Ne zaman İsrail denilen terör devleti Gazze’li çocuklarımıza ölüm kusmaya başlasa, her birimiz duygularımızı ifade etmek için kalemi imdada çağırıyoruz. Evet, bir kere daha Gazze’ye ölüm yağıyor. Anneler yüreklerine taş basıyorlar. Paramparça olmuş körpelerin cennetmekân bedenleri, mezara konmakta bile zorluk çekilmektedir.
Dünyanın hali ortada. Dünyanın jandarmalığını yapan zengin batılı ülkeler açıkça, avuç içi hacmindeki terör devletinden yana tavır koyuyorlar. Büyük şeytan, tıynetinin gereğini yapıyor. Ölü benizli başkanı, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğu şeklindeki restleri tasdik ediyor. Buraya kadar olanlarda şaşılacak hiçbir şey yok…
Asıl şaşılacak olan, kendini Müslüman olarak tanımlayan toplulukların cenahında olanlarla ilgili. Dünyanın bu kısmı hakkında ister şaşıralım, ister üzülelim, ister küçük dilimizi yutalım, ister -merhum Ahmed Yasin gibi- bu taşlaşmış ümmetin suskunluğunu Allah’a havale edelim; neylersek eyleyelim, yüzümüzü keder kaplamakta, bizi ağlamaklı kılacak ne kadar durum tespiti varsa, hepsi göreve davet edilmekte; başka da bir şey yapamamaktayız…
Dünyada ne zaman nerede bir kavim haksız yere zulüm altında inletilse, hemen kendi hayati sorunlarımızla yüz yüze geliyoruz. Özellikle Gazze (daha doğrusu Kudüs/tüm Filistin), bu ümmetin bütün günahlarıyla yüzleştiği bir ayna görevi yapmaktadır. Kudüs bizim için de bir tür ağlama duvarı olmuştur. Aslında Gazze değil bombalanan, bütün Müslüman beldeleridir. Gazze, bombalarla tarumar edilen Darul İslam’ın artçı sarsıntılarıdır. Yakılan Darul İslam’ın dumanı bazen Gazze’den tütmektedir. Elindeki oyuncağı kendisine çok görülen, küçücük bedenleri Firavun artıklarının bombalarıyla paramparça edilen yavrular, bütün Müslümanların çocuklarıdır. Öldürülen anneler, babalar, evlatlar, bütün bir ümmetin yetişkinleridir. Kurşunlanan, biziz biz; tabi biz kim olduğumuzu biliyorsak…
Kısacası bedel ödüyoruz bedel…
Gazze, buharlaşmış bir ümmetin, mezardan çıkartılan cesedine yapılan işkencenin (müsle) bir sembolüdür. Gazze üzerinden bütünüyle İslam’a meydan okunmaktadır. Sanki Gazze’yi kuyuya terk etmişiz, tıpkı Yakub’un oğulları gibi. Filistin üzerinde en az elli sene İngiliz-Yahudi ortaklığı ile gerçek bir suikast plan-projesi hazırlanırken oyunun farkına varamayan, varsa da oyuna çomak sokacak iktidarını çoktan yitirmiş bulunan bir ümmet, Gazze şahsında kendi günahlarıyla yüzleşmektedir.
Müslümanlar olarak, Gazze için ‘hemen şimdi’ yapabileceğimiz bazı şeyler belki vardır fakat orada da bir düzeysizliktir gidiyor. Mesela ne zaman İsrail Gazze’ye saldırsa veya ne zaman batılı bir ülkede bir yayın yoluyla Peygamberimize hakaret yapılsa, derhal o ülkenin ticari mallarını boykot gündeme gelmektedir. Olayların tazeliğinin verdiği heyecanla boykot belki kısmen işlerlik kazanmaktadır. Fakat olayların sıcaklığı geçtiğinde boykot ta unutulmaktadır, ta ki aynı saldırganlık yineleninceye kadar. Hâlbuki gündemin sıcaklığında boykot edebildiğimiz ürünler varsa, bu ürünler neden sürekli boykot edilmez? Boykot için illa Gazze’nin bombalanması mı gerekmektedir? Sözün hemen burasında üzülerek söyleyelim ki, bizzat gözlemlediğimiz kadarıyla, Türkiye’de yaşayan ve ‘Yahudi düşmanlığı’ çok baskın olan Gazze’li gençlerde dahi böyle bir boykot bilinci görülememektedir.
