Kendinizi gergin ve huzursuz hissediyor musunuz?
İçinizde her an kötü bir şey olacakmış gibi bir his var mı?
Dikkatinizin dağınık, kafanız karışık mı?
Mide hazımsızlığı, bağırsak huzursuzluğu gibi sıkıntılar yaşıyor musunuz?
Uyku düzeniniz bozuk mu?
Bu yazıyı okuyanların en az dörtte üçünün, bu soruların en az dördüne “evet” cevabını verdiğini tahmin ediyorum.
“Kararında” olduğunda hepimiz için “tedbir alma” vesilesi olarak görülen “endişe”, hayatımızı çekilmez hale getirmeye başlamışsa ortada mutlaka tedavi edilmesi gereken bir “hastalık” durumu var demektir.
Bizim toplumda, mutlaka “tedavi edilmesi” gerekenlerin sayısı nedir bilemiyorum.
İstatistikler, “antidepresan” kullanımının hızla arttığını gösteriyor; 2019’da yaklaşık 50 milyon kutu antidepresan satılırken, bu sayı 2020’de 55 milyona ulaşmış.
Elimde 2021 rakamı yok ama antidepresan kullanımındaki artışın seyrinden, 60 milyona yaklaştığımızı çıkartabiliriz.
*
Kimileri çareyi “antidepresan” ve diğer “psikiyatri ilaçlarında” buluyor. Hekimin tavsiye ettiği ilaç elbette kullanılmalı ama hiçbir ilacın masum olmadığını da hekimlerimiz söylüyor.
Hedef, bu tür ilaçları kullanmak mecburiyetinde kalan insanların sayısını mümkün olduğunca azaltmak olmalı.
Bunu nasıl yapacağız?
Geçenlerde, mideden sinyaller geldi.
Gittik, tetkiklerimiz yapıldı.
Ülser çıktı.
Kapsamlı bir perhiz listesi verdi hekimimiz.
Bir de “stresten ve endişe”den uzak durmalıymışız.
Bir hekim arkadaşımız da, “Bu memlekette stresten uzak durabilmek, hele hele sizin işinizi yaparken, stresten uzak durabilmek ne kadar mümkünse!” dedi.
*
Bu memlekette stresten, endişeden uzak durabilmek!..
Hepimizin kendimize, ailemize has sıkıntıları olabiliyor.
Bir de yaşadığınız ülkeye has sıkıntılar var.
İbn-i Haldun’a ait olup olmadığı tartışılan “Coğrafya kaderdir.” cümlesinin işaret ettiği bir gerçek var.
İki haftalık Avustralya programım boyunca, oradaki insanlarımızın yaşantılarına, konuştukları meselelere baktığımda “Biz ne kadar yoğun yaşıyoruz arkadaş! Biz ne gamlı insanlarız arkadaş!” demekten alamamıştım kendimi.
Avustralya’da yaşayan dostlarımıza, “Çok sakin bir hayatınız var, insan özeniyor, ne yalan söyleyeyim!” dediğimde…
“Evet, buralarda hayat sakindir. Hele Türkiye gündemiyle ilgilenmesek neredeyse hiç sıkıntımız olmayacak. Ne zaman Türkiye’ye baksak, içimiz kararıyor, üzülüyoruz!” karşılığını vermişlerdi.
Uzun yıllar önce ülkede ekonomik kriz vardı, başörtüsü yasakları vardı, terör olayları vardı, batık bankalar vardı, vardı oğlu vardı..
Aradan yıllar geçti.
Birçok sıkıntı, şükür, en azından şimdilik kalmadı.
Amma velâkin…
Hani, milâdî takvim hesabıyla yeni yıla giriyoruz ya…
Yakın vakitlerde yaşadıklarımıza bir bakalım…
Darbe girişimleri, büyük çaplı ve büyük zayiatlı terör olayları, ekonomideki akıl almaz dalgalanmalar, hayat pahallığındaki korkunç artışlar, orman yangınları, seller, depremler, salgın hastalıklar…
Bunların bazıları her yerde oluyor, çok yerde ormanlar yanıyor, seller meydana geliyor ama bizdeki kadar “çirkin” tartışmalar bilmem, başka nerede yaşanıyor?
Ormanlarımız daha fazla yansın, sel baskınları daha fazla can alsın diye bakanları görüyoruz…
Acımız ve öfkemiz birbirine karışıyor.
“Dolar patlasın, ekonomi altında kalsın, buradan da bize iktidar çıksın!” diye bakanları izlerken kafayı sıyıracak hale geliyoruz…
Birileri, vatandaşa “Bir elin yağda, bir elin balda, daha ne istiyorsun!” yolla lâflar ediyor.
Bunlara da içerliyoruz.
