İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir bölümü öğretim üyelerinden Dr. Şevket Kotan, cumartesi günü “Tarihselcilik ve Evrenselcilik arasında Kur’an” konulu bir konferans verdi. İktibas dergisi lokalinde verdiği konferansta, tarihselciliğin nasıl ortaya çıktığından, bugünkü temsilcilerine kadar çok yönlü olarak konuyu değerlendiren Kotan, çok önemli bir konu olduğunu ancak çok ihmal edildiğini vurguladı.
Çok ihmal edilen bir konu
Şevket Kotan sözlerine, gençlik dönemlerinde bu konunun nasıl öne çıktığını vurgulayarak başladı: “Biz doktora yaptığımız dönemde Türkiye’de bu tarihsellik tartışmaları vardı. Kur’an’ın tarihselliği meselesi gündemin yoğunlaştığı bir konuydu. Biz de o dönem tarihsellik meselesini doktora konusu olarak çalıştık. Dolayısıyla tarihsellik gibi, Kur’an’ın tarihselliği gibi çok özel bir alanda, çok fazla bir çalışma yok bu alanda. Önemli bir konu olmakla birlikte, çok ihmal edilen bir konu olduğuna inanıyoruz. O alanda çalışmalarımızı sürdürüyoruz, tefsirin daha özel bir alanı olarak bu konuda da çalışmalarımızı sürdürüyoruz.” dedi.
Doktora tezinin kitap halinde Kur’an ve Tarihselcilik ismi ile Beyan yayınları tarafından yayınlandığını, daha sonra tarihselcilik konusunda yazmış olduğu makalelerin ise Kur’an, Yorum ve Tarih adı altında Hikav Vakfı yayınları arasında çıktığını belirtti.
Ercümend Özkan’ın düşünce yapısı etkiliyordu
Ercümend Özkan’ın fikirleri ile ilahiyat fakültesinde iken tanıştığını belirten Şevket Kotan şöyle devam etti: “1980’li yıllarda biz Ankara İlahiyat fakültesinde okurken, ilahiyat fakültesinin düşünce yapısını rahmetli Ercümend Özkan önemli oranda etkiliyordu. Bu düşünceleri yoğun bir biçimde biz öğrenciler arasında tartışılıyordu. Merhumun tezlerine mesela, -Allah rahmet etsin- tabi o dönem biz özellikle gelenek eleştirisi noktasında kendisine büyük oranda katılmakla birlikte hadis konusunda biraz sınırları zorladığı düşüncesini, o günkü düşünce yapımızla öyle düşünüyorduk. Fakat bugünden baktığımızda çok önemli bir hizmet yaptığını burada ikrar edebiliriz.”
Tarihselcilik konusu ile tanışmasının 1983 yılında Fazlurrahman’ın İslam kitabı ile başladığını aktaran Kotan, bu kitabın Mehmet Aydın ve Ethem Ruhi Fığlalı tarafından tercüme edildiğini, bu kitap ile birlikte Türkiye ilahiyatının ve İslami kamuoyunun gündemine Kur’an’ın tarihselliği diye bir kavramın oturmaya başlamış olduğunu kaydetti.
