“Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir”. Olmamalı da! Tarih her zaman “İftihar edeceğimiz” bir “Mefahir kitabı” da değildir. “Utanmalıyız” da bazan.
Düşünsenize, “Adil Ömer” o gün kız çocuğunu diri diri toprağa gömerken, helvadan puta tapıp, acıkınca yerken, daha sonra bundan neden ve nasıl utanmasın. Mekkelilerin müşrik iken, cahiliye döneminde yaptıkları elbette utançları olacaktır. Her topluluk için tarihlerinde bu tür utançların olması mümkündür. Aynı zamanda aynı toplulukta, hem utanç hem onur vesilesi işler de olmuştur. Yakın tarihimizdeki, siyasi emellerini emperyalistlerin emelleri ile şahsi çıkarlarını kapitalist çetelerin çıkarları ile tevhid eden darbecilerin yaptıkları ortada değil mi!
Doğduğumuz ana babayı, zamanı, toprağı, derimizin rengini, cinsiyetimizi de biz seçmedik.
Firavun sarayında Musalar olduğu gibi, Peygamber evinde “Hain”ler de oldu.
Kerbela bizimkilerin elleri ile gerçekleşen bir ”bela” değil mi idi. Kerbela’nın utancı hâlâ bizi yaralar.
Tarih milletlerin ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir. O zaman yıkılan ve yükselen kavimlerin tarihlerinde bizler için ibret dersleri vardır. Yanlışları bilelim ve tekrarlamayalım, güzellikleri alalım bir ileri noktaya taşıyalım. “İbret dersi” nokta-i nazarından baktığımızda tek bir tarih vardır. O da insanlığın tarihidir. O tarih aynı zamanda “Peygamberler tarihi”dir. O tarih bu anlamda “Siyer”dir. O tarih aynı zamanda Peygamberlerle kralların savaş tarihidir. Hak ile batılın savaşıdır. Peygamberimizin Siyer’i, Siret’i, asrı saadet, 4 Halife dönemi ve İslam tarihi, hepsi “Bizim tarihimiz”dir. Bu anlamda tarih bazan bizim için güzel örnek ve iftihar vesilesi olurken, bazan bizi düşündürmeli, utandırmalı. İftihar ve utanç dengesi kurulmamış bir tarih, saf zihinleri bulandırmak için kurgulanmış bir toplum mühendisliğinden başka bir şey değildir.
Tarih, “Bizden öncekileri” anlatır. İnsan ömründe 3 önemli nokta vardır. Dün, bugün ve yarın. Nereden geliyoruz. Ne durumdayız ve nereye gidiyoruz.
Dün dünde kaldı ama etkileri devam ediyor. Dünün bilgi birikimi ve tecrübelerine muhtacız. Bugünün sorumluğu ve şahidliğimiz, gelecekle ilgili hayalimiz ve tefekkürümüz.
Hayal gerçeğin anasıdır. Bir alan ancak en az 3 nokta ile oluşturulur. Dün, bugün, yarın.
Zaman, mekan ve ben! Zamanın ve mekanın idrak ve sorumluluğuna sahip olan ben, din, akıl ve şahidliğimle nerede duruyorum, ne yapıyorum ya da ne yapmam gerek. Asıl soru bu. Bu yoksa tarih bir malumatfuruşluktan, gelecek tasavvuru ise ham hayalden öte geçemez.
Din, tarih ve geleneği magazinleştirseniz o artık sizin için bir kaynak olmaktan çıkar. Bunları magazinleştirirseniz, bugün ve geleceğinizi aydınlatan fenerleri söndürmüş olursunuz. Dününü karartanlar geleceklerini kaybederler. Hal ise şaşkın, yalnız ve çaresiz bırakır sizi.
Bakın Tv dizilerindeki magazinleştirilen hali ile bundan ibaret bir tarih, din ve sağlık algısı sizi doğru hedeflere yönlendirmez. Onlar kulağa hoş gelen içi boş, ya da karşılıksız çek gibi aldatıcı mutluluk vesilelerinden başka bir şey değildir.
Sultanların tarihi ya övgülerden ibarettir, ya da bir sultan kendi yaptıklarını ya da yapacaklarını meşrulaştırmak için geçmişten bir olayı örnek olarak meşrulaştırmak adına gerçeği saptırabilir. Hadis uyduranlar da öyle yapıyorlardı.
Tarih genel anlamda yönetenlerin tarihidir. Bir Peygamberler tarihi var bir de krallar tarihi. O da pek birbiri ile örtüşmez. Tek tarih bu değil şüphesiz. Her şeyin tarihi var. Siyasi tarih, askeri tarih, tıp tarihi, iktisad tarihi, mimarlık tarihi. Her şey din, tarih, ekonomi, siyaset, felsefe ve eğitimle ilgilidir. Hukuk birçok şeyle ilgilidir.. Düne dair ne varsa o tarihle ilgilidir. Dün dünde kalmaz aslında, dün dediğiniz, bugünün geçmişidir. Yarın dediğiniz şey de öbür günün geçmişi. Hayat, dün, bugün ve gelecek çizgisinde şekilleniyor gibi gözükse de, az önce söylediğim gibi dün sadece bilgi ve tecrübe, yarın bir hayal, bir tasavvur. Gerçek olan tek içinde yaşadığımız an’dır.
Siyaset aynı zamanda yazılı tarihi yazıyor, öğretiyor. Bu noktada her siyasi irade kendini meşrulaştırmak için tarihi maniple etmekten çekinmiyor. Gelecek tasavvurunu da buna göre şekillendiriyor. Yaşanan tarihle yazılan tarih her zaman aynı değil. Anadolu’nun fethi, İstanbul’un fethi, Çanakkale, Kurtuluş savaşı, fark etmiyor. Siyaset tarih yaptığı kadar, hem olumlu, hem de olumsuz anlamda tarih de yazıyor.
Siyaset’in ana gayesi “Maslahat” olmalı. Yani “Sulh etmek”, kriz çözmek. Maalesef bugün adına Siyaset deyin, Politika deyin ne derseniz deyin, o müessesenin başındakilerin yaptığı şey kriz çıkarmaktan başka bir şey değil. “Kontrollü bunalım stratejisi” dedikleri tekniği uyguluyor.
Bana göre “Polis” “Medine”nin karşılığıdır ve Siyasetin etimolojisine göre daha “sahih” bir anlam taşır. Ama bugün işin etimolojisinde değilim. Öte yandan; çok temiz” bir “ıstılah” olan “Maslahat”ın, birilerinin elinde “İdare-i maslahat”a dönüştürülerek nasıl sulandırıldığını biliyoruz, görüyoruz.
Oysa “Maslahat”, “ıslah” temeline dayalı “Sulhetme” sanatının adıdır. İnsanın aklı ile vicdan’ını ve bunun tabii sonucu olarak insanı insanlar ve bunun da tabii sonucu olarak insanı yaratılış gayesi olan fıtratla ve tabiatla barıştırma sanatıdır ki bu yolla biz Allah’la barışalım ve “İslam” olalım, yoksa insan Allah’la savaştadır! Bu hedefe yürürken yaratılış gayesi akıl ve vicdan buluşması ile hayat kazanan ahlak ve bunun tabii sonu olarak hikmet yolculuğu ile imana ulaşmış mutmain, şahidlik görevine aday, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaya aday bir mü’min kimliğine ulaşırız.
Bizi dünyaya çağıran herkes, insanı kadim yolculuğundan döndürmeye çağıran Şeytanın sözcülüğünü üstlenmiş olur bir bakıma. Dünya denilen şey sadece bizim için imtihan vesilesidir. Hakka ulaşmak için bir merdivendir. Sadece rahat, oyun – eğlence yeri değil, çaba, çile, mücahede sabır ve hüzünle yoğrulmuş bir hayat tarzıdır. Siyasi tartışmalara bakıyorum da: Ya bendensiniz ya da değil. Benden değilsen bana düşmansın. Sana para ve makam veriyorsam benden yana olacaksın. Amerika da böyle yapıyor zaten. Sonra bunlardan borç alan bir süre sonra buyruk almaya başlıyor. Daha sonra da oltaya takılan balık yem istemez biliyorsunuz. Amerika’nın ülkelere iktidarlara yaptığını muktedirler de kendi altındakilere yapıyor sanki! Kim kime yapıyorsa aslında kendine yapar. Dün CHP’lilerin bize yaptığını, bugün biz CHP’lilere yapmaya başladık. CHP’lilerin de dün bizim onlara yaptığımızı, onlar da bugün bize yapıyorlar. Bu dünya etme-bulma dünyasıdır. İnsanoğlu böyledir, bazan kendi bindiği gemiyi batırır, bindiği dalı keser, kendi hayat alanlarını yaşanmaz hale getirir.
Gerçek herkes için en iyi olandır. Evet, “Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir. Ders kitabıdır.” Bizden öncekilerin yaşadıkları, katlanmak, mücadele etmek zorunda kaldıkları acı tecrübeler bizim için baht kaynağı olsun diye, selâm ve dua ile.
Akit / Abdurrahman Dilipak