İnsanlık tarihinde hiç unutulmayan belgeler, dönüm noktaları, tarihe düşülen notlar ve insanlığın gidişatını değiştiren bazı müdahaleler vardır. Bu kırılma ve köklü değişimlerin kronolojik bir sıralamasını yapacak değiliz bu yazımızda. Amacımız tarihten örneklerle Müslüman zihin dünyasına bir kapı aralamak ve inandığımız hedefe varabilmek için çalışmamıza temel oluşturmak. Bundan dolayı tarihî bazı gelişmeleri hatırlatmak istedik. İnsanlık tarihine yapılan bu müdahaleler insanlar tarafından beşeri gibi gözükse de ilahi iradeyi görmezden gelmek imkansız ve anlamsızdır. Ama bu bakış açısı yani ilahi iradeyi hesaba katarak tarihe bakmak, ibret alıp ders çıkarmak, sadece aklıselim bir zihin için geçerli. Yani tarih dediğimiz yaşanmışlık insanoğlu için çok sert değişimlere, dönüşümlere, inkılaplara ve devrimlere sahne olmuş bir ayna gibidir. Tarih bu minvalde bir ibret vesikası olmakla beraber gören gözler için hakikati hatırlatacak bir aynadır da.
Bu anlamda Kur’an bize tarihten bizim bilmediğimiz bazı olay ve hadiseleri vaaz eder. Mesela Adem ve Havva’nın yasak meyveden yemesi ve cennetten çıkarılmaları insanlık tarihi açısından bir dönüm noktası. Çünkü burada artık bir kırılma var ve artık Adem ve nesli dünya hayatına yeni bir başlangıç yapmıştır. Ve bundan sonraki hayatında yeni bir bilinç ve yeni bir sorumluluk yüklenecek. Yine insanlığın ikinci atası sayılan Nuh (as)’ı örnek verecek olursak; ilahi bir tufan sonucu inkârcı kavmi terk edip az sayıdaki mümin insanla beraber yeni bir hayata yelken açması insanlık için yeni bir sayfa açılması anlamına gelir ki, bu tufan tarihin dönüm noktası diyebileceğimiz büyük bir hadisedir. Musa (as)’ın İsrailoğullarını denizden geçirip firavun ve askerlerinin suda boğulması İsrailoğulları için tam bir dönüm noktası. Düne kadar çektikleri acılar ve hayatlarına hükmeden Firavun bugün yok artık, bu ani değişim İsrailoğulları için tarihin tam bir kırılma anı.
Muhammed (sav)’in vahiyle şereflenip İslam’la hicret edişi de dünya tarihinin kırılma noktası. Çünkü karanlığa bürünen yeryüzü tekrar ilahi nurla aydınlanmaya başlamış, ümitler yeşermiş, ameller, eylemler daha bir anlam kazanmış. Ki aslında insanlık aradan bin beş yüz yıl geçmesine rağmen hala bu yeni ve temiz hayatın doğum sancısını çekiyor diyebiliriz. Çünkü bu çok büyük bir kırılma ve tarihin dönüm noktasıydı. Dolayısıyla bu doğum Müslümana huzur kafire ise kuru inadından dolayı huzursuzluk getirdiği için bitmez tükenmez mücadelenin de kapısı aralanmış oldu. Bu iki zıtlık doğası gereği kıyamete kadar kavgalı olacak ve müslümana huzur kafire korku ve huzursuzluk vermeye devam edecektir.