Türkiye’de tarihsellik
Fakat 1980’li yıllarda kuluçka dönemi gibi bir dönem olduğunu ve fazla etkisi olmadığını belirten Kotan, 1990’lı yıllarda ise ağırlıklı bir biçimde kendisini hissettirmeye başladığını ifade etti ve şöyle devam etti: “O dönemde TEKDAV tarafından yayınlanan İslami Araştırmalar dergisinin en önemli konularından birisinin Kur’an’ın tarihselliği meselesi idi. Yine Fecr yayınlarının yıllardır sürdürdüğü Kur’an sempozyumlarının da konularının en önemli birisi Kur’an’ın tarihselliği, tarihsellik meselesi idi. 1990’lı yıllarda İslamiyyat diye bir dergi çıkarıldı. Genel olarak bizim Ankara İlahiyat hocaları tarafından organize edilen bir yayın olarak, bu da yine Kur’an’ın tarihselliği, tarihsellik meselesi üzerinde önemli oranda mesai harcamış bir dergidir. Bu dergi ile birlikte artık Türkiye’de tarihselciler ya da tarihselcilik diye bir şey artık oturmuş oldu. Yani bazı ilahiyatçı hocalara artık tarihselci denmeye başlandı. Çünkü bu dergi zaten tarihselciliğin, Kur’an’ın tarihselliğinin savunusunu, bu fikrin taraftarlığını yapan bir dergiydi İslamiyyat dergisi. Yıllarca çok kaliteli bir yayın hayatını sürdürdükten sonra bu dergi kapandı. Bu dergide o zaman kimler vardı, kamuoyunun yakından tanıdığı şahsiyetler, İlhami Güler mesela Ankara İlahiyat kelam hocası, Hayri Kırbaşoğlu hoca hadis hocası, Salih Akdemir merhum tefsir hocası, Mehmet Paçacı, Mehmet Görmez hatta, Ömer Özsoy gibi hocalarımız bu dergiye destek verdi. Böylelikle, özellikle Fecr yayınlarının Kur’an sempozyumları ve İslamiyyat dergisinin yayın hayatı ile birlikte Kur’an’ın tarihselliği meselesi bizim kamuoyumuza oturmuş oldu.”
“Peki nedir bu tarihsellik?” sorusuna ilişkin olarak ise 1800’lü yıllarda İslam dünyasına modernizmin girdiğini, bu konuda en çok ismi zikredilen şahsiyetin Hindistan’da Seyid Ahmed Han olduğunu ve modernizm şeklinde tarif edilen bir düşünce yapısına sahip olduğunu anlatan Dr.Şevket Kotan, Pakistan-Hindistan bölgesinde ise, rahmetli Mevdudi’nin temsil ettiği bir fikir yapısının da bulunmakta olduğunu ve dolayısıyla bu iki fikir taraftarları arasında ciddi bir çatışmanın söz konusu olduğunu belirtti. Bu çatışmalar içerisinde merhum Fazlurrahman’ın da bulunduğunu ve kendisinin Modernizm’i temsil eden bir fikir yapısına sahip olduğunu aktaran Kotan, bunu kendisine yakıştırılan bir şey olmadığını bizatihi kendisinin kitabında “Benim projemin ismi Neo-Modernizm’dir” şeklinde yazdığını ifade etti.
Fazlurrahman çalışmalarını Amerika’da geliştirdi
Modernizme karşı yapılan şiddetli eleştiriler neticesinde Fazlurrahman’ın Pakistan’da tutunamadığını ve Amerika’ya gittiğini dile getiren Kotan, orada Ford Vakfı’nın desteklediği bir projede çalıştığını ve Kur’an’ın tarihselliği üzerine ciddi yayınlar yapmış olduğunu anlattı ve “Türkiye’ye gelen ‘Kur’an’ın tarihselliği’ fikirinin orijini de Fazlurrahman’a aittir. Türkiye’de tarihselcilik Fazlurrahman tarihselciliğidir çok önemli oranda.” tespitinde bulundu.
