Geçen hafta “Pazara okursunuz” dediğim bu yazıyı aslında iki gün önce yazmam lâzımdı ama eskilerin revnaklı tâbirleri ile “nevâzil-i kesîfe-i kesîre-i keşîde-i cedîde”, yani şiddetli mi şiddetli bir soğuk algınlığı oturup yazacak derman bırakmadı…
Meseleyi hatırlatayım: Türk Tarih Kurumu 2014’te Sultan Vahideddin ile alâkalı ve “film” olduğu iddia edilen “Ayrılış” isimli 13 dakikalık bir garabet çevirtmiş, her tarafından lime lime dökülen bu sefalete tam tamına 295 bin lira ödemişti. Aradan beş sene geçtikten sonra film hakkında tekrar bir tartışma başladı ve Tarih Kurumu’nun bu filmi Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a Sultan Vahideddin’in gönderdiğini ispata çalışmak maksadıyla yaptırttığı iddia edildi.
Geçen gün bu konudan bahsettim, aslında “Ayrılık” ismi verilen ama “film” bile denmeyecek 13 dakikalık bu evlere şenlik zırvalıkta geçen Mustafa Kemal Paşa ile Vahideddin arasındaki konuşmaların Paşa’nın hatıralarından alındığını, yani doğru olduğunu söyledim. Filmden “Millî Mücadele’yi ben başlattım” gibisinden Sultan Vahideddin’e mâledilebilecek intibaını hissetmediğimi; asıl tartışılması gerekenin Tarih Kurumu’nun İş Bankası’ndan her sene Atatürk’ün vasiyeti sayesinde aldığı dünya kadar parayı beceriksiz, basiretsiz ve zevksiz eş-dost şirketlerine saçabilmesi meselesi olduğunu yazdım.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a padişah tarafından “memleketi kurtarması” maksadı ile mi gönderildiğini, yani Millî Mücadele’yi Sultan Vahideddin’in mi başlattığı meselesini bu yazıya bırakmıştım…
VAHİDEDDİN GÖNDERDİ AMA NEDEN?
Paşa, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a Sultan Vahideddin’in imzaladığı ve 30 Nisan 1919 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan “İrade-i Seniye”, yani padişah emri ile gitti…
Ama, bu irade, Sultan Vahideddin’in Mustafa Kemal Paşa’ya “Samsun’a git, silâhlı bir mücadele başlat ve memleketi kurtar” emrini verdiği mânâsına gelmez.
Vahideddin’in 30 Nisan 1919’daki tayin emrini imzalaması iki sebebe dayanır:
– Samsun ve havalisinde asayişi temin edip müttefiklerin Mondoros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak güvenlik gerekçesiyle Samsun’u, öteki şehirleri ve daha da ileri giderek İstanbul’u işgallerini önlemek,
– Görev yerinde kendi başına harekete geçerek bölgenin işgaline karşı silâhlı bir mukavemet oluşturacağından emin olduğu Mustafa Kemal’in gücünü yeri geldiği zaman kullanmak ve bilhassa barış masasına arkasında bu gücün varlığını hissettirerek oturmak.
Zaten sadece Mustafa Kemal Paşa değil, Anadolu’ya aynı günlerde “ordu müfettişi” olarak gönderilen diğer paşaların yollanma gerekçeleri de budur; yani Türkiye’nin aleyhine olacağı kat’î şekilde bilinen barış anlaşmasının öncesinde bir mukavemet kuvvetine sahip bulunabilmek!
KENDİ DE SÖYLEMEDİ, AİLESİ DE!
Sultan Vahideddin’in 1990’lara kadar gelebilmiş olan özel evrakının tamamı şimdi hiçbiri hayatta bulunmayan torunları tarafından senelerce önce bana verilmişti ve bu belgelerin tamamı tek tek elimden geçti. Bir kısmını “Şahbaba”da kullandım, işleri bitenleri içlerinde ailevî yazışmalar da bulunduğu için “açılmamaları” şartıyla resmî bir arşive bağışladım, az bir kısmı hâlâ bende bulunuyor ve onları da bir-iki sene sonra aynı resmî arşive vereceğim.
Padişahın, herbirini teker teker okuduğum belgelerinde “Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadele’yi başlatması için Samsun’a ben gönderdim” şeklinde yahut o mânâya gelecek ve açık şekilde söylenmiş hiçbir ifadesi yoktur! Vahideddin, sadece, vefatından kısa bir müddet önce San Remo’da yazdırdığı hatıralarında “İstanbul düşman süngüleri altındayken Mustafa Kemal Paşa’yı Yunanlılar’ın üzerine gönderme kararını almak gibi kutsal bir mutluluğun zevkini tattım” ve “İşgalci Yunanlılar’a karşılık vermek için mümkün ve gizli vasıtaları kullanarak Anadolu’ya memur eylediğim yaverim Mustafa Kemal” demektedir ama bu sözleri de “Millî Mücadele’yi ben başlattım” mânâsına gelmez…
Zaten, Sultan Vahideddin’in hemen hepsini yakinen tanıdığım, senelerce önce Şahbaba’yı yazdığım günlerde unutulmaz yardımlarını gördüğüm ve vefatlarına kadar çok yakın olduğum rahmetli torunları da aynı şekilde düşünür; “Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a Şahbabamız göndermişti. Başka hususları da mutlaka konuşup kararlaştırmışlardı ama Şahbabamız’ın ‘Git de Anadolu’da bir Millî Mücadele başlat’ emrini vermesi mümkün değildi; böyle bir şeyi aile içerisinde de hiç işitmedik” derlerdi…
Hem “asalet”, hem de “ayağını yere basmak”, işte budur!
İFRAT VE TEFRİT MERAKI…
Türkiye’de, Sultan Vahideddin’in bahsinin her geçişinde konu hâlâ “Hain mi, vatansever mi?” tartışmasına dönüveriyor!
Bir devlet adamının tarihteki rolünün bu kadar sene sonra böyle tartışılmasının örneğine başka memleketlerde pek rastlayamazsınız. Devletlerin ve milletlerin kaderinde felâketler getiren kararların alındığı devirler o memleketin siyasetçisinin, aydınının ve halkının nezdinde artık kapanmış ve yaşananlar tarihe intikal etmiştir.
Sultan Vahideddin hain yahut kahraman değildi; çaresiz, sözü sadece Bebek ile Aksaray arasında geçen güçsüz ve talihsiz bir hükümdardı, hepsi bu..
Türkiye, Vahideddin’in tahta çıktığı 1918’in 4 Temmuz’undan dört sene önce girdiği savaşın daha ilk senelerinde Çanakkale’den başka hemen her yerde mağlûp olmuştu ve 30 Ekim 1918’de imzalanan teslimiyet anlaşması, yani Mondoros Mütarekesi de çoktandır beklenen bir netice idi…
Vahideddin, mektuplarında ve hatıralarında bütün çabasının “Günü kurtarmaktan, vakit kazanmaktan ve İstanbul’un elden çıkmasına mani olmaktan ibaret bulunduğunu” yazar ve bütün politikasını bunun üzerine kurduğunu anlatır…
Samsun’a giden Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağırılmasının, idam fetvalarının ve Mustafa Kemal ile arkadaşları için divân-ı harbin verdiği idam kararının tasdikinin gerisindeki sebep de aynıdır: Vakit kazanmak, herbiri zaten İngilizler’in talep ettiği bu kararlar ile İngiltere’den müsamaha görüleceği gibisinden boş ve maalesef utanç verici bir beklenti!
Kaldı ki, o devrin anlayışına göre devlet “hükümdara babasından kalmış bir mülk”, yani “tahttaki haşmetlûnun evi” idi, hiçbir hükümdar evini kendi elleriyle ateşe atmaz, menfaati uğruna başka milletlere peşkeş çekmezdi, işgal edilmiş bile olsa bir yolunu bulup kurtarmaya çalışırdı!
Sultan Vahideddin de böyle yaptı; ama çaresiz ve güçsüz olduğu için birçok teşebbüsün hatâlı neticeler getirdi ve şimdi de devam eden gereksiz “ihanet” tartışmaları daha o günlerde başladı……
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişinin üzerinden yüz sene geçmek üzere, Sultan Vahideddin vefat edeli de 93 sene oldu…
O günlerde devletin başında bulunan kişileri bu kadar zaman sonra hâlâ “hain”, “satılmış”, “İngilizler’in adamı” vesâire gibi sıfatlarla yorumlamak cinsinden ucuzlukları devam ettirmek için, yüz sene hakikaten çok uzun bir zamandır!
Habertürk / Murat Bardakçı