Teşhir/dikizleme kültürünün günden güne yaygınlaştığı bir vasatta muhafazakârlık ve İslâmcılık ekseninde aktüel meseleleri ele almanın faydalı olacağını düşündük. Geçtiğimiz aylarda bir üniversite tarafından her yılgerçekleştirilen, “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması” 2013 yılı sonuçları Türkiye’deki değişen kamuoyu nabzını ortaya koyması bakımından dikkat çekiciydi. Araştırmaya göre Türkiye’de muhafazakârlık artıyor. “Hangi kamuoyu?” sorusunu ihmal etmeden bu araştırmanın ortaya koyduğu sonuçları hatırlamakta yarar var. Ankete katılanların yüzde 39,2’si (2011’de yüzde 33,2; 2012’de yüzde 37,3) “Kendinizi siyasi açıdan nasıl tanımlarsınız?” sorusuna ‘muhafazakâr’ olarak yanıt verirken, yüzde 19,2’si ‘cumhuriyetçi-Kemalist’ olduğunu açıklamış. Soruya yanıt verenlerin yüzde 17,8’i ise kendisini ‘milliyetçi’ olarak tanımlaması önemli.
Bilindiği üzere muhafazakârlık kavramı geç modern kültüre sahip ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de, yaygın olarak AK Parti’nin iktidara geldiği günlerden başlayarak hem sağ hem de sol ve hem de İslâmcı çizgi açısından paradoksal problemler ortaya çıkarmaya başladı. AK Parti, muhafazakâr demokrasi adını verdiği bir anlayışın içini doldurmaya çalışmış, kendini muhafazakâr bir ideolojik zemin üzerine oturtmak istemiştir. Ancak muhafazakârlığın popüler bir siyasi söylem olmaktan çıkarılıp, bir ideoloji haline getirilmek istendiği bu dönem aynı zamanda tüm dünyada ideolojilerin bittiğinin söylendiği bir zamana denk gelmiştir. Belki de AK Parti, kendisini siyasal merkezle açık kavga etmeden sürdürülebileceği pozisyon alışı “muhafazakârlık” olarak görmüştür ki,din ve gelenekle pozitif bir bağ kurabilme imkânını ona verebilmektedir.
Öte yandan düşünce dünyasında da birtakım sorunlar vardı. Sözgelimi conservatism kelimesinin muhafazakârlık olarak çevrilmesine bazıları karşı çıkmışlar ve bunun yerine tutuculuk hatta gericilik kelimesini teklif etmişlerdir. Oysa tutuculuk başka bir şeydir, muhafazakârlık çok başka bir şey. Sözünü ettiğimiz muhafazakârlık kavramı ne Müslüman’ı ne onun tarihsel tecrübesini ne de yaşadığı hayatın anlamını açıklamaya yetmez. Unutmamak lazım ki İslâm başkalarının değil yalnız kendi kalıplarına sığar ve kendinin kalıplarına dökülerek ancak hakkıyla anlaşılabilir. İslâm’ın mahiyeti itibariyle modernliğin değişim kavramından çok farklı olan başka bir değişim telakkisine sahip olduğunu unutmamalıyız. Bu yüzden batıdaki gibi bir muhafazakârlık tanımı yapılması pek mümkün gözükmemektedir.
Buna karşın modernleşme sürecimizin pejoratif kavramlarından gericiliğin miadını doldurmasının akabinde bu bağlamda söylenmek istenen her şeyin yükünün muhafazakârlığa ihale edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Tabii en çetrefil meselelerden biri de şu noktada karşımıza çıkmakta: Bilindiği üzere AK Parti kurucuları,İslâmcılığın temsilcisi olmadıklarını net olarak söylüyorlardı. Fakat aynı zamanda tüm bölgeye egemen olan İslâmî kodlarla yola çıktıklarını, dindar olduklarını, ama insan hakları ve demokrasi başta olmak üzere pek çok evrensel değerin İslâm’la zaten zıtlaşmadığını ifade ediyorlardı.
Son yıllarda öncelikle liberal sol aydınların daha sonrada değişik muhalefet odaklarının gündeme getirdikleri konulardan biri de şu oldu: Kemalizm’le ilişkisi anlamında AK Parti’nin Kemalizm’in sağı olduğu şeklindeki söylenti. Kabul edilmelidir ki böylesi bir ilişkilendirme öyle çokta içi doldurulan bir söylem değil. “Muasır medeniyetler seviyesi” hedefi nedir, bunu amaç edinmek nedir, üzerine çıkmak nedir? bu basit bir kalıp sadece. Sadece buhedef AK Parti’yi Kemalist yapmaz. AK Parti’nin, Kemalizm’den olumsuz etkilendiğini belirten pek çok söylem, ifade ya da bariz eylemleriyle karşılaşıyoruz. Ama bu onu sağ Kemalist yapmadığı gibi bu yapıya Kemalist demek ona haksızlık olur.
İçinde bulunduğumuz dönemde AK Parti’nin durumu, giderek İslâmcı dile yaklaştığı ve belki ideolojik çizgilerini biraz daha belirginleştirdiği bir hal almaktadır. Başbakan’ın bazı taleplerini muhafazakâr refleksler olarak açıklayabilmek mümkün, “dindar nesil yetiştireceğiz” mottosu bu durumu daha belirgin kılmaktadır. Buna yurtiçive yurtdışı ilişkilerin mahiyetine dair bir çok doneyi de ekleyebiliriz. Özellikle Arap uyanışı, Mısır ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, AK Parti’de İslâmcılık olarak anabileceğimiz vurgunun giderek arttığının işareti olarak değerlendirilebilir. Bu gelgitler başka bir dilin inşası için imkan olarak görülmeli, müzmin muhalif pozisyonundan ziyade ne/nasıl yapmalı, üzerine konuşmak daha çok önemsenmeli.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…”