Ben Dememiştim!
Birinci yazıyı yazmıştık. Beklenmedik sonuçların ortaya çıktığı zamanlarda söylenen bir sözdür: Ben demiştim! “Ben demiştim” veya “ben yazmıştım” demeyi hiç sevmem.
Ne yapacağız şimdi? Keşke dememiş olsaydım!
“Seçim nasıl kaybedilir”in kitabı AK Parti tarafından yazıldı. 31 Mart’da sunuşu yazılmıştı. Sunuş yeterli görülmemiş olmalı ki, girişi, gelişmesi, sonucu yazıldı. Hatta haşiyeler, zeyller eklendi. Ansiklopedi çapında bir eser ortaya çıktı.
23 Haziran işte budur!
Belediye seçimlerine kadar mahalli bir belediyenin başkanı olan Ekrem Bey’i piyasaya süren Kılıçdaroğlu ise, onu meşhur eden, İstanbul’u aşan bir şöhrete kavuşturan, memleket ölçeğinde tanıtan ve geleceği ile ilgili ümitler beslenmesini sağlayan AK Parti’dir.
Ak Parti Ekrem Bey’in heykelini dikti, hem de altından!
31 Mart’dan sonra yapılması gereken şuydu: “Millet böyle takdir etti! İtiraz ettik, sonuç değişmedi. Genel bir iptali gerekli görmüyoruz.”
Bunu demek yerine sonuna kadar hukuku, kurumları zorlamak, taraftarlar nezdinde (çoğu İstanbul dışında) beklenti oluşturmak ilk yanlış adımdı. Arkası geldi.
Milletin aklı şunu almadı: Sandık kurulu başkanları kamu görevlisi değildi, peki. Seçim iptalinin en kavi gerekçesi bu. Öyleyse neden sadece büyükşehir belediye başkanının seçimini sakatlıyor bu?
“Efendim Yüksek Seçim Kurulu sadece itirazla sınırlı karar verir!”
Bir ek itirazla sınırı genişletip İstanbul’un bütün seçimleri iptal ettirilmeliydi. O zaman bütün seçilen başkanlar, meclis üyeleri, kadroları ile yeniden seçilmek için çalışmak zorunda kalacaktı. Oysa sadece büyükşehire odaklanıldı. Bu milletin mesajını anlamamaktır: İstanbul’da ve Ankara’da halk alt belediyelerde iktidar partisi adaylarını seçti. Büyükşehirde kuvvetli adaylara rağmen oyunu esirgedi.
Neden? Niçin? Niye? Sebep?
Bu iktidara verilebilecek en zarif mesajdı: “Aklınızı başınıza alın! Bundan sonra cumhurbaşkanlığı seçimi var, kendinize çeki düzen verin. Gücünüzü kendiniz sınırlayın. Safralarınızı atın, prangalarınızdan kurtulun!”
Birinci mesaj alınmadı veya alınmak istenmedi.
Şimdi mesaj şiddeti artırılarak tekrarlandı: Titreyin ve kendinize dönün!
1970’lerden beri oy kullanıyorum. Siyasetin bu kadar dibe vurduğu bir seçim hatırlamıyorum.
Bir tarafta mitil atanlar, öbür tarafta etnik ayarlı bombalara fitil atanlar! Beride bütün ilkeleri bir kenara atanlar…Seçim kazanmak için etnik ayran kabartmalar…Resmi literatürde “Bebek katili” olarak anılan şahsı sahneye sürmeler, karşı tarafı terör örgütleriyle kolkola gösterirken kendileri sarmaş dolaş olanlar…
Pontuslar, Makariyoslar, Sisiler, pisiler!
Bu ağır zihin hasarları nasıl tamir edilecek?
En ağır imtihanı basın geçirdi. Üniversiteye giriş sınavında sıfır çekenlerin oranı, basın sektörüne göre çok düşük olmalı.
Sıfır ne kelime, eksilerin eksisi, dibin dibi…
Yalakalık, dalkavukluk, tabasbus, kaselislik tavan yaptı. Tayyip Bey, etrafındaki bu çemberi kırmak zorunda. Kendisine her şeye rağmen doğruyu söyleyenleri dikkate almazsa, gidilecek bir yer yoktur.
Mağlubiyet zaferden daha öğreticidir. Hatta Ak Parti sürekli zaferine mağlub olmuştur.
Şimdi durup düşünme zamanı.
Türkiye başkanlık sistemine neredeyse sorgusuz, sualsiz geçti. Geçen zamanın muhasebesini yapmalıyız.
Türkiye’nin bir hükümeti olmalı; göstermelik değil, sahici. Cumhurbaşkanı bu hükümetin üstünde hakim/denetleyici bir konumda bulunmalı. Ona hesap veren bir baş vekil ve vekiller olmalı. Meclis’e Meclis’liği iade edilmeli. Çoluk çocukla, temsil kaabiliyeti olmayan sıradan liste mahsulleriyle şişirilmek yerine milletvekili sayısı azaltılmalı.
Cumhurbaşkanı Parti ile yolunu ayırmalı, Ak Parti kendi şahsiyetini bulmalı ve kendi ayakları üzerinde siyaset yapmalı.
Bunları niye yazıyoruz?
“Ben demiştim” demek için mi?
Böyle bir derdimiz yok. Doğru olanı yazmak, hakkın ve hakikatin hatırını yüksek tutmak boynumuzun borcu.
Karar / D. Mehmet Doğan