Öyleyse, Gazze’nin maruz kaldığı Siyonist saldırganlık karşısında, kısa vadeli ve acil olarak yapılacaklar yanında, esas olarak daha kalıcı ve köklü çözümlere gözümüzü dikmeli, zihnimizi yormalıyız. Çünkü İsrail bir gün dünya sathından silinip, tamamen yok olmadıkça, bu zulümleri yine tekrarlayacaktır. Dünyanın jandarmalığını yapan ülkelerce tarumar edilen bölgemiz de sadece Filistin değil, ‘müslüman’ vatanının neredeyse tamamıdır.
O halde ne yapmalı ve nasıl yapmalı? Şüphesiz bu iki soru için bütün tarih boyunca ve günümüzde belki milyonlarca kalem oynamış, belki de tarihin en orijinal fikirleri ortaya atılmış, belki de söylenmedik hiçbir söz kalmamıştır. Ama şu an itibariyle derde deva bir çıkış yolu bulunmamaktadır.
Müslümanların yaşadığı bu sefaletler bize en fazla şunu düşündürmelidir. Bizler sanki, eşkıya tarafından pusuya düşürülerek esir alınmış, büyükçe bir kampta ellerimiz kollarımız -kimimizin gözü de- bağlı, kimilerimiz direklere zincirlenmiş gibiyiz. Fakat insanı en çok kahreden, kamptaki bu esirlerin zamanla, içinde bulundukları zilleti içlerine sindirmiş, zoraki tıkıldıkları kapanlarını beğenmeye ve sevmeye başlamış olmalarıdır. Hallerine rıza gösterip, başlarındakilere zeval vermemesi için Allah’a dua eder hale gelmeleridir. Kamptakilerin zincirleri çözüldüğünde de, gönüllü olarak bu zillet halini övülesi bir yaşam biçimi olarak yüceltmeleri ne hazindir…
Sözün özü, ne zaman Gazze saldırısı ve benzeri bir durum yaşasak, bir türlü farkına varmak istemediğimiz şu acı/çıplak gerçeğin farkına varıyoruz; hayat bize adeta bu gerçeği kavramamızı dipçikle, tankla, tüfekle dayatıyor. O gerçek şudur: ‘İslam ülkesi’ olarak anılan ne kadar ülke varsa, neredeyse tamamına yakınında Müslümanlar değil, gayri Müslimler egemendirler. ‘Müslüman’ ismini taşıyan toplumlar sayısal olarak çoğunluğu oluştursalar da, inisiyatif olarak adeta bir hiçtirler. Kendi ülkelerimizde egemen değiliz, kendi vatanımızda parya muamelesi göremeye devam ediyoruz. Rabbimizin bunca uyarılarına rağmen, Müslümanlar olarak dinimizi fırka fırka yapmışız ve her fırka kendisini en doğru yolda sanmaktadır.
Öyle zannediyorum ki, Gazze’yi kurtarmak için -uzun vadede- Müslümanların tevhid üzerinde vahdet olmalarından başka hiçbir çözüm yolu yoktur. Tabi ki tevhidsiz bir vahdetten bahsetmiyoruz ve bu zaten mümkün de, gerekli de değildir. Dolayısıyla kim ki Gazze ve benzeri zulümlerin ortadan kalkmasını can ü gönülden istiyorsa, kesin olarak, Müslümanların yeniden Kitab’a dönmelerini istemesi gerekmektedir. Kitab’a dönülmediği sürece, Müslümanlar kendi ülkelerinde Gazze’den farksız şekilde, zillet içinde yaşamaya devam edeceklerdir.
Uzun yıllardır kâfirlerin neden İslam’ın cihad müessesesini tukaka ettiği, bunun yerine, özel adamları vasıtasıyla segvi-hoşgörü adında bir din dayattıkları şimdi daha iyi anlaşılmakta değil midir? Ebubekir’in, Peygamber’e verilen bir keçi yavrusunu yeni halifeye vermeyenlerle cihad etmekte zerre kadar tereddüt etmemesini şimdi çok daha iyi anlamaktayız. Müslümanları tekrar izzetli hale getirecek olan, cihaddır.
Gazze zulmünden daha acı olarak, batılı devletlerden Gazze’ye destek, İsrail’e yaptırım beklenmektedir. Oysa Gazze’ye yardım edecek bir tek güç vardır, o da İslam’ın gücüdür, İslam ümmetinin gücüdür. Bizim ise ucu batılı efendilerin kazıklarında olan bağlarımızı koparıp bağımsız olmadan ne Gazze’ye, ne de başka bir yere yardım etmemiz muhaldir.
Not: ‘Kur’an İslamı’ yazılarımız inşaallah ileriki zamanlarda devam edecektir.