Bu sonuncu örnek, yeryüzünde mazlumların sığınağı kafirlerin ise en büyük düşmanı olan bir hayat tarzının (İslam’ın) insanlığa sunulmuş son halidir. Mazlumları sığınağı olan bu yaşam biçimi (din/İslam) hayatın her alanına müdahil olan ilahi bir projedir. Bu büyük projenin tarihte bazı yansımaları elbette olmuştur. Bunlardan bazılarını hatırlarsak ilk dört halife ve hemen ardından Emeviler, Endülüs Emevi devleti, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar. Birbirini takip eden bu büyük devletler çok ciddi güçlere ulaşmış olmakla beraber yeni bir kırılmaya sebep olan daha çok Fatih’in Kostantine’yi fethetmesiyle 1453’de yaşanmış diyebiliriz. Tabi buraya kadar adını andığımız ve tarihin dönüm noktası diye nitelendirdiğimiz değişimlerin Kur’an kaynaklı olanları yüzde yüz vahiy ürünü ve Hizbullahîdir. Kur’an’ın dışındaki örneklerimiz ise inişli çıkışlı, kavgalı gürültülü ama yine de batı emperyalizmine hiç benzemeyen daha çok doğulu sultanlıklar, padişahlıklar, emirlikler vs. isimler adı altında uzun yıllar hatta asırlarca insanlara hükmetmiş ve tarihe yön vermişlerdir. Biz bunların üzerinde durmayacağız.
Bir de tarihe yön veren ve bugün yeryüzünü kasıp kavuran adına da beşeri ideoloji (din)’ler dediğimiz Batılı akımların tarihe yön vermeleri ve tarihin gidişatına müdahale etmeleri var. Birçok isimle adlandırılan bu akımların topunu bir cümleyle ifade edecek olursak materyalist felsefe akımları olarak isimlendirebiliriz. Bu materyalist felsefenin insanlığa sunduğu fikre münker, taraftarlarına da Kur’anî adıyla hizbuşşeytan (Mücadele:19) diyebiliriz.
Tarihin dönüm noktalarından birkaç örnek de Batıdan verecek olursak, tarihin yazılı kayıtlarına göre dünyanın en uzun imparatorluğu diyebileceğimiz Roma imparatorluğu ve antik Yunan medeniyetini görüyoruz. MÖ 753 yılında kurulan Roma imparatorluğu asırlarca insanlığa hükmettikten sonra miladi 476 yılında son bulmuştur. Uzun asırlar Asya ve Doğu toplumlarının gerisinden gelen Avrupa söz konusu toplumlardan her alanda faydalanmış ve bize göre göreceli de olsa gelişmişlik anlamında öne geçmiştir. Roma devletinin ortadan kalkmasıyla başlayan süreç ve orta çağ bunalımlarının ardından 1789 aydınlanma devrimiyle sancılı, kanlı ve kavgalı da olsa insanlık tamamen Batı tahakkümü altına girmiş. Bu yeni dönemde gerek iletişimde, gerek ulaşımda, gerekse savunma sanayinde akıllara durgunluk verecek teknolojik buluşlar, icatlar üretilmiş ve tüm dünyayı etkisi altına almış. Ki bu buluşların icatların her biri insanlık adına bir daha geriye dönülemeyecek dönüm noktaları niteliğindedir.
Artık dinden, ahlaktan arındırılan ve arındırılmaya çalışılan batı düşüncesiyle beraber tüm insanlık yeni bir döneme girmiştir. Bu dönemin diğer bir adı ise maddeci, makineci tanrı tanımaz, kapitalist, seküler ve modern değerlerin neşvünema bulduğu hayatın toplamıydı. Tarihin dönüm noktası diyebileceğimiz bu yeni dönem, sömürü, ulus devlet mantığı, kavmiyetçi, işgalci ve ekonomik güç üzerine inşa edilmiştir. Bunun adı emperyalizmden başkası değildi elbette. Bugün insanlık özellikle de Müslümanlar asırlardır süren bu sömürü ideolojisinin baskısı ve zulmü altında inim inim inlerken yeni bir dönüm noktası olacak kurtuluşu bekliyor diyebiliriz.
Son bir yıldır safların netleşmeye başladığı, (gerek ülkeler bazında gerekse toplumsal ve bireysel bazda olsun bu bir hakikattir) dostun düşmanın daha belirgin hale geldiği, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde birileri çok karamsar olsa da Müslümanlar olarak umutlarımız daha bir yeşermekte. Tabi ki burada bir itirazı olanlar şu soruyu sorabilir; “Yaşanan acıları, çekilen çileleri, verilen canları, yıkılan evleri ve sürgün edilen mazlumları görmüyor musun? Buna rağmen nasıl olur da yeşeren ümitten bahsedebiliyorsun?”
