Genel itibariyle görece büyük karaltıları hemen ‘seçer’ insan ama belki de asıl görmesi gereken, yine görece ‘küçük’ şeyleri seçemez, fark edemez. Mesela (İncil’in öğrettiği üzere,) kardeşinin gözündeki saman çöpünü görüp, kendi gözündeki merteği görememek, bu ‘seçme’ arızalarından biridir.
İslam’ın temel kavramları tartışılırken hep bu çelişkili durumlara düşüldüğü gözlenmektedir. Bunun nedeni şu olsa gerektir: Tartışma hep, günlük siyasi atmosferin basıncı altında yapıldığı için, hangi şeyin hak, hangi şeyin batıl olduğu yönünde kurulacak cümleleri daha ziyade bu basınç ortamı belirliyor.
Bunlardan birine getirelim konuyu: Kimileri, Cumhuriyeti kuranlar hakkında, akıl almaz bir biçimde U dönüşleri yapıp, değme Kemalistlere taş çıkartırcasına, ilgili kişiler hakkındaki kanaatleriyle adeta din değiştirirken, kimileri de, tevhid ve şirke ait kelimeler-kavramların tedarik ettiği var gücüyle ilgili kişilerin üzerine abanmakta ama başka şirkleri gözden kaçırmaktadırlar.
Yeryüzü ta Kabil’den bu yana, yeryüzü ilahlarından hiç ari olmamıştır. Bir şekilde gücü eline geçirenler Adem’in soyunu kendisine kul yapmak için var gücünü kullanmıştır. Allah’a iman etmeyen, Allah’ı ilah ve rab olarak tanımayan, Allah’ın terbiye ediciliğinden hiç nasibini almamış kişiler kendilerini neden ilah ve rab yerine koymasınlar ki? Hele de onların en cılız çağrısına bile en büyük reflekslerle, koşar adım giden bunca kul sürüsü olduktan sonra…
Türkiye’de yeni bir hayat düzenine geçilmesinin baş mimarlarına, onları ilah/tanrı yerine koyup, yollarına baş koymuş bir hayli kulun varlığı bir gerçektir. Günümüzde dünyada başka örneği olmayan bir uygulama olarak, bu ilahlara kanunlarla bir koruma zırhının sağlandığı da bir gerçektir. Bu alanda bilhassa tarih ilmi bağlamında bir bilimsel hesaplaşma yapılmadan hiçbir hakikat, yerli yerine oturmayacaktır, amenna.
Lakin işte şirk, Cumhuriyetin kurulduğu dönemle bitmemekte, artarak, ilerleyerek ve görece güçlenerek devam etmektedir. Türkiye’nin ilerlediği, güçlendiği söylenen şey aslında sırât-ı şirk’te kat ettiği yoldur. İbrahim’in kavminin bayramı misali tören günlerinde, sözü edilen yeryüzü tanrılarına, “Sadece sana ibadet eder, sadece senden yardım dileriz; biz gökten indiğine inanılan safsataların şerrinden senin ilahlığına sığınırız!” yollu dualar/yakarmalar yapılagelmektedir.
İşte şirk bu minvalde geçmişten günümüze devam etmektedir, kıyamete kadar da sürecektir, Allahu a’lem.
Biz yeryüzü ilahlarının parlatılmış olanlarına gözümüzü dikmişken, irili-ufaklı diğerlerini ya görmüyoruz, ya da görmezden geliyoruz. Yani yeni bir rejim kurulurken ilahlaşan/ilahlaştırılanlar olmuş ama ondan sonra artık ilahlaş/tır/malar bitmiş değildir. Bu yeni hayat nizamı, yeni dünya düzenine iltisaklı olarak sürekli yeni ilahlar yeni rabler üretmeye devam etmektedir. İşin tuhaf yanı şu ki, o sözü edilen dönemde yeni ilahlar yontulurken, hiç kimse yeni tanrılar ediniyoruz diye yapmamışlardır. Sorulduğu zaman herkes, bu sözlerden kasıt bellidir: Biz o terimlerin içindeki manayı kast ediyoruz derler.
İşte şimdi de, yeni yontulmakta olan yeni ilahları kimse ilah ve rab ediniyoruz diye yontmamaktadır. Kul sürüleri, yeni tanrı yontma işleminin farkına varamamakta ya da varmak istememektedirler. Oysa yapılan, eski beşer-tanrıyı tahtından indirip, yerine yeni beşer-tanrıyı oturtmaktan öte bir şey değildir. Gitti ölümlü tanrı, geldi ölümlü tanrı. İlah ve rab demek, hata yapmayan, gaybları bilen, kulları üzerinde mutlak egemen bir merci demektir.
İlahlar varken mesela ülke nüfusu seksen milyonsa, seksen milyonun düşünmesine, danışmasına gerek yoktur. Onların yerine bir tek ilah düşünür, taşınır, danışır ve karar verir. İlahın iradesi üstüne irade olmaz. Yeryüzü ilahının bir tek sözü, kaşını çatması ya da en küçük bir yüz ifadesi, bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu belirlemek için yeterlidir.
Yeryüzü ilahı, milyonların daha düne kadar batıl bildiği kimi değerleri bugün, irade-i şahanesi ile hak yapabilecek kudrete sahiptir. Milyonların hak bildiğini de bugün artık batıl yapabilir. Samiri bunu yaptıktan sonra, revaçtaki yeryüzü tanrısı mı yapmayacak bunu? Bugünkü neo-ilahların Samiri’den daha iyi bir vizyona sahip olduklarına ben inanıyorum…
Sözün özü, Rasulümüz İbrahim (sav), yeryüzü tanrılarının mabede tıkıştırılmış olanlarının hepsini kırmış, sadece en büyüklerini bırakmıştı. Acaba bununla şunu mu demek istemişti: O büyüğü nasıl olsa görür, fark edersiniz de, şu küçük ve orta büyüklükteki tanrıları fark etmeyebilirsiniz! Dolayısıyla önce onları bir elden geçirmek gerekir! Bu, çok mükemmel bir mesaj doğrusu.
‘Küçük’ ilahları fark etmek gerçekten zor oluyor belli ki. (Yeryüzü ilahlarının hepsi küçüktür zaten ama onların büyüklüğü-küçüklüğü ve nihayet ‘hiç’likleri tamamen insanların algısıyla alakalı bir durumdur).
Öyleyse şirkin tamamına, küfrün tamamına, zulmün tamamına, hiç pazarlıksız ve bila kayd ü şart kıyam edip, sadece ve sadece alemlerin rabbi Allah’a teslim olmak, ölümümüzü ve hayatımızı, ibadetlerimizi, salatımızı sadece O’na tahsis etmek… Yegane kurtuluş yolu budur. İzzet ve şerefimiz de bundadır.
Aynen dediğiniz gibidir hocam.Yegane kurtuluşumuz İslam iledir.Bu yakın çağ cahiliye sini iyi tahlil etmek gerekir. Hz. Ömerin ifadesiyle cahiliyeyi bilmeyen, İslamın kıymetini kavrayamaz.
Rize’den selamlar hocam.
Aleykum selam ve rahmetullah Gülçin kardeşim. Allaha emanet olun.
Allah razı olsun hocam, çağın pisliği ile rafine olmak için var gücümüzle direnmeye devam inşallah