وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً
﴿١١٢﴾
Her kim de mü’min olarak salih ameller işlerse, artık o, ne bir zulümden korkar, ne de hakkının zayi olmasından. (20/112)
Zulüm yüklenmiş kimselerin hüsrana uğramasını, ahirette Allah’ın mükafatından, ikramından mahrum olacak olanlar diye de düşünebiliriz. Bu mahrumiyet, kişinin kendi kazancının neticesidir. Bu zulmün en büyüğü şüphesiz ki şirktir. Allah şirk günahını affetmeyecektir. Bu konuda Peygamber (a.s) şu ikazda bulunur: “Zulümden kaçının. Çünkü zulüm kıyâmet gününde zâlime zifirî karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakının. Çünkü cimrilik sizden önceki toplumları helak etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir.” (Müslim, Birr 56)
İmanla birlikte sâlih amel işleyenlere gelince, ne yaptıkları kötülüklere fazladan bir ilâve yapılır, ne de hak ettikleri mükâfattan bir eksiltme yapılır. Böyle bir haksızlık olmayacağı gibi, aksine belki de Allah onların günahlarını affedecek, kötülüklerini iyiliğe tebdil edecek, amellerinin mükâfatını da kat kat fazla verecektir. Kur’ân-ı Kerîm, bu gerçekleri biz insanlara bildirmek üzere lütfedilmiştir.
Kim, Allah’ın farz koyduğu yasalarını, imanla iç içe bir şekilde gönülden yaparsa, yani iman edip salih amellerde bulunursa ne haksızlık yapılmasından, ne de yaptığı güzel amelin karşılığının eksiltilmesinden korkmaz. Umudu Allah olan neden korksun ki?