“Tarihselcilik dediğimiz, Kur’an’ın tarihselliği fikriyatının tek bir formu yok, şahıslara göre, düşünce adamlarına göre, alimlere göre farklılıklar arzetmekte olduğunun” altını çizen Kotan, rahmetli Garaudy’nin de tarihselci fikirler taşıdığını, Mısır’da felsefeci Hasan Hanefi’nin de tarihselciliğin temsilcilerinden sayıldığını ancak onun tarihselciliğinin Fazlurrahman’ın tarihselciliğinden tamamen farklı olduğunu, Türkiye İslami kamuoyunun tanıdığı Muhammed Arkun isimli düşünce adamının tarihsellik düşüncesinin de tamamen farklı olduğunu belirtti. Kotan, “Türkiye’de bu düşünce daha çok Fazlurrahman tarihselciliği temelinde yeşerdiğinden dolayı, biz daha çok Fazlurrahman düşüncesi üzerinde durmuş olacağız. Son dönem Türkiye’deki bu düşüncenin taraftarı olan hocalarımızın bazılarının kendilerine özgü tarihselci düşünceleri vardır. Mesela bunlardan hemen ismi akla gelmesi gerekenlerden biri de Mustafa Öztürk hocadır.” Kendisinin düşüncelerine önemli oranda katılmadığını belirten Kotan, bununla birlikte üzerinde önemle durulması gereken düşünceleri de olduğunu savundu.
Atom altı fiziğin keşfi ve ‘Görececilik’
Tarihsellik meselesinin nereden geldiği konusunda ise Şevket Kotan, Kilise’ye karşı insanın aklını ve rolünü öne çıkaran rönesans ve reformun ortaya çıkardığı protestan düşünce yapısının etkili olduğunu, fakat 1800’lü yıllara gelindiğinde Rousseau gibi filozofların, bu düşüncenin değerlerde, ahlakta tahribata yol açtığını söyleyerek eleştirmeye başladıklarını belirtti. Kotan, aklın ve bilimin tanrı mesabesine konulduğu bu dönemin sorgulanmaya başladığını ve yeni bir düşünce akımının ortaya çıktığını, bu sürecin de 300 senedir, halen devam eden bir etkinlik olarak batı dünyasında varlığını koruduğunu belirtti.
Bu arada önemli bir olay meydana geldiğini hatırlatan Kotan bu hadisenin de insanın varlığa bakış açısını temelden değiştirdiğini, atom altı quantum fiziğinin keşfedilmesi olduğunu anlattı. Kotan “Bundan önce ‘varlık’ sabit bir şey olarak algılanırken, kuantum fiziği ile birlikte varlığın aslında göründüğü gibi olmadığını, varlığın bir değişim-dönüşüm yapısına sahip olduğuna ilişkin bir düşünce ortaya çıkıyor. Atom bombası da buradan çıkmıştır.” dedi.
Atom bombasını yapan Einstein’ın da kitaplarımızda izafiyetçi alim olarak anıldığını belirten Kotan, izafiyet’in ‘görececilik’ olduğunu, bunun manasını da şöyle aktardı: “İnsanoğlu olarak bizim, aslında gördüğümüz şey bize ait bir şeydir. Bizim emin olarak gördüğümüz her şey bütün insanları bağlayan mutlak manada doğru bir şey değildir. Bu bize ait bir şeydir. Her insanın gördüğü şey aslında kendisine ait bir şeydir. Atom altı fiziğin keşfi ile şu ortaya çıkmış oldu: İnsanoğluyla, kendisi dışındaki varlık arasında zamansal bir mesafe vardır. Biz daima varlığı ancak ve ancak zaman penceresinden görebiliyoruz, bunu görmüş olduk.”
Böylece, sabit varlık fikrinden hareketli varlık fikrine geçildiğini belirten Kotan, bu da insanoğlunun sahip olduğu bütün düşüncelerin görececiliği sonucunu ortaya çıkardığını kaydetti ve şöyle dedi: “Bununla birlikte batı dünyasında, bilimsel bu desteği de alarak; akla, akılcılığa, aydınlanma dönemine karşı, aklın tanrı mesabesinde görülmesine karşı ciddi bir itiraz yükselmiş oldu ve insanın tarihselliği gündeme geldi.”
