Ülkemizde eğitimde reform çabaları dünden bugüne hiç bitmedi. Ak Parti de sürekli bir arayış içinde. Hatırlayanlar bilir bir ara bu arayış içinde, Ak Partili Milli Eğitim Bakanları eskisi yenisi ile birbirlerine çatmışlardı. Geride kalan onca yıl sonunda az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, döndük baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz. Şimdi de Sayın Ziya Selçuk’un şapkadan tavşan çıkarmasını bekliyoruz.
Halbuki ortada şapkadan tavşan çıkarmayı gerektirecek bir durum yok. Sadece gerçeklerle yüzleşememe problemi var. Hemen hiçbir şeyi sağlıklı tartışmıyoruz, yıllarca eğitim şart diye diye geldiğimiz nokta toptan bir eğitimsizlik durumu.
Düşünsenize, en az 12 yıl okullara hapsettiğimiz öğrencilerimiz doğru düzgün üç beş cümlede derdini anlatıp, yazabilecekleri kadar bile Türkçe öğrenemiyor. Daha düne kadar 4 matematik neti ile mühendislik fakültelerine yerleşen, 4 sosyal neti ile Tarih bölümüne giren gençlerimiz vardı.
Sağcısıyla solcusuyla okulu öylesine fetişleştirdik ki “Bu kadar uzun bir eğitime gerçekten ihtiyacımız var mı?” sorusunu kendimize soramadık. Sınıf geçmenin önündeki tüm barajları 1999’dan itibaren neredeyse tamamen kaldırdık. Zaten çıktısı çok da kaliteli olmayan eğitim sistemimiz bu süreçte iyice çöktü.
28 Şubatçılar İmam Hatipleri, Ak Parti de gelinen noktada maalesef Anadolu Liselerinin kalitesini bitirdi. Son LGS düzenlemesi ile elde avuçta kalan birkaç iyi Anadolu Lisesi de adrese dayalı hale getirilerek onlara da darbe vuruldu.
***
Eğitimin iki bariz yönü var birincisi ideolojik bir araç olarak devletin bireyleri şekillendirdiği en önemli alan olması. Dünyadaki hemen hemen bütün devletler okul üzerinden makul bir vatandaş tipi üretme çabası içinde. İkinci yönü ise alt sınıflar için bir sınıf atlama aracı olabilmesi ve maalesef bu özellik Türkiye’de dün çok az çalışıyordu, bugün ise neredeyse yok hükmünde.
Eğitim fetişizminin bizi getirdiği nokta işsizlik rakamlarında kendini açıkça gösteriyor: Gençler arasındaki işsizlik oranı neredeyse %25. Yani iş piyasasındaki her dört gençten biri resmi olarak işsiz. Kimse bu denli yüksek işsizliğin asıl sebeplerini sorgulamak istemiyor. Varsa yoksa hamaset: Herkes okusun!
İyi de herkes okusun demekle iş bitmiyor ki…
Bundan 30 yıl öncesine kadar okullar –aradaki zayiatlara rağmen- bir eleme sistematiğine sahipti. Öyle ilkokulun kapısından girdi diye kimse 12 yıl sonra lise diploması alamıyordu. Şimdi utanmasak bu eğitim fetişistliği içinde önce ön lisansı, ardından lisansı, o da olmadı yüksek lisans ve doktorayı mecburi kılacağız.
Bu eleme ve sınıf tekrarına devlet hep masraf diyerek baktı. Halbuki bu masrafın geri dönüşü maliyetinden daha fazlaydı. Kimse işin bu tarafına bakmadı.
Örgün eğitimden çıkan çocuklar çıraklık sistemi içinde hayatlarını yeniden inşa ediyor ve yeteneklerine göre farklı alanlarda meslek edinme şansını yakalıyorlardı. Ve pek çoğu ekonomik hayatta sınıfları takılmadan geçen ve üniversiteye kadar giden arkadaşlarından daha başarılı oldular.
Anlatılır, kendisine başarılı iş adamı ödülü verilen bir Yahudi iş adamı tören sırasında “Okuma yazma bilmiyorsunuz. Bir de okuma yazma bilseydiniz neler yapmazdınız?” denildiğinde gülerek, çok çarpıcı bir cevap verir: “Okuma yazma biliyor olsaydım hala bir havrada evrak kaydeden bir kâtiptim!”
***
12 yıl artı 2-4 yıl daha çocuklarımızın büyük bir kısmını sıralara mahkum ederek geleceğimizi yok ediyoruz. Buradan geri dönüş fırsatını da maalesef kaçırmış durumdayız. Yarından sonra hiçbir veliye çocuğunu çırak olarak bir yerlere verme ya da meslek lisesine gönder deme şansımız yok çünkü bu bilinci çoktan yitirdik.
80’li yıllarda üniversitede okurken boş vakitlerinde anketörlük yapan bir büyüğümüz anlatmıştı: “Ankara’nın gecekondu semtlerinde insanlarla anket yapıyor ve çocuklarının ne olmasını istediğini soruyorduk. Pek çok anne baba çocukları için sanayide ya da bir dükkanda çıraklık hayal ediyor ve oğlum marangoz, tamirci, berber vs. olsun gibi cevaplar veriyordu. Ve ben bu cevaplar karşısında öfkeleniyor ve niye çocuklarının öğretmen, doktor, avukat, mühendis olmasını istemediklerini düşünüyordum. Ancak yıllar sonra bu insanların olaya ne denli gerçekçi yaklaştıklarını anlayabildim.” Demişti.
Şimdi bizler insanların çocukları için gerçekçi hayaller kurmalarını dahi engellemiş durumdayız.
İşte size gerçek bir beka sorunu!
Karar – Şenol Kaluç