Kastettiğimiz tam da burası. Tarihin dönüm noktası dediğimiz hangi olay veya değişim kan ve can vermeden, acı çekmeden kendiliğinden olmuş ki? Küfür cephesi Müslümanlara şehirlerin anahtarlarını altın tepside sunmayacak herhalde? (Irak’ın işgalinde Müslümanlar ABD’ye bunu yapmıştı) Başına gelen o kadar ilahi musibet ve cezaya rağmen Firavun bile bunu yapmadı ve Musa’ya (as) karşı savaşmayı seçti. Bu yüzden Gazze kıyamına hikmetli gözlerle bakmalıyız. Devasa güç ve teknoloji imparatorluğu karşısında kıyam eden bu bir avuç genç tarihin gidişatını değiştirmeye muktedir Allah’ın izniyle. Bu Allah’ın üzerimize yazdığı bir vaadidir aslında. “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları varis kılmak istiyorduk.” (Kasas: 5). Yani Kur’an anlaşılmadan, nübüvvet anlaşılmadan geleceğe olan ümitlerimiz de anlaşılmayacak. Bedir’de Müslümanlar Allah’ın yardımıyla kendilerinin üç katı olan kafirlere kök söktürdü ve galip geldi.
Allah’ın bize olan vadini ve yardımını umarak diyoruz ki İslam ümmetinin ümitleri Gazze’nin yıkıntıları arasında şehitlerin kanlarıyla sulanarak yeşerecek. Ardından yeni bir dönem başlayacak insanlık adına ve bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek. Yaşanan gelişmeler ve küfrün topyekûn ortak paydada birleşmesi bunun açık göstergesi diyebiliriz. İşte bu yeni doğacak hayatın doğum sancıları, çığlıkları Gazze sokaklarında ve yıkıntılar arasından işitiliyor gibi. Hani derler ya “karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığın en yakın olduğu zamandır” diye. İşte Gazze’nin durumu şu an budur. Bu bir hayalse bile bu satırları yazanın hayali bu.
Siz bakmayın çıkarcıların, konfor düşkünlerinin ve ikiyüzlü münafıkların Aksa Tufanı’nı itibarsızlaştırmaya olan gayretlerine, aldanmayın onların kuru gürültülerine. Düşünsenize, Kur’an Ashabı Kehf (mağara arkadaşları) adı altında bir kıssa anlatır bize ve o, genç insanların kıyamından övgüyle bahseder. Bu kıssa üzerinden sormak lazım mezhepçilere, meşrepçilere, konforculara ve laik ekonomistlere; bu gençlerin kıyamı zamansız mıydı? Veya krala karşı aynı oranda güç devşirmek için ömürlerinin sonuna kadar beklemeleri mi gerekiyordu? Hiç kimse Allah’ın hayata her an müdahil olduğunu aklından çıkarmamalı. Dolayısıyla Siyonistlere ve arkasındaki emperyalist işgalci kafirlere karşı bir şey yapılmalıydı, yaşatılmalıydı. Gazze’de yapılan da bundan ötesi değil. Ve sonunda bir gece tufan koptu. Bu tufan tarihin akışını yerel de olsa mutlaka değiştirecektir. Çünkü bu zulüm ilelebet sürmez süremez. Süreç çok ağır ve kasvetli, tahammül etmek gerçekten zor hatta yukarıda kısaca sözünü ettiğimiz ve adına tarihin dönüm noktaları dediğimiz birçok hadise inanın Filistin halkının gördüğü zulüm ve vahşet karşısında tabiri caizse anılmaya bile değmez. Ki Kur’an’dan verdiğimiz örnekleri tenzih ederiz.
Müslümanlar için ümmet bilinci şart. Bu inandığımız Allah’ın üzerimize yazdığı farzlardan birisidir. Onun için diyoruz ki Müslümanların omurgalı bir duruşla kendi kimliklerini hakkıyla temsil etmeleri gerekir. Filistinli kardeşlerinin yanında savaşa katılamıyorlar madem hiç olmazsa maddi, manevi yardımlarını ve dualarını esirgememeleri gerekir. Bakalım tarih Allah’ın izni ile nasıl değişiyor ve dönüşüyor. İşin sonucu bizim Allah ve Rasülü’nün yanında saf tutup kafire karşı dirençli ve şerefli durup tavır almamıza bağlı. (Muhammed: 38). Yok, eğer İslam’a ve Müslümanlara sırt döner de Ashabı Uhdud’un ateşte yanışını seyredenler gibi biz de Gazze’de yaşanan acıları seyredersek Allah korusun bizim yerimiz de ateştir. Onun için Müslümanlar kardeştir düsturuyla hareket edip her şeyimizle Gazze ve Gazzelilerin yanında saf tutmak zorundayız. Bu bir tercih değil bir zorunluluktur. Hatırlayın Tebük savaşından geri kalan birkaç mümini. Nasıl bir yaptırımla karşı karşıya kaldılar. Hatta Allah’ın elçisi onların yüzüne bile bakmadı. Yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmişti, ta ki haklarında vahiy gelinceye kadar. Demek ki müminin seçeneği sadece müminin yanıdır. Kafirden yana saf tutamayacağı gibi onunla dostluk geliştiremez, ilişki kuramaz. Bu bizim inandığımız kitabın bize öğrettiği hikmetlerdir. Kur’an’ı göz ardı eden, görmezden gelen, ama ve fakatlarla dilini eğip büken İslam’ın ve Müslümanların safında değildir, olamaz da.
Diyelim ki yukarıda yaptığımız bütün bu yorumlarımız, öngörülerimiz boşa çıktı Gazze mağlup oldu (Allah korusun) o zaman ne diyeceğiz? Kur’an’ın buna cevabı hazır; “başınıza gelenler kendi ellerinizle kazandıklarınızdır…”(Şura: 30) Bu konuda Uhud savaşı güzel bir örnektir ve İslam tarihini az çok bilenler buradan çıkarılması gereken dersi çok iyi bilirler. Hatırlarsanız savaşın başladığı günlerde ABD’nin başındaki adam İsrail devletini aklamak adına şöyle bir cümle kurmuştu; “orada bir İsrail devleti kurulmamış olsaydı bile onu şimdi biz kurardık” bu cümle kafir de olsa bir ‘dava’ adamının, bir projenin üretebileceği bir cümle. Adamın idealleri ve emperyalist çetelerin yol haritası bu. O halde biz neden bizi cennete götürecek ideallerimizi, hayallerimizi söylemeyelim? Neden biz şeri hükümlerle yönetilen, tüm dünyaya yön veren bir İslam devletini istemekten çekinelim? Hiçbir İslam ülkesinin başındaki lider bunu söylemiyor/söyleyemiyor çünkü şehvetten, şöhretten, korkudan ve dünya hırsından başka bir idealleri yok. Bir kafirin parmak sallamasıyla hepsi kuzu kuzu yerinde oturuyor. Hatta ülkelerinde ayağa kalkmak isteyen halkı olmadık yaptırımlara maruz bırakıyorlar. Bu insanların adı Müslüman olabilir ama yaşam tarzları Karun’la, Firavun’la, Nemrut’la ve Ebu Cehil’le örtüşüyor. Son olarak duamız Mehmet Akif İnan’ın şiirinden bir cümle olsun. “Doğ ey güneş erit taştan adamı ve kurut taşları diken elleri”. Selam ve dua ile.
Selâmun Aleykûm
Emeğine sağlık abim
Teşekkür ederim kardeşim
selamün aleyküm… teşekkürler yazı için, yüreğinize sağlık… ancak yakın tarihten ve gazze ve ilerisi için bir tekrarlanabilirlik umudu olarak İran İslam ınkılabından da bahsetmek iyi olurdu… belki hala eklenebilir…
Aleykümselam Mustafa hocam. Düşünmedim değil işin doğrusu ama kendimce bazı şeyler düşündüm yazıya almadım. Fakat dünya tarihi açısından alınması gerekirdi ve daha adil bir yaklaşım olurdu. Bu eksikliği görüp hatırlattığın için teşekkür ederim.
Savaş devam ettikçe ye’se kapılan biz Müslümanlara tekrardan umut yeşertecek bir yazı oldu.
Kaleminize sağlık..
….bu satırları yazanın hayaline kurban olayım.!?!