Tarihselci düşünce, hükümlerin değişmesini gerektiriyor
İnsanın tarihselliği ve Kur’an’ın tarihselliğinin savunulduğunu anlatan Dr. Şevket Kotan, tarihselciliğin somutlaşan söylemlerini ise şöyle anlattı: “Tarihsellikteki ‘görececilik’ İslam dünyasındaki modernist düşüncelere felsefi bir imkan tanıdı. Nasıl bir imkan? ‘Hiçbir şey katı değildir, katı olan her şey erir!’ Yani Kur’an’ı Kerim’in nazil olduğu bir tarih vardır, tarihsel bir ortam vardır. O günün ahlakı, o günün değerleri, o günün ilişki biçimleri, o günün hukuku, o günün temayülleri ve sair. Dolayısıyla Kur’an’ı Kerim bu temayüllere, bu tarihsel ortama uygun olarak nazil olmuş, o günün tarihinde adaleti gerçekleştiren, en yüce değerleri vaz eden bir kitap olmakla birlikte, fakat tarih daima değişen bir şey olduğundan dolayı, biz bu Kur’an’ın nazil olduğu tarihte, nazil olmuş değerler -öncelikle ahkam sonra da bazı başka şeyleri- o günün tarihi çerçevesinde el almamız gerekiyor. Ve mesela, Fazlurrahman’ın ifadesiyle söylüyorum, Türkiye’deki tarihselciliğin alt zeminini oluşturan Fazlurrahman’ın tarihselciliği diliyle söylüyorum, diyor ki mesela kadın mirasta neden yarım pay alsın, erkeğe göre neden iki kadın bir erkek şahit olsun, mesela riba dediğimiz şey Kur’an’ı Kerim’in yasaklamış olduğu bir şey diyor, modern gelişimci ekonomiye göre yeniden düşünülmesi gerekiyor, yeniden değerlendirilmesi neden gerekmesin, çünkü o günün ticari ilişkileri o günde kalmış bir şeydir, fakat bugünün modern dünyasında, globalleşen bu dünyada ilişkiler tamamen değişmiş durumda, iktisadi temeller ve sair değişmiş oluyor, dolayısıyla ribanın yeniden gözden geçirilmesi lazım. Bunun gibi mesela Kur’an’ı Kerim’deki kısas hükmü, el kesme cezası gibi her şeyin aslında o günün dünyasında geçerli olan üst değerler olduğunu, bunların o günün dünyasında adaleti temin edici şeyler olduğunu, fakat bugünün dünyasında bunların değişmesi gerektiğini söylüyor. Bunların değişmesi lazım diyor.
Bu şu demektir: İslam hukuku tamamen değişiyor demektir. İslam hukuk algısı, İslam hukuku dediğimiz, İslam fıkhı dediğimiz şeyin tamamen değişmesi manasına geliyor.”
Yeni hükümler ihdası
Kitabında yer alan “Fazlurrahman’ın ictihad teorisi” başlıklı kendi makalesine de atıf yapan Şevket Kotan, “Fazlurrahman 1400 senelik İslami ictihad geleneğini tamamen değiştiriyor, bir tarafa koyuyor ve yeni bir ictihad sistemi ortaya koyuyor” dedi. Fazlurrahman’ın, “Hükmün kendisini değil, gerçekleştirmek istediği mesajı bulup, o mesajı gerçekleştirecek, bugünün dünyasında yeni hükümler ihdas etmek istediğini” belirtti.
