte nihilizm de en üst noktaya ulaşmıştır” dedi.
Mimaride olduğu kadar içtimaî hayatta ve siyasette de artık maddi çıkarların tercihleri belirleyici konumda olduğunu söyleyen Görgün, “bugün, ‘insanlığın en üst değeri nedir’ sorusunu ya cevapsız bırakmak ya da ‘tüketimdir’ diye cevaplandırmak zorundasınız” dedi. Günümüzde şahısların hâkimiyetinden ‘impersonal’ hale (kurumların, kamunun hâkimiyeti) geçildiğini vurgulayan Görgün, “kamu kurum ve kuruluşları artmıştır ve bu bağlamda şirketler kurulmaktadır ancak şirketlerin de varlık amacı kârdır. Kurucuların dindarlığı bunu değiştirmemektedir, kâra katkıda bulunan her kimse bu kurumlarda kendine yer edinebilmektedir” dedi. Modern siyasetin amacının da iktidar olmaktan ve orada kalmaktan ibaret olduğunu söyleyen Görgün, “temel sorun; insanın/bireyin, neyin nasıl yapılacağını bilmesine ve güçlü bir iradeye sahip olmasına rağmen; doğrunun arayışı içerisinde olmamasıdır” dedi.
Değişimimiz ne yazık ki medeniyetten vahşete doğru
İnsanların önceleri yalnız asgari ihtiyaçlarını karşılamanın peşinde olduğunu vurgulayan Tahsin Görgün, “bundan az bir zaman önce, insanlarımız başlarını sokabilecekleri bir mekân ve karınlarını doyuracakları bir iş/aş peşindeydiler, insanın bugünkü konumu ise ’vahşi-bedevi-medeni’ ayrımı yapıldığında net bir şekilde ortaya çıkacaktır” dedi.
“Vahşiler yok ederler, tahrip ederler vermeden alırlar. Bedeviler zarar vermezler ama herhangi bir katkıda da bulunmazlar. Medenilerse gittikleri yerin imkânlarını kullanırlar, değerlendirirler; yine o bölgenin de menfaatine olacak şeyler üretirler ve katkıda bulunurlar. Günümüze bu pencereden bakıldığında medeniyetten vahşete doğru bir gerileme içerisinde olduğumuzu düşünüyorum” diyen Görgün, “bu varoluş şekliyle nasıl yüzleşip, nasıl hesap vereceğiz” diye sordu.
Hem bu dünyada hem öte dünyada mutlu olmamak için hiçbir sebep yoktur
Konuşmasında İmam Gazali’nin saadet ve mutlu insan tanımlarına da yer veren Tahsin Görgün şunları söyledi: “1. Mutlu insan, yaşadığı hayattan zevk alır. 2. Onun aldığı zevk başkalarına da faydalıdır, diğer insanların aleyhine değildir. 3. Bu iki özelliği onu öyle bir davranışa sevk eder ki bu sefer insanlar onun bu davranışından zevk alırlar.
Bu mutluluğu hayatımıza uyarlayabilmeliyiz. Aileye, şehre, ülkeye, içtimai yaşantımıza bu mantaliteyle yaklaşabilmeliyiz. İnancımıza göre bu dünyada mutlu olanların öte dünyada da mutlu olmamaları için hiçbir sebep yoktur. Kendinden razı, başkalarının da kendisinden razı olduğu insanlardan Allah’ın da razı olmaması için hiçbir sebep yoktur.”
Kentsel Dönüşüm değil, kentsel ölüşüm yapılıyor.
Panelde son konuşmacı, “İslam Geleneği ve Şehir” başlıklı sunumuyla Marmara İlahiyat Fakültesi’nden Vecdi Akyüz idi. Konuşmasını Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu şehir medeniyeti üzerine temellendiren Akyüz, peygamberin uygulamalarındaki kronolojik sıraya dikkat çekti: “Hz. Peygamber Medine’de ilk olarak bir mescit inşa etmiştir, daha sonra Müslümanlar arasında kardeşlik bağının oluşmasını sağlamış ve ardından Ehl-i Suffa ile eğitime başlamıştır.”
Ardından huzurun tesisi için Hz. Peygamber’in şehirde bulunan müşrikler ve Yahudilerle barış anlaşması imzaladığını belirten Akyüz, Medine’de gerçekleştirilen diğer faaliyetleri de şöyle sıraladı: “Şehirde çarşı kurulmuştur. Bayram namazları mescitte kılınmış, kolay ulaşım için yol faaliyetleri yürütülmüş ayrıca belli bir bölge mezarlık olarak ayrılmıştır. Neye ihtiyaç duyuluyorsa bunun giderilmesi için çalışılmıştır. Peygamber’in bu uygulamaları bize de örnek teşkil etmelidir.”
“Kentsel dönüşüm yapılacaksa da adam gibi yapılsın” diyen Akyüz, dönüşüm çalışmalarını şu sözleriyle eleştirdi: “İşte Bursa’da kentsel dönüşüm yapılmış, dönüşüm adı altında şehirde koca koca binalar yükseltilmiş. Herhalde Bursa, Bursa oldu olalı böyle zulüm görmemiştir. Böyle olacaksa eğer, bırakın kentsel dönüşüm falan olmasın. Kentsel dönüşüm değil, kentsel ölüşüm gerçekleştiriliyor” dedi.
Dünyabizim/ Sıbgatullah Bostancı