Mısır’da demokrasi adı verilen, insanoğlunun keşfettiği ve son yüzyıllarda bütün dünyayı fesada veren en büyük tağuti sistem tükendi.
Mısır’da Batı medeniyetinin suratındaki makyajı, akıtılan Müslüman kanı temizledi. Maskeleri indirildi; gerçek suratları bütün iğrençliği ile ortaya çıktı.
İnsan hakları, demokrasi, fikir hürriyeti gibi kavramların, sadece toplumları oyalamaya; bilhassa ve bilhassa Müslümanları dinlerinde, akidelerinde, düşüncelerinde kafa ve kalp karışıklığına sürüklemek amacına yönelik gerçek bir ‘dezenformasyon’ olduğu gerçeği, 14 Ağustos sabahı Mısır üzerine doğan güneş kadar açık ve seçik bir biçimde tezahür etti.
Mısır’da, sırf gücü temsil ettiği için mevcut iktidara tabasbus eden sözde ilim camiası ve ‘entelektüel’ adı verilen bir tabakanın gerçekte elbise giydirilmiş kütükten bir farklarının olmadığı ortaya çıktı.
İhvan-ı Müslimîn’in, -benzeri bütün yapılarda olduğu gibi- siyaset yapma talebini tasvip etmiyorum. Bu talebin İslamî/Rabbanî yönteme uygun olmadığını düşünüyorum. Bu düşüncemizi de her zaman seslendirmeye devam edeceğiz. Çünkü bu yöntem, Müslümanları hemen her açıdan değiştirip dönüştürmeye elverişli bir tuzaktır. Müslümanlar bir tağuti sistemi yönetmeye talip olmamalıdırlar. Müslümanlar kanları pahasına, kendilerine ait olmayan, İslam adına lanetlediğimiz kavram ve değerleri yüceltmek sürecine bu siyasî yöntemle dahil olmaktadırlar. Oysa Müslümanların kanı sadece ve sadece Allah yolunda, Allah’ın razı olacağı bir siyasî yol ve yöntem uğrunda akmalıdır.
Bütün bunlara rağmen Mısır’da olanlara kayıtsız kalmak mümkün değildir. Mısırdaki katliam, sırf orada olanları ‘yorumlayarak’ geçiştirilecek bir durum değildir.
Bir ülkenin, gücü şu veya bu şekilde ele geçirmiş rejimi, kendi halkına karşı bu kadar cani olamaz. Bir ordu düşünün ki, öncelikle korumak durumunda olduğu kendi halkından bu kadar nefret edemez. Bu nasıl bir canavarlıktır! Bu katliamı yapan bir yönetim, bu kan ırmağı üzerinde bundan sonrasında nasıl siyaset yapabilir? Halkının karşısına çıkıp, onlara nasıl iş, aş, sağlık, huzur vaat edebilir? Bir insanın general olması, ülke yönetimini elinde bulunduran en yetkili mevkii işgal etmiş olması; silaha başvurmayan, bütün suçu, meydanlarda demokratik bir eylemde bulunmak olan halkının üzerine ölüm yağdırma emrini vermesini nasıl sağlayabilir? “Öldür!” emrini alan emir kulları nasıl bu kadar kolay bir şekilde basarlar tetiğe?
Uygarlığı temsil ettiğine bütün dünyayı inandırmış batı dünyası, Muhammed Mursi’yi Cumhurbaşkanlığından deviren darbenin başından beri suç ortağı olmuştur. ABD, Avrupa Birliği ve NATO, Adeviye meydanında öldürülen insanlara karşı kör, sağır ve dilsizdirler. Konu İsrail olunca, Yahudilik adında bir ırkın değil, Siyonizm adında bir ideolojinin en küçük eleştirisini bile anti-semitizm olarak mahkûm eden ve sahibini adeta insanlık düşmanı ilan edenler, eleştiri değil, kurşunlarla bedenleri delik deşik edilenler Müslümanlar olunca bir tek tüyleri bile kıpırdamamaktadır.
Tabi ki batı öyle de, ‘doğu’ dünyası farklı mı, hayır! Öldürülen şayet Müslüman ise, teferruatlarla ilgilenmeye bugünkü dünyanın vakti yoktur!
Batılı siyasî merciler, entelektüeller, garpzede aydınlar ve batılının gücü karşısında bütün değerlerini peşkeş çeken sözde ilim sahibi diyalogcu vaizler her fırsatta Müslümanların şiddete olan meyillerini işlemektedirler. Ellerindeki iletişim organları vasıtasıyla, Müslümanların şiddete olan düşkünlüklerini bütün dünyanın beynine kazımış durumdalar. Oysa Mısır’da askeri darbeye [batının darbesine] maruz kalan Müslümanlar herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediler. Bilakis kendileri şiddetin en adisine maruz kalmaktalar. Mısır’lı Müslümanlar hangi şiddeti yaptılar? Hangi silahları taşıyorlar? Mısır halkı neden bir türlü batının ‘insan’ tanım kapsamına girememektedir? Ve yıllardır, Müslümanı teröristle, İslam’ı terörizmle özdeş hale getiren batılı efendilerine çanak tutan, “nasıl bu kadar iyi olabildiklerine” kendilerinin de şaştığı garpzede nurluların şimdi çıkıp Mısır, Adeviye meydanı, demokrasi, şiddet, ölme-öldürülme, İslam düşmanlığı, İslam korkusu gibi kelime ve kavramlara dair söyleyecekleri -otoriteye karşı geldikleri dışında!- bir çift sözleri var mıdır? nasıl bu kadar ‘iyi’ olabildiklerini şimdi anlamaya başlamışlar mıdır acaba?
Şunu belirtelim ki, Mısır’da batı kuklası bir cunta yönetimi kesin bir şekilde kaybetmiştir. 14 Ağustos 2013 tarihi, bunların bitiş süreçlerinin başlangıcıdır. Ellerinden kan damlayan bir kadronun, ellerini yıkamadan halkını yönetmeyi(!) sürdürmesi mümkün değildir. Bu cinayet lekesi alınlarından hiç çıkmayacaktır.
Mısır’a kör-sağır-dilsiz kesilen bütün bir dünya da bu ikiyüzlülüğün vebalini hayat boyunca alnında taşıyacaktır.
Müslümanlar olarak bizlerin de elbette alacağımız çok dersler bulunmaktadır. Bu dersler üzerinde ise bilahare durmamız daha isabetli olacaktır.
Not: Mısır’da öldürülen Müslümanlara Allah’tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına sabırlar, metanet ve sabır diliyorum.