Kotan, “Halbuki bizim geleneksel ictihad usulümüze göre ise Kitab’ın her ayeti tek başına delildir, delil olarak kullanılabilir. Hükümler külli ve ebedidir. Bizim fıkıh usulümüzde hükümler, külli ve ebedidir. Kur’an ayetleri de sahih naslardır. Yani bunların sıhhati konusunda, Kur’an korunmuş bir kitap olarak, bunların sıhhati konusunda hiçbir şüphe yoktur. Dolayısıyla kuşku da olmadığına, Allah’ın kelamı olmadığına ilişkin bir kuşku da bulunmadığına göre, o halde bu naslar külli ve ebedidir. Tek başına delildirler, şer’i delildirler. Fazlurrahman’da ise bunlar şer’i delil değil, bunlar bağlayıcı şer’i delil değildir, bunlar örnek şer’i delillerdir. Bugünün dünyasında bu şer’i delillerin gerçekleştirmiş oldukları manayı, maksadı temin edecek bizim kendimizin üretmemiz gerekiyor yeni delilleri. Dolayısıyla burada ‘kitap’ algısı tamamen değişiyor. Hükümleri ve söyledikleri külli ve ebedi olan bir kitap yerine şimdi tarihsel bir kitap vardır, örnek alacağımız bir kitap vardır! Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’si gibi, Kutadgubilig gibi… Örnek bir kitap, ders alacağımız, ibret alacağımız, yol bulmak için bize yardımcı olacak bir kitap.” dedi.
İslami geleneğe göre ictihadın nasıl yapıldığını, hadis ve sünnetin yerini değerlendiren Kotan, Fazlurrahman’a göre ise bunun böyle olmadığını belirterek şöyle dedi:
“Peygamber, aynen Kur’an’ı Kerim’de olduğu gibi, uygulamalarıyla aslında örnek çözümler ortaya koyuyordu. İmam Malik zamanında, bunu da örnek göstererek Medine fıkhı diye, Medine’nin sünnet anlayışını kendi yorumuyla gündeme getirerek diyor ki sünnet şudur -yaşayan sünnet, dinamik sünnet diyor buna- efendim burada bir sorun var ve bu işin ilgilileri şuradaki cemaatse bu cemaate göre doğru olan sünnettir. Nitekim Hz.Peygamber zamanında bir sorun ortaya çıktığında Hz.Peygamber ve arkadaşları istişare ediyorlardı. Sahabe döneminde sahabe istişare ediyordu diyor. Bir sorun ortaya çıktığında diyor bu cemaatin yani müslüman cemaatin uygun gördüğü şeydir sünnet diyor. Bu yaşayan sünnettir diyor. Bunun yaklaşık olarak manası şudur: Efendim İslam ümmeti bir sorunla tarihin herhangi bir döneminde karşılaştığı zaman, bu sorunu İslami mesajlar doğrultusunda ona nasıl bir çözüm getiriyorsa, getirdiği çözüm neyse dolayısıyla sünnet de budur. Yani, sünnetin, hadislerin uygulamaları her biri şer’i bir delil olmaktan çıkıyor böylece.”
Kotan, icma-ı ümmet ve kıyasın da Fazlurrahman düşüncesinde yeri olmadığını vurguladı.
‘Allah’ tasavvuru ‘tarihsel’ olabilir mi?!
Türkiye’deki tarihselciliğin serencamı üzerine ise Kur’an, Yorum ve Tarih kitabının giriş bölümünde geniş bir şekilde ve kaynaklara dayanarak anlattığını belirten Şevket Kotan, şöyle devam etti:
“Daha önce Modernizmin talebi, aslında İslami hükümlerin evrensel olamayacağına yönelikti. Yani, külli ve ebedi olmayacağına yönelikti. Modernizmin talebi buydu. Bizim İslam modernistlerinin de talep ettikleri şey buydu. Fazlurrahman da önemli oranda zaten bu noktada duruyor. Fakat bizim yeni tarihselciler bunu biraz daha çerçeveyi genişlettiler. Çünkü başka etkiler de vardı, Mısır’da Hasan Hanefi, tarihselci fikirleri ile İslam dünyasında maruf olan bu zat diyor ki, ‘Allah düşüncesi de tarihseldir’ diyor. Mesela ‘Filistinli için Allah düşüncesi özgürlüktür, Afrikalı için Allah ekmektir’ diyor, ‘Kimin bu dünyada ne ihtiyacı varsa o ihtiyacı temin eden bir ilah formunda tasavvur edilir’ diyor. ‘Tarihsel olarak Allah tasavvuru da aslında tarihsel olarak oluşur’ diyor.” Kotan bu kişinin fikirlerinin de Türkiye’de tarihselcileri etkilediğini belirtti.