Sabahları “kadın programları” denilen mevzulara denk geliyoruz…
Öylesine tuhaf tipleri çıkartıyorlar, topluma öyle gerilim havası pompalıyorlar ki…
“Bunları devamlı seyreden kadınlarımız var ya, psikolojileri acaba ne hale gelmiştir!” diyoruz.
Bu türden programların birçok yuvanın yıkılmasına sebep olduğunu düşünüyor, “Büyük bir oyun oynanıyor!” dedikçe geriliyor, elimizdeki uzaktan kumandayı kıracak hale geliyoruz!..
“Sanatçı” etiketli tiplerden bazıları değerlerimize hakaret ediyor, bazıları da fildişi kulelerinden “Memleketim için gerekirse simit yerim arkadaş!” havaları basarak, dar gelirli insanımızla adeta dalga geçiyor.
Bazı okullarımızda, masum çocuklarımıza “Kula tapma” ayinleri yaptırılıyor…
Hasta oluyoruz!..
Ekranlarda sürekli olarak boy gösteren profesörlerden biri, koronavirüse yakalananlara 8’er 8’er yutturulan ilaçların faydasız olduğunu söylüyor.
“Zamanında tavsiye ettik ama yanılmışız! Meğer hapları boşuna yutturmuşuz, şey pardon!” diyor.
“Bir kilometre yan etkisi var bu ilaçların, olacak iş mi?” diye söyleniyoruz, tansiyonumuz çıkıyor!..
Politikacılara bakıyoruz; öfke yüklü yüzlerle birbirlerine hakaret ediyorlar.
İzledikçe geriliyoruz.
“Dolar düşüyor” diye, biraz sevinecek gibi oluyoruz…
Sonra birbiri ardına haberler:
“Dolar yükselirken füze gibi fiyat artıranlar, dolar düşerken hiç oralı olmuyor!”
Dolar yükselirken de, dolar düşerken de özellikle malum marketlerdeki fiyatlar yükseliyor!..
Sosyal medyada “boykot” çağrıları görüyoruz…
Ama ne fayda, vuran vuruyor!..
Götüren götürüyor…
Sinir oluyoruz!..
Benzinci kardeşimizin elindeki pompaya bakıyoruz…
Bu, bütün dünyada böyleymiş… Küreselleşmeden payımızı alıyor, aldıkça da kızıyoruz!..
Bir yanda da “beka meselesi” var.
“Şer odakları” birleşmiş.
“Bölünmekten” korkuyoruz.
Merhum II. Abdülhamit Dönemi’nde “nihayetinde” sonuca ulaşan “şer odakları faaliyetlerini” “endişeyle” izliyoruz..
Birileri “dıjjj güjjjler!” diye dalga geçiyor.
Kızıyoruz!..
Destek verdiğimizde birileri, eleştirdiğimizde başka birileri kızıyor.
Bunlara da kızıyoruz!..
*
Gençler arıyor bizi.
“Abi, bu gidişle bir daire sahibi olmamız imkânsız. Baksana fiyatlara, füze gibi, kenar mahallede 500 binden aşağı daire yok!” diyorlar..
“Kiraların patlamasından da” şikâyet ediyorlar.
“Allah aşkına, anne babalara söyle de… Evlenmeye çalışan gençlerden, öyle dizi dizi altınlar, gösterişli düğünler istemesinler!” diyorlar.
Evlenebilmek dert.
Evlendirebilmek dert.
Geriliyoruz!..
“Maaşı çok düşük olan emeklilere biraz daha fazla maaş zammı yapılsın!” diyoruz.
Birileri,
“Hayır, yapılmasın! Altta kalana ne olursa olsun!” yollu mesajlar atıyor.
Üzülüyoruz.
Bir “Yarı Sivil” Toplum Örgütü’nün Başkanı, bankaları “insaflı olmaya” davet edince…
“Faiz ve insaf, ikisi bir arada olur mu!” diyoruz.
Susuyoruz!..
“İlahiyatçılar”, “Hocalar” arasında “faiz yorumları kavgası” meydana geliyor.
İzledikçe üzülüyor, içimize kapanıyoruz!
*
Birçok mesele…
Antidepresan kullanımını arttıran birçok sebep var.
Sonuçta dönüyor, dolaşıyor…
Kalbine başvuruyorsun.
“Ölüm var ölüm!” diyorsun.
Haftada, olmadı 15 günde bir mezarlığa gidip defnedilenlere bakıyorsun.
Kalbine huzur geliyor.
Sonra…
İnsanoğlu işte, unutuyorsun.
Sonra…
Bir “hastane”, bir “mezarlık”, bir de “cami.”
Kalbine ses veriyorsun.
*
Ayet hükmü yetişiyor imdadına:
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara/153)
*
Kalbiniz yatışıyor…
“Sinsi Vesvesecinin Şerri”nden Allah’a sığınıyor…
Susuyorsunuz.
Serdar Arseven/Milat Gazetesi