Tarihselcilerin, kendilerini İslam geleneği içerisinde, bilim tarihi içerisinde bir meşruiyet zemini elde edebilmek için bazı İslami uygulamaları referans kaynağı olarak aldıklarını kaydeden Şevket Kotan, “İlk olarak Hz. Peygamberin aslında sabit, kıyamete kadar geçerli hükümler değil, örnek hükümler koyduğuna ilişkin açıklamadır; ikinci aşamadaki örnek Hz.Ömer’in bazı uygulamalarıdır” dedi. Kotan, daha sonraki örneklerinin ise, İmam Malik’in fıkhının böyle bir fıkıh olduğunu Fazlurrahman’ın ileri sürdüğünü, tarihselcilerin de bunu örnek olarak gösterdiklerini; daha sonra kendilerine temellendirme olarak getirdikleri bir diğer ismin ise Endülüs’lü fıkıh usulü alimi İmam Şatıbi olduğunu kaydetti. İmam Şafii ile başlayan usul çalışmasının İmam Şatıbi ile zirve noktasına ulaştığını belirten Kotan, “onun eseri el-Muvafakat acizane bana göre İslam bilim tarihi içerisinde yazılmış en önemli kitaptır” dedi. “Usul” başka bir şeydir diyen Kotan, “usul, bütün ilimlerin temelinde olan şeydir, o işin felsefesidir, İmam Şatıbi’nin eserinde bulunmaktadır” dedi.
Hz.Ömer de, İmam Şatıbi de tarihsellikle izah edilemez!
“Oradaki bazı ifadeleri, tarihselci düşünceye mensup şahsiyetler, İmam Şatıbi’nin bazı düşüncelerini ifadelerini alıp kullanıyorlar, diyorlar ki ‘bak Şatıbi de böyle düşünüyordu’.” diyen Şevket Kotan bu yaklaşımı tenkid ederek, Şatıbi’nin “Hükümler külli ve ebedidir” sözünü hatırlattı ve tarihselcilerin tabir yerindeyse ‘istihdam ettikleri’ Şatıbi’nin, kendi ihtiyaçları doğrultusunda ürettikleri bir Şatıbi olduğunu söyledi. Kotan, “Şatıbi, İslam geleneği içerisinde önemli bir yeri olan bir şahsiyettir, tarihsellikle izah edilebilecek bir şahsiyet değildir” dedi.
Hz.Ömer’in uygulamalarına ilişkin olarak da, fıkıh hocası Prof.Dr. Saffet Köse’nin makalesini öneren konuşmacı, “Hz.Ömer’in aslında İslam hukukunda, İslam fıkhı usulünde olan bir şeyi söylemiş oluyor. Ya da Hz.Ömer’in uygulamaları aslında, İslam fıkhı usulü içerisinde bir ölçü oluyor zaten. O da şudur: Bir hüküm menatını kaybedince, yani uygulama alanını kaybedince, o hüküm uygulanmaz. Bizim İslam fıkhı usulü buna müsaittir, bu esnekliğe sahiptir. Yani bir hükmün uygulanabilmesi için, o hükmün uygulanma şartlarının oluşmuş olması lazım. Eğer o şartlar oluşmamışsa ya da oluşmuş da sonradan değişmişse bu hükümler uygulanmaz. Cezai hükümler için de böyledir, diğer hükümler için de böyledir.” dedi ve şöyle devam etti:
“İslam geleneğinin, yani Hz.Ömer’in uygulamasını, Şatıbi’nin usulünü, İmam Malik’in uygulamalarını getirip tarihselciliğin hanesine niye yazıyorsun ki, bunlar bizim geleneğimizdir. Bizim geleneğimiz zaten Hz.Ömer üzerine şekilleniyor, İmam Malik, Ebu Hanife üzerine şekilleniyor, Şatıbi, Karafi, İmam Gazali üzerine şekilleniyor zaten fıkıh usulü olarak. Şimdi burada bir dalga yakalamışlar, İslam bilim tarihi içerisindeki artıları alıyorlar alıyorlar tarihselliğin hanesine yazıyorlar. Dolayısıyla ümmetin kurtuluşu tarihsellik! Tabi burada haklı oldukları bir nokta da var; o da ne biliyor musunuz? Zaman içerisinde biz de Şatıbi’den uzaklaşmışız ya, ümmet olarak topyekün, Şatıbi’nin usulünden, Hz.Ömer’in o bakış açısından zaten uzaklaşmışız biz de. Bizim bu uzaklaşmış olmaklığımızı bir zemin olarak kullanarak bunun değişmesi gerektiğini söylüyorlar. Burada ince bir şey var, eğer değişmesi gereken çağdaş durumumuz ise, tabii ki değişmesi gerekiyor.
Yengem biliyor, rahmetli Ercümend Özkan da bunları söylüyordu zaten kısmen, bu konuyla ilgili. Eğer değişmesi gereken çağdaş durumumuzsa, yani Müslümanlar 1400 senelik süre içerisinde Hz.Ömer’den, İmam Şatıbi’den, Gazali’den, Ebu Hanife’nin fıkhından, fıkıh nosyonundan, bakış açısından uzaklaşmış. Yani gittikçe sığlaşıyoruz, gittikçe ‘popüler İslam’ dediğimiz ‘halk İslamı’ mahalle baskısı uygulayarak ‘ilmi İslam’a, ‘akademik İslam’a’ egemen oluyor, bu süreci de tabii ki yaşıyoruz. Dolayısıyla burada eğer bugünün dünyasının İslam anlayışıysa sahihlik problemi açısından, tabii ki değişmesi gerekiyor ve tarihselci hocalarımızın -Fazlurrahman başta olmak üzere- bu meyanda söyledikleri şeyler de doğrudur ve faydalıdır, bizim kanaatimize göre. Ama eğer bunun için, bizim İslam geleneğimiz içerisinde var olan doğru şeyleri götürüp tarihselciliğin hanesine yazacaksak bu da yanlıştır. O zaman denir ki, tamam eğer kurtarıcı Hz.Ömer’in feraseti ise, yani onun uygulaması, bakış açısı ise onu yakalamamız gerekiyor. Şimdi felsefi olarak tarihselciliği inceleyen birisi olarak, bunu yakaladığımız tarihte, gerçekten İslam ümmeti sorunlarını çözebilir mi? Tabii ki çözebilir. Çünkü, bakın bir şey söyledim, İslam fıkhı ilahi olduğu kadar beşeri bir fıkıhtır, bir hukuktur yani. Dolayısıyla önemli olan; yetkin, yetişmiş Müslümanların olması lazım.”
Müslüman ümmet bir eksiğini keşfetti
Müslüman ümmetin merhum Ebus Suud zamanından itibaren bir eksiğini farketmeye başladığını kaydeden Dr. Şevket Kotan, bu eksiği ise şöyle dile getirdi: “Alim, zaman içerisinde, diyelim Ebu Hanife hayatın içerisindeki adamdır, İmam Malik hayatın içerisinde adamdır, İmam Şafii hayatın içerisindeki adamdır aynı zamanda. Hz.Peygamber mesela nasıl bir insandı? Bakın Hz.Peygamber, Medine’de olduğu her gün, gününün belli bir kısmını Medine pazarında geçiren bir insandır. Savaşan bir insandır, bizatihi harbe giden bir insandır. Yani hayatın içerisindedir. Bizim bugünkü dünyada akademik camia gibi sadece fakülte odalarında gömülüp kalan, hayattan uzak kalmış bir insan kitlesinden bahsetmiyoruz. Hayatın içerisindeki bir insandır. Bizim bugünün dünyasında aslında muhtaç olduğumuz şey parlak fikirler değil, hayatın içinden gelen yetişmiş insanlar bizim sorunumuzu çözebilir.”
Evrenselcilik de sorunlu bir ifade tarzı
“Son sözüm şu olsun” diyen Şevket Kotan şöyle konuştu:
“Bizim bugünün dünyasında tarihselciler, tarihselci olmayan diğer düşünce sahiplerini evrenselciler olarak kategorize ediyorlar. Bu evrenselcilik kategorisine kimler girer, tabi girenler olabilir, ama İslam’ın geçmiş uygulaması evrenselci bir uygulama değildir; gerçekçi, realist bir uygulamadır. Çünkü, tarihselcilik kadar felsefi olarak evrenselcilik de sorunlu bir ifade tarzıdır. Dolayısıyla biz Müslüman olarak kendimizi evrenselci olarak tanımlamıyoruz.”
“İnsanın tarihselliği bilincine, insanın kendisinin tarihsel bir varlık olduğu bilincine sahip insanlar, insanoğlunun daima anlamayla ilgili, kavramayla ilgili bazı bariyerleri olduğu bilincinde olup, bu bilinçle bu bariyerlerle mücadele eder. Dolayısıyla hakikatın bir kısmına vakıf olabileceğini, sahip olduğu hakikat düşüncesinin kendisine ait subjektif bir düşünce olduğunun bilincinde olur. Ama tarihselciler, genel olarak Müslümanları evrenselciler olarak itham ederlerken, aslında metinleri tarihsel olarak, mesela Kur’an metnini tarihsel olarak gördükleri halde, kendilerini tarihsel bir varlık olarak görmediklerinden dolayı gerçek evrenselciler, tarih üstü kategori odur aslında. Dolayısıyla tarihselcilik düşüncesi, pozitivist aydınlanmacı diye mahkum edilen bu düşünce sistemine bağlı bir damar olarak, aslında insanoğlunu tarih üstü evrensel bir kategori olma görme hastalığı ile malüldür. Dolayısıyla tarihselciler, çok paradoksal olarak, genel İslami düşünceyi evrenselcilikle itham ederlerken, Kur’an okumalarında evrenselci bakış açısına sahip olmakla itham ederlerken ama aslında kendileri evrenselcilerdir. Çünkü kendilerine evrensel bir kategori felsefi olarak -biz tartışmasını böyle yapıyoruz- kendilerini evrensel yani tarih üstü olarak, her şeyi mutlak manada doğru olarak tespit edebilecekleri, vakıf olabilecekleri iyimser düşüncesine sahiptirler. Nitekim Fazlurrahman şöyle diyor: İslam tarihi, Hz.Peygamber dönemi nesnel olarak, yani nasıl cereyan ettiyse, olduğu gibi, bütün boyutlarıyla kavranabilir, diyor.
Halbuki batıda süren bu tartışmada, bu felsefeyle ilgili, akılla ilgili, insanın mahiyetiyle ilgili tartışmalar, bunun bir vehimden ibaret olduğunu ortaya koyuyor aslında. Dolayısıyla biz İslam tarihine vakıf olabiliriz, vakıf olmak için büyük çaba sarf etmemiz gerekiyor ama aynı zamanda nesnel olarak, yani bunun mümkün olmadığı bilincine de sahip olmamız lazım. Çünkü biz tarihsel bir kategoriyiz insan olarak, yani tarih üstü bir kategori değiliz, tarih üstü bir varlık değiliz. Tarih üstü varlık olmak yüce Allah’a mahsus bir şeydir.”
Şevket Kotan “Hepinize teşekkür ediyorum. Sürçü lisan ettiysek affola…” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Dinleyicilerden gelen soruların cevaplanmasının ardından program sona erdi.
İktibas